11/11 Sezonu ve Portekizliler

Üç yeni yabancı ve “yeni transfer” dedirtecek sakatlık dönüşleri vesaire... Beşiktaş yeni bir sezona giriyormuşçasına heyecanlı bu aralar, üstelik yapılan transferler “devre arası iyi oyuncu gelmez” klişesine karşı gelir cinsten. Gaziantepspor maçı sonrası bahsettiğimiz gibi; bir takımda yaz sezonunda dahi bu denli değişiklik olmazdı, ancak Beşiktaş bu değişimi Ocak’ta yaşayacak. “Yeni sezon” esprisi de buradan geliyor…Hali hazırda elde maaş yükü ağır olan yabancılar dururken, bir de sezon arası olmasına rağmen bu yükü ağırlatacak oyuncuların transferi “maddi anlamda” bir handikap oluşturacaktır. Ama şöyle de bakabiliriz; Beşiktaş’ın bu kadrosu, önümüzdeki yaz transfer yapmadan bir sonraki sezona girebilir rahatlıkla. Zaten geçtiğimiz günlerde Yıldırım Demirören de aynı şeyden bahsetti. Eldeki oyuncuları tuttuktan sonra, transferi düşünmüyoruz gibisinden…
Bu durumda, gelen bu oyuncularla 1.5 yıllık transfer sezonunu kapattı diyebiliriz Beşiktaş için. O zaman “devre arası hovardalığı” gibi gözüken maliyetleri makul görülebilir fazlasıyla. Zaten bonservis anlamında bir yük yok, sadece Simao için 900 bin Euro cepten çıkmış. Asıl mesele; bu oyuncuların kontratını bitmeden sahip olabilmek için, yarım sezonda ödenecek maaşlarında yatıyor. Simao ve Almeida’nın yarım sezonluk maaşları 5 milyon Euro’ya yakın. Bunun 2.5 milyonu, zaten oyuncuların yarım sezonluk maaşına eşit. Bu durumda 2.5 milyonluk bir fazlalık var ki; bu da Simao ve Almeida’nın sene sonu serbest kalmaları nedeniyle, ellerinin güçlü olmasından kaynaklanıyor. Nasıl ki; aynı sebeple komik denecek bonservislerle bu oyuncular alınıyorsa, aynı sebeple oyuncuya verilecek “hava parası” bir o kadar artıyor. Yani bu 2.5 milyonu da, aslınla onların “bonservisi” olarak düşünebiliriz. 5.5 milyon Euro’ya Simao ve Almeida’ya sahip oldu Beşiktaş bir bakıma… Ki bunun 2 milyon Euro’luk kısmı da fona ait. Bu fon olayı, oldukça risksiz gözüküyor. Sadece ileride olası bir kâr payını azaltıyor ki, Beşiktaş’ın maddi olarak şuan asil ihtiyacı olan “az riskli gider” ve "daha az nakit çıkışı" durumudur… Bir de Almeida transferinin asıl mevzusu, bu fon şirketiyle bir iş birliğinin başlamış olmasıdır. Scout sistemine de sahip olan bu şirketler, geleceği olan oyunculara yatırım yapıyor ve kulüplerle ortaklık kuruyor oyuncu üzerinden. Bu durumda ilgili kulüp, hem "iyi ve aç" oyunculardan faydalanıyor hem de gelecekte cebinden para çıkmadan "para kazanma" şansını elde ediyor... Fernandes için de sene sonunda aynı “fon taktiği” uygulanacak sanırım…Para pul mevzusundan, beni asıl ilgilendiren konuya gelelim; yani bu oyuncuların topla yapacaklarına… Quaresma “kâşif atalarına” özenerek keşfettiği Beşiktaş’a kazanmıştır bu oyuncuları, bu işte aslan payı onun hiç şüphesiz… Aralarında sadece Simao için “hadi canım” sendromu yaşadım, Atletico Madrid’in onu kolay kolay bırakacağını sanmıyordum. Ama oldu, “sonuca etki” hususunda bana göre Quaresma’dan bile daha bir yıldız olan Simao Beşiktaş’a geldi. Beşiktaş’ın “golcü özellikli bir kanat” mı, yoksa “kanat özellikli bir forvet” mi daha büyük ihtiyacıydı, o bir tartışma konusudur elbet… Bence kısaca “kenar forvet” diye tabir ettiğimiz; fizik, koşu, son vuruşlar olarak forvet özellikleri taşıyan; golcülük vasfıyla, takımın “sonuç alma” yükünü hafifleten; bununla beraber kanat özellikleri taşıyan bir oyuncu asıl ihtiyaçtı. Bu blogda da adından bahsettiğimiz “Huseklepp” örnek olarak verilebilir… Trabzonspor’da Burak da, son dönemde böyle bir rolle fark yaratıyor.

Ancak gelen oyuncu, ikinci seçeneğin özelliklerini taşıyor. Yani, golcü özellikleri de olan bir kanat oyuncusu. Ama bu kategorinin en iyilerinden biridir Simao… O nedenle kendime çok fazla itiraz hakkı veremiyorum. Genelde Simao’nun “düz bir kanat oyuncusu” olduğu konusunda hafif bir yanılgı var. Aslında Simao; iki tarafa da çalım atabilen, sadece “sıfıra inme” güdümünü taşımayıp, içeri de kat eden ve son vuruş, uzun şut konularında da direk iş bitiren bir oyuncudur. Benfica’da merkeze daha yakın ve daha serbestti. O nedenle gol sayısı da daha fazlaydı. Ancak Atletico Madrid’de 4-4-2’nin kenarlarında oynadı her zaman. Ayrıca, beklerini de pek çıkarmayan bir 4-4-2’iydi bu. Yani merkeze yaklaşma ihtimali düşüktü Simao’nun.

Beşiktaş’ta ise 4-3-3’ün kenarında oynayacak ve arkasında mutlaka hücum çıkışları yapan bir bek bulacak. Simao, bu durumda kendini bol bol içeride görebilecek… Uzaktan şutlara çok başarılı olmasının yanında, kaleciyle birebir kaldığı durumlarda da genelde “temiz bitiren” bir oyuncudur kendisi. Hani rastgele şut atmaz, açıya ve kalecinin durumuna göre gol vuruşu yapar. Yani kısaca “temiz” bitirir… Ama beni asıl ilgilendiren konu “duran toplardaki” başarısı… Malum, son dönemde frikikleri cümle içersinde bile kullanamayan bir Tabata’ya sahipti Beşiktaş. Yanılmıyorsam bu forma altında en son Delgado’yu frikikten gol atarken gördük, bir Trabzonspor maçıyla… Aradan neredeyse 3 sene geçti. Artık, Valdes’in kapattığı köşeye plase yapan Simao geliyor duran topların başına. Sadece “direkt frikiklerde” değil elbet, kalenin uzağındaki duran toplarda da etkili kesmeler yapabilecek bir oyuncudur. Zaten Atletico Madrid formasına da, bu tarz iki asistle veda etti geçen hafta… Simao ile frikiklerde artık “daha fazla heyecanlanacak”, penaltılar ise “daha az korkacaktır” Beşiktaşlı.“Sırf Ronaldo’ya geriden top aldırması için bile, Almeida sahada olmalı.” Dünya Kupası döneminde Portekiz için böyle bir cümle kurmuştum. Ronaldo o turnuvada direk santrafor gibi oynuyordu çoğunlukla, Almeida’nın sahada olmasıyla birlikte bariz bir performans artışı yaşıyordu. Daha doğrusu topla geride daha çok buluşuyor ve daha etkili olabiliyordu… 4-3-3’lerin hücum hattında; ya sürekli alan değiştiren ve toplu & topsuz süratli oyuncularla, hangisinin merkezde görevlendirildiği belli olmayan bir esnekliğe sahip olunur; ya da orta forvette “komple forvet” denen, fizik olarak güçlü, ancak hareketlilik anlamında merkeze bağımlı, hava toplarında etkili, sırtı dönük oyunda kuvvetli bir oyuncunun etrafına, iki yaratıcı kenar forvet adamı yerleştirilir. Schuster sene başında ilk seçeneği istiyor gibiydi, ancak Almeida transferiyle birlikte Beşiktaş, komple forvetli 4-3-3 oynamak zorunda kalacak gibi görünüyor. Süper Lig’de gol bulma çabası, çoğunlukla “fiziki mücadeleye” dönüşüyor ve rakipler de genelde kalesine yakın savunuyor. Bu durumda Almeida’lı 4-3-3, bu lig için daha uygun diye düşünüyorum.

Almeida güçlü bir fizik yapına sahip ve haliyle yeterli çeviklikte değil. Ancak önüne atılan toplarda gayet süratli bir şekilde hareketlenebiliyor. Yani çevik olmamasına rağmen asla “yavaş” bir oyuncu değil… Uzun şutlarda oldukça başarılıdır, sol ayağına güvenir. Genelde kaleciyle birebir pozisyonlarda da; plaseden ziyade “şut atar”, İlhan Mansız misali… En önemli özelliği hava ve kafa hâkimiyetidir. Hava hâkimiyeti olan oyuncu çoktur elbet, ancak buna “kafa hâkimiyetini” eklemeyen fakat havadan etkili zannedilen oyuncular vardır. John Carew gibi… Almeida ise ikisine de sahip; hem oldukça yukarı sıçrayabiliyor, hem de topun “istediği noktaya” gitmesi adına darbeli ve isabetli vurabiliyor… Bu komple forvet stili ve yaşı sebebiyle her zaman alıcı bulabilecek bir oyuncudur, zaten o nedenle 2 milyon Euro’yu peşinen ödeyen yatırım fonu bu riski değer görmüştür…Hilbert takımın önemli bir dişlisidir artık. Portekizliler’in uğruna, Schuster’in keseceği isim Sivok olacak gibi görünüyor lig maçlarında… Zaten böyle bir seçim, her yabancının sağlıklı ve hazır olması durumunda yapılacaktır ki; böyle bir durumda hücum hattının bu lig için oldukça güçlü kalacağını ve topun savunmaya en asgari şekilde geleceğini düşünebiliriz. O nedenle bu yerli tandemi zorlayıcı unsurlar azalacaktır. İlk yarının son döneminde; hem hücum olarak zayıftı Beşiktaş, hem de böyle bir savunmaya sahipti. Liderle farkın açılması da sürpriz olmadı haliyle… Bir de; Quaresma – Simao gibi kanat oyuncuları ve Ali Kuçik, Nihat gibi “yerli” ikinci forvetler varken, 4-4-2 de seçenekler arasında olacaktır büyük ihtimalle. Ya da biz ona 4-2-4 diyelim, Quaresma ve Simao’nun bağlasan durmaz hücumsal yetenekleri sebebiyle…

Gelelim yeni transferlerin Avrupa Ligi’ndeki durumuna: Öncelikle kuralı açıkça ifşa edelim; bir oyuncu daha önce aynı turnuvada oynadıysa, aynı sezonda her hangi başka bir takımda listeye dahil edilemiyor. Yani bu sezon Avrupa Ligi’nde oynayan Simao’nun üstüne bir çizgi çekin… Ayrı turnuvada (Şampiyonlar Ligi) oynamış oyuncular ise Avrupa Ligi’nde oynayabiliyor, fakat ancak bir tane seçim hakkı oluyor. Almeida ve Fernandes arasında seçim yapılacak. Bobo’nun sağlık durumu, bu seçimi netleştirir bana göre… Bobo Kiev maçlarında oynayabilecek duruma gelirse, Fernandes yazılır. Bobo’nun sakatlığı ciddiyse, Almeida yazılır mutemelen…Fernandes yazılırsa, “sahte 7” rolünde oynayabileceğini düşünüyorum. Ki böyle bir kadro daha sağlıklı duruyor… Almeida ile birlikte daha net bir 4-3-3’e döner Beşiktaş ve Porto maçlarında olduğu gibi sağa Nihat’ı yerleştirmekten başka şansı kalmaz. Malum Holosko sakat, yine tek alternatif Ali Kuçik… Sezer Öztürk muhabbeti var, öyle bir transfer olursa listeye eklenen 3. isim Sezer olabilir. Sezer de sahte 7 oynayabilecek bir oyuncudur… Almeida – Fernandes’ten biri, Sivok ve “olursa” bir yerli transfer listeye eklenen 3 oyuncu olur Avrupa Ligi yolunda. Yeni bir yerli gelmezse, Onur Bayramoğlu bu listeye kapağı atar kanaatindeyim. Hele de Almeida tercihi yapılırsa, ortasahadaki alternatif anlamında Onur seçimi önemli olur…Ferrari’nin yürürken atan adalesi, Avrupa Ligi’ne saklansın… Her iki Rapid Wien maçında da çok başarılı oynadı. Muhtemelen sezon sonuna kadar da kalacak, Avrupa Ligi'ndeki durumu kendisine piyasa da sağlayacaktır… Ligde Ersan, Kiev ve (inşallah) sonrasında Man City karşısında ise Ferrari. Aurelio’nun da aralarına gireceği bir Sivok – Ferrari tandemini oldukça merak ediyorum… Böyle bir üçlü sayesinde Hilbert ve İsmail’e de sınırsız “çıkış” izni verilebilir…

11/11 Sezonuna giriyor Beşiktaş böyle bir transfer bombardımanıyla. Olur da, en azından Şampiyonlar Ligi hakkı kazanılırsa; gelecek sezon sadece “potansiyel yerli oyunulara” göz dikilsin. Bir de Ersan ve" form durumuna göre"Fernandes’in satın alma opsiyonuna tabi… Onun dışında “fon bulduk diye” zırt pırt yabancı değiştirmeye gerek yok artık. Daha kim gelecek ki? Unutmadan; Bobo kalsın, aksi düşünülmesin...

Hayırlı olsun.

Konu ile alakalı: Sahte 7 Fernandes

Yılın Son Rabonası

Gelişi güzel bir orta için çok kullanıldığını gördük de, rabona ile “savunma arkasına” her anlamıyla “havalı” bir pas da atılmaz be abi… Çok garip bir takım oldu bizim Beşiktaş. Ayağının içiyle “üç metre öteye pas atmaktan aciz” adamlara giden top, aynı maç içinde ve onlarla aynı formayı giyen Quaresma ile de bulaşabiliyor. Kadro oluşturulurken belli bir standardın izlenmediği, hemen her maç karşımıza çıkıyor aslında...

Mevkiler, oyuncular arasında kalite anlamında “siyah-beyazlar” yaşayan takımların, bana hitap etmediğini söyleyebilirim. Yani bir bölge 10 üzerinden 8’ken, bir başka bölge 4 bile değilse ortada bir sıkıntı vardır. Böyle bir takımın maç kazanması, tamamen bireysel keşiflere kalmış demektir… Zaten Beşiktaş’ın ilk yarı boyunca çektiği sıkıntının da sebebi buydu. Çok iyi oyuncular vardı ama iyi bir harman yoktu ortada maalesef.

Konya Şeker maçında da durum farklı değildi. Günün kaşifi Quaresma’ydı çoğu zaman olduğu gibi. Düşük reytingli ve seyircisiz bir maç olmasına rağmen, maçı en çok ciddiye alan oyuncuydu. Zaten maçı koparan goller de onun sayesinde geldi… Bu maçta sık “rabona” kullanışı maçı hafife aldığından da değildi aslında. Quaresma’nın rabonası, sol ayağından daha kuvvetlidir. Yani şöyle diyebiliriz Quaresma’nın kullandığı “ayaklara”: Sağ, trivela ve rabona… Yarın öbür gün “artistliğin lüzumu yok len!” tepkisi gelebilir kötü bir maç sırasında yapıldığında. Ancak Quaresma bunu sol ayağına tercih ettiği için yapıyor, görsellikten değil. Ama aynı zaman da göze de hitap ediyor tabi… Özellikle yılın son rabonası göze olduğu kadar, skora da etki etti. Aksi taktirde Furkan’ın sırta çarpıp çatala yönelen top, bugün Beşiktaş’ı kupa dışına itebilirdi…Maçın ilk yarısında lakayt bir takım savunması vardı. Bu durum aralarında genç Furkan’ın da olduğu savunma hattını ateşe atıyordu. Neyse ki Fink’le beraber daha dengeli bir takıma dönüldü ve ilk yarıdaki pozisyonların savunma hatalarından kaynaklanmadığı, Furkan’ın aslında pozisyon bilgisi bakımından fena bir oyuncu olmadığı görüldü. Ancak bir stoper için 18 yaş baya erken sayılır, futbolda en geç hazır olunası bölge savunmanın ortasıdır bana göre. Furkan’ın fizik olarak gelişimini tamamlamamış olması ve boy dezavantajı, onu bazı pozisyonlarda aksattı. Yine de, ikinci devreyle birlikte yeniden “öne çıkmış savunma” anlayışına dönerse Beşiktaş; Furkan takıma bazı anlarda yer alabilir, fizik dezavantajından bir nebze kurtulabilir… Bank Asya’da şampiyonluğa oynayan Rizespor’un bankosu haline gelmiş Sezer Özmen, alt yapının en “hazır” stoperiydi. Kampa alınsaydı, Schuster’in Sezer’e tutumu ne olurdu bilemiyorum… Sene sonunda “yahu böyle adam varmış bizde!” gibi bir şaşkınlığa bürünebilir.

Ben maçta Ali Kuçik’i baya farklı buldum diğer maçlara nazaran. Bu kez hücumda daha kolay çoğalan bir takımın içinde olunca, ikiye birleri sık denedi ve genelde başarılı oldu. Bir pozisyonda Erhan’ı kaçırırken pas zamanlaması ve hız ayarı muazzamdı. Tam bir kenar forvet gibi… Quaresma ile girdiği verkaçı bitirse çok güzel olacaktı... Beşiktaş’ın bu sezon gördüğü “en iyi kenar forvet performanslarından” biriydi diyebilirim. Holosko’nun sakatlığı sonrası, A Takım’da ona ihtiyaç var bana kalırsa alternatif anlamında… Ancak fazla şans verilmeyecekse, hazır profesyonel futbola alışıyorken kiralanması daha uygun olabilir. 94 doğumlu Kadir Ari ufaktan kenar forvet bölgelerine yerleşiyorken; Ali'yi tekrardan A2’ye çekmemek, motivasyonunu ezmemek gerek diye düşünüyorum.Beşiktaş’ta bazı “ıskarta” oyuncuların kiralanma haberleri yayılırken; Simao da Atletico formasıyla son golünü böyle atıyor ve alkışlarla Vicente Calderon’a veda ediyordu. Doğru bir yapı kurulduğu taktirde, yukarına bahsettiğimiz “takım değerini” bir iki tık yükseltebilecek bir oyuncudur kendisi. İmzayı atsın da, ayrı bir değerlendirme yaparız. Yalnız, her duran topu kale alanına indiren bu adam da gelir, ön direk söken kornerlere devam ederse ne yaparım bilmem…

Samet "Modric" Bülbül

Henüz TFF’nin bilgi ekranında gözükmüyor ama kendisiyle 5 yıllık profesyonel sözleşme imzalanmış. Ve basına da düştüğü üzere, Bucaspor’a kiralanması gündemde. Ocak ayından itibaren A2 takımı daha da gençleşecek Beşiktaş’ta. Samet başta olmak üzere, bir çok oyuncu ya kiralık verilecek ya da A Takım’da kalacak. Hem alttan gelen bir alt yaş grubu oyuncuları için, hem de A2 maçlarının artık üzerlerinde bir etki bırakmadığı “tecrübeli” gençler için olumlu bir hamle olacaktır bu.

Samet Bülbül teknik olarak en fazla göze çarpan oyuncuydu A2’de. Top kontrolü, adam eksiltme, derin pas gibi daha çok “teknik beceri” gerektiren özelliklerle öne çıkıyordu. Bu tarz oyuncuların günümüz futbolda yer edinmesi için; tekniğine ya “hız” ya da “kuvvet” eklemeleri gerekiyor. Böyle oyuncular aynı zamanda; hızlı, rakip kaleye çabuk inebilen, ceza sahası çevresinde ezber bozan, duran top kazandıran oyuncular olduğu vakit “kenar forvet” bölgesinde değerlendirebilirler. Ya da kuvvetlenmeleri durumunda ortasahanın içinde yer alabilirler ki, bu onları çok daha değerli kılan bir özellik olur…

Samet’de gördüğüm kadarıyla hem çabukluk hem de kuvvet anlamında eksiklikler var. O nedenle teknik becerilerini ortaya koymakta zorlanıyor. Profesyonel futbolda daha da zorlanacaktır… Bir insanın çabukluk kazanması zor, ancak rahatlıkla kuvvetlenebilir. Samet Aybaba muhtemelen onu, şuana kadar Sercan’ı görevlendirdiği yerde oynatacaktır. Yani ortasahanın biraz önünde… Bucaspor’un ortasaha oyuncuları genelde fizik ve mücadele bakımından öne çıktıklarından, durum “ince işlere” geldiğinde tıkanıyorlar. Samet Bülbül, o ince işleri yapabilecek bir oyuncudur. Zamanla orada tecrübe kazanırken, mutlaka güç de kazanmalı ve kendisine Modric’i rol model almalıdır diye düşünüyorum… Belki onun kadar hızı yok ama “oyun zekası” ve teknik beceri anlamında yakın. Bilindiği gibi Modric de önceleri kenarlarda ve forvet arkasında kullanılan bir oyuncuydu. Fakat fizik ve oyun anlayışı olarak yol kat edince, çok önemli bir “ortasaha” oyuncusu oluverdi.

Bu benzetme "Modric kadar oyuncu" olarak algılanmasın, ancak izlemesi gereken ve engelleri aşması durumunda varacağı yolun sonu "Modric" olabilir. Modric, neredeyse potansiyeline erişmiş bir oyuncu, hemen hemen son durağa varmak üzere. Samet ise "gelişim yolculuğu" için henüz koltuğuna oturdu bu sözleşme ile, sabırı ve çalışkanlığı geleceğini belirleyecektir.

Maç içinde devamlılık kazanmış, bacaklarını “bir iki faulde sinmeyecek” şekilde kuvvetlendirmiş bir Samet fazlasıyla fark yaratacak bir oyuncu olabilir. Batuhan’dan sonra ilk kez bir alt yapı oyuncusu, direkt olarak Süper Lig’e kiralanacak bir aksilik olmazsa. İyi bir fırsat…

Gelsin Bakalım 11/11 Sezonu...

Maça değişik duygularla başladık, çünkü ilginç bir haber almıştık. Ferrari 11’de gözükmesine rağmen maç öncesinde sakatlanmıştı… Kırık, çıkık, çekme haberi almayalı uzun zaman olmuştu! Oysaki bir önceki yazıda “her ihtimale karşı kalmasında fayda var” demiştim Ferrari için. Rapid Wien karşısındaki performansına aldanıp, bir an için sorunun futbol dışında olduğunu unutmuştum… Bakkala giderken sakatlanan bir adama yıllık 2.5 milyon Euro ödendiğini bilmek, insana başka bir seçenek bıraktırmıyor.“Evet, Ferrari’den kurtulmalı Beşiktaş” derken bir hesap yaptım; bu durumda Tabata’nın “kalma tehlikesi” mevcut… “Acaba mı?” diye düşünmeme fırsat kalmadı, çünkü maç başlamış ve Tabata rakip stoperlere ara pası bırakma eylemini hayata geçirmişti… Quaresma kendisini bir gün saha ortasında dövmeden, onla da yolları ayırmak lazım. Holosko’yu dondurmaya bile gerek kalmıyor o halde. Ferrari, Fink, Tabata, Zapo; gelen 4’lü için yeterli kontenjanı açıyorlar. Bu oyuncuların yaratacağı “maaş boşluğu” bile, devre arası transferlerini karşılayabilir. Zaten aksi halde, içinden çıkılmaz bir maddi gider ortaya çıkacaktır.

Maça gelecek olursak. Bir değişiklik dışında, maç öncesinde bahsettiğimiz 11 ve oyun anlayışı sahadaydı. Fink ve Aurelio orta ikilide yer aldılar fakat tempoları belli bir mesafeyi kaldırıyordu. Hücumla bağlantı görevi yapan, ya da öyle ön görülen Tabata ise farklı bir performans ortaya koymadı. Bu durum üretkensizliği, kaleden uzak olunmasını sağladı. Beklerin hücuma katılımı zayıftı, nispeten daha sık çıkan İsmail ise özellikle hücum anlamında kötüydü. Hareketsiz, kaleye gitmeyi pek arzulamayan, Quaresma’ya rağmen “sürprizsiz” bir takım vardı ilk yarıda. Zaten şut atılmadan 45 dakika noktalandı…
Takımın bu yapısı her iki kenarı da kötü etkiledi. Ali Kuçik, bir şey yapabilmesi için öncelikle “çalım atmak” zorunda kalıyordu her zaman. Çünkü sahada birlikte hareket eden, yakın oynayan bir takım yoktu. Quaresma'nın yeterince "maçın içinde" olamaması da aynı nedenleydi. İkiye bir yapacak takım arkadaşı, rakibi eksilttiğinde kendini boşa çıkaran bir forvet bulamadı çoğunlukla. Arada bir kontra şansı yakaladı ama Tabata o tehlikeleri fazla büyümeden “uzaklaştırdı”!

“Atan kazanır” gibi giden maçta golü Antep buldu. Bu her şeyin sonu gibiydi Beşiktaş için ilk bakışta. Çünkü o dakikaya kadar pozisyon dahi yoktu… Daha sonra takım biraz daha önde oynamaya başladı, Aurelio ve Fink dönen topları daha sık aldı. Bu iki oyuncu hücumlarda da etkin gözükmeye başlamıştı ki; Aurelio ceza sahasında Quaresma’yı buldu ve sonrasında Ali Kuçik’in karambol golü geldi. Aslında zamanı da güzeldi, hala 25 dakika vardı… Beşiktaş özellikle Hilbert’in öne çıkması sonucu 3 net gol pozisyonu daha buldu. Onların dışında, pozisyon olamadan eriyen bir çok atak girişimi… Girmedi, şanssızlıktı falan da; artık ben ilk yarıları çöpe atılan maçlarda, son dakika golü gelmedi diye hayıflanamıyorum… İlk yarı “sıfır”, ikinci yarı 15 şut. Biraz garip değil mi?

Sezonun ikinci yarısı, başlı başına “yeni bir sezonmuş” gibi sanki… Takıma direkt etki edecek 4 yabancı değişimi, sene başında bile az rastlanır cinsten zira. Bunun yanında bazı genç oyuncular da kampa götürülecek, belki aralarında A Takım’da kalanlar olacak. Giden yerliler olacak vesaire… Evet, 14 puan cezalı olarak başladığı yeni bir sezona girecek Beşiktaş. Ama sıkıntı şu ki; 17 hafta sonra bitecek… Her şeyden öte, öncelikle bu sakatlık sebeplerini ortaya çıkarmak gerek. Cidden antrenman programında ya da kondisyonerde sıkıntı varsa; gelenlere “hoş geldin partisi” yaşatılmadan çözüm bulunsun. Sakatlık listesi, kamp kadrosu sayısından fazla olmasın sonra…

Maç Öncesi: Beşiktaş - Gaziantepspor

Sene başında ideal gözüken bir ortasaha vardı; Guti – Ernst – Necip şeklinde. Gaziantepspor’a karşı hiç biri oynayamayacak… Aksine, Beşiktaş’ın bu maçta ligin en iyi ortasahalarından biriyle karşılaşacak. İkisi Beşiktaş’ın ikramı zaten, Serdar Kurtuluş ve Orhan Gülle… Ancak Serdar son dönemde tekrar sağbeke geçti, bu maçta da muhtemelen öyle olacak.

Yarın yüksel ihtimalle kendisine 11 yolu gözüken Fink, Beşiktaş’la jubile maçına çıkacak. Bucaspor’la büyük oranda anlaşıldığı konuşuluyor. Buradaki iyi anılarını, güzel bir maçla sonlandırmasını umut ediyorum…

Aurelio ve Fink, ortasahayı ikili gibi kuracak ve önlerine Tabata atılacak diye tahmin ediyorum. Bu oyuncularla en uygun diziliş böyle gibi… Fink’in üçlü ortasahaya ayak uyduramadığı görülmüştü, kariyeri boyunca daha çok Alman 4-4-2’inde yer aldığı bir gerçek. Bu iki oyuncu hücuma pek katılmayacak ve öndeki 4 oyuncusuyla gol aramaya çalışacak sanki Beşiktaş. Yani maç içinde sık sık 4-2-4 gibi durabilir bu takım.

Nobre; son maçlarda “kanata” alındığında, ara-ara başarılı oyun sergilemişti. Necip sonrası Ali Sami Yen performansı gibi. Hücum presi, “geri dönüş” koşuları o bölgedeyken daha katkılı olacaktır. Quaresma’nın ters kanattan yolladığı ortalara, iyi bir cevap olacaktır… Ne olsa olsun, hava toplarında baya üstün bir oyuncu Nobre. Yumuşak gelen toplara bile gayet darbeli vurabiliyor. Ki, Quaresma’nın henüz yumuşak ortasına denk gelmedim… Gel gelelim, “en uçtaki” bir Nobre söz konusu olunca, fotoğraftaki Quaresma’yı haklı buluyorum: “Let’s kick static strikers out of football.”

Ali Kuçik de, son dönemde olduğu gibi orta forvette yer alsa daha makul olacaktır. Kanat oyunu için yeterli fiziğe ve kondisyona sahip olmadığı görüldü. Ancak sürat tehdidi ve hareketli oyunu, en uçta olduğunda işe yarayabilir her zaman. Rıdvan uzun zaman sonra kadroda. Taktiksel anlamda Hilbert’i öne atmak için, Erhan’a muhtaç kalmaya bilir bu maçta Beşiktaş. Hiç Hilbert’i de yerinden oynatmaya gerek kalmadan… Zaten Rıdvan’ın oyun yapısı, ön kanat stiline daha yatkın. Sakatlıktan sonra eski performansını yakalayamadığı konuşuluyordu. Vazgeçmek olmaz yine de…

Furkan Şeker “17” kişilik kadroya alınmış. Muhtemelen, ikinci yarıda daha sık kadroda olacak. Malum, Zapo gidici listesinde… Hakan Arıkan’ın sakatlığı yoktu bildiğim kadarıyla. Ancak ikinci kaleci olarak giden isim Umut olmuş. CSKA maçı sonrası “yetti be kardeşim!” gibi bir tepkiyi, sadece taraftar göstermemiş anlaşılan…

Ancak bu 17 sayısına takıldım. Uzun zamandır bu “umudu” bekleyen Oğuz olsun, yakın zamanda profesyonel yapılan Samet olsun, “hala neden profesyonel yapılmaz?“ diye yakındığım Hasan Türk olsun; bu kadroda olmayı hak ediyorlar. Uçakta yer mi kalmamış be abi? Niye eksik kadroyla gidilir, niye?.. Neyse, Hem Bursaspor hem de Fenerbahçe kazandı bugün. İkinci yarıda "ikincilik hedef, olursa da şampiyonluk..." diyebilmesi için, bu maçı kazanması şart Beşiktaş'ın.

Formaliteden Üç Basamak

Schuster maç öncesi “bana kalsa bu maçı oynatmazdım” dedi ama Beşiktaş aldığı bu galibiyetle gelecek yıllar için önemli bir avantaj yakaladı. Avrupa’da alınan her galibiyet değerlidir. Şöyle ki; diyelim Beşiktaş bu maçı kazanamadan gruptan çıktı ve bir sonraki turda “1 kez yenilip, diğer maçı kazandı” ya da “iki maçta da berabere kalarak” tur atladı… Aldığı puan bugünküne eşit olacaktı… Diyeceğim odur ki; Avrupa’da iyi puan yakalamak gruplarda mümkün oluyor, daha sonra zaten stresli ve taktik maçları oynanıyor. Galibiyet görmek güç… Ancak çeyrek finalden sonra bonus puanları geliyor ki; o andan itibaren atlanılan her tur, gruplarda alınacak bir “beraberlik” puanına eşit…

Beşiktaş dün maçını kazanarak sıralamada 3 basamak atladı. 100. yılda çeyrek final oynadığı dönemden bu yana en iyi puanını şimdiden aldı. Bu durum Beşiktaş’ın, gelecek yıllardaki Şampiyonlar Ligi play-off’larında şansını arttıracak bir etkendir. Keza her hangi bir kupanın, gruplarındaki torba sıralamasında…

Yıllardır ön direk fetişizmi yaşanan “sağ köşe gönderinden” kullanılan kornerlerle iki gol geldi. İlkinde gol tamamen Quaresma’nın, korner sadece topun hücumda olması konusunda işe yaradı. Yoksa yine ön direkte ne çalışıldıysa, o işlememiş ve top dönmüştü… İkinci golde ise top şaşırtıcı bir şekilde ön direği aştı, Ernst’in direk kafa şutuyla gol oldu. Guti’den her zaman böyle “kale alanı” kesmelerini bekliyoruz…Quaresma’nın harika golü yine bir “ağza bal çalmak” değildir umarım. Adamın her depar atışında gözümü kapıyorum artık, “gol kaçtı!” üzüntüsüyle kendini yere bırakmalarında bile tırsıyorum… Zaten dakika 30 oldu içimden “al artık kenara yeter!” demeye başladım. Çok da ironik değildi, 30 dakika oynasın ama her maç oynasın kafidir… Devre arasından itibaren, tedavisine devam edilsin ve ikinci yarıya fit girsin. Kankalarını sahada yalnız bırakmasın…

Beşiktaş oyunu iyi idare ederek maçını kazandı. Dönem dönem şık “ön preslerde” bulundu… Ferrari uzun süre oynamamasına rağmen dün gayet iyiydi, insana güven veriyor. Hani zırt pırt sakatlanmasa “kalmalı” diyeceğim… Aslında Holosko’nun sözleşmesi donarsa, yine de kalmalı. Yok pahasına göndermektense… Bu durumda stoperler Ersan, Ferrari, Sivok arasında döner; Toraman da sağ bek ve defansif ortasaha rotasyonuna sokulur. Hatta, bazen tandem Sivok - Ferrari olurken, Ersan solbekte de oynayabilir taktiksel anlamda. Özellikle de Avrupa Ligi maçlarında... Fink, Zapo gidecek ve Holosko donacak dersek; 4. ismi de sürpriz bir şekilde Tabata olarak verebiliriz... Simao'yu hem kendi başkanı hem de Schuster doğruladı. Fernandes de geldi, hiç anlamı yok Tabata'nın artık. Dün zaten oynadığı futbolu "golle süslemesine" direk bile razı gelmedi...

Dün herkes “idare ederek” oynadı. Ali Kuçik de bunlardan biriydi… Ama şunu unutmuş olmalı ki; bugün idare edenlerin bir kısmı devre arası gidecek, diğer kısmının ise takımdaki yeri garanti. Yani biraz daha sıkmalı, maç içinde patlama yapmalıydı bazı bazı… Faul kazandırdığı pozisyonda olduğu gibi, o şekilde rakibin yanından atıp geçecek bir oyuncudur aslında. Ama çok az deniyor. Bunlar önemli fırsatlar, daha sık denemeli ve “damga” vurmalıdır maçlara… Gaziantep ve Konya Şeker maçlarında o fırsatlar devam edecek.Yarın kura var. Beşiktaş; Avrupa Ligi grup birincileri ve Şampiyonlar Ligi gruplarında 3. olan takımların “en iyi dördünden” biriyle eşleşecek: Leverkusen, Sporting Lizbon, Villareal, Dinamo Kiev, CSKA Moskova, Zenit, Stuttgart, PSV, PSG, Liverpool, Ajax, Braga, Spartak Moskova, Twente. Bir de muhtemelen Man City, ama kesin değil. Bugün Juve içeride Man City’i yener de, Poznan da dışarıda Salzburg’u mağlup ederse grup lideri Polonyalılar oluyor…

Gruplarda “çek bi…” moduna girip, takım beğenmedim. Gayet uygun bir grup ve fikstür düştü. .Yine aynı totemi gerçekleştiriyor ve yorumda bulunmuyorum. Hayırlısı…

Hasan Türk

Biliyorum, yeni Portekizlilerle alakalı konu bekleniyor… Fakat hala Türkiye Ligi’nde 5 Türk oynatma zorunluluğunun ve halen Beşiktaş’ın önünde 3 resmi maç olduğunun farkındayım. Fernandes’i konuştuk, konuşacağız. Almeida, Simao için de önümüzde uzunca bir zaman var. Lakin bu transferlerin daha da anlamlı olabilmesi için, Beşiktaş’ın artık Antep maçını bir şekilde kayıpsız atlatması gerekiyor.

Sakat listesi uzun, bunların çoğunluğunu hücum oyuncuları oluşturuyor. Quaresma düzelse bile, direkt 90 dakika oynatmak ne kadar mantıklı olur bilemiyorum. Elde kalan tek forvet Ali Kuçik’in ise, muhtemelen hem Rapid Wien hem de Gaziantep maçında üzerinde tonla yük olacak. O nedenle, bu dar günde Ali Kuçikler’i arttırmak gerekiyor. Onlardan birisi, bu konunun sebebidir: Hasan Türk.

16 yaşındayken Bolton’a transferi söz konusu olmuş fakat son anda aile & yerleşim gibi sebeplerle Türkiye’de kalmıştı. U15’den itibaren, alt yaş kategorisinde devamlı milli olan bir oyuncudur kendisi. Sanıyorum Bolton scoutlarının gözüne de, bu turnuvalarda takılmıştır vakti zamanında. İki sezondur Beşiktaş A2 takımında forma giymektedir. Geçen sezon daha çok bench oyuncusu iken, bu sezon Erkan Kaş’ın Rize’ye kiralanması sebebiyle daha fazla 11 şansı yakalamaktadır. Hem kanat, hem de ortasahada oynayabilen, yaşına göre oldukça kuvvetli gözüken bir oyuncudur Hasan Türk.

Kendisini her iki bölgede de oynarken izleme şansını bulmuştum. Gayet iyi bir tekniğe sahip olmasına rağmen, takım oyununu birinci planda tutan; oyun içinde devamlılık gösteren, belli bir standardı koruyan; topla süratlice kaleye inebilen ve sol ayağına da oldukça hâkim olan bir yetenektir kendisi. Öyle ki; Caner Turp’un sakatlığı sonrası duran topları da o kullanmaya başlamıştır A2 takımında.

Hasan Türk; Tabata gibi “ortasahadan, kenara devşirme” bir oyuncudan ziyade; orijini “kanat” olmasına rağmen ortasaha da oynayabilen bir oyuncudur. Yani şu sıralar A Takım’da eksik bir bölge olarak gözüken, rakibin bıraktığı boş alanlarda topla cirit atabilecek bir kenar hücumcusudur. Bursaspor maçının son anlarında, İsmail kullanılmıştı ön alanda hatırlanacağı üzere. Hem defansif, hem de ofansif bir hamleydi o Ali Kuçik – İsmail değişikliği. Ancak İsmail’de, rakibin yarattığı boş alana hızlıca inme özelliği yok henüz, mental olarak o düzeyde değil. Bazı oyuncular hücumlara geriden destek vermeyi sever, topu en son alan oyuncu olmak istemezler. İsmail bende bu izlenimi uyandırıyor... Hasan Türk ise "hücumcu kanat oyuncusu" profiline daha yatkındır. Fiziki devamlılığı ile de, varolduğu takıma topsuz oyunda da oldukça katkı sağlayabilir. Yani, eksiklerin baş ağrıttığı şu dönemde; kenarda oturan çok iyi bir taktik oyuncusuna sahip olabilir Beşiktaş. Üstelik sadece bir profesyonel sözleşme ile…

Geçen sezon böyle bir ortamda Atınç Nukan profesyonel yapılmış, Manisaspor maçında da sahaya çıkmıştı. Aynı fırsatla; Hasan Türk gibi bir oyuncuyu hem profesyonel yapıp, kendine bağlamış; hem de kadro anlamında bir seçenek kazanmış olur Beşiktaş. Zaten Orhan Gülle gibi, her an başka kulüplerin de dikkatini çekebilecek ve elden yok pahasına kayıp gidebilecek bir oyuncudur… Bu aralar Orhan Gülle’nin performansı yeterince can sıkıyordur herhalde değil mi?

Ernst’in sakatlığıyla beraber, geçen sezon Necip için bir cümle kurmuştum; “Necip geleceğin değil, artık bugünün bir ihtiyacıdır.” diye. Aynı şeyi şu sıralar Hasan Türk ve Oğuz Ceylan için söyleyebilirim. Zapo gönderilecekse Furkan Şeker için de…

Erhan Güven’e giydiği 44 numara sebebiyle, memleket kıyakçığı yapıp “ama defansif olarak…” diye söze başlayabilirdim. Ama maalesef onu da göremiyoruz artık… Topla yeteneksizliğine, savrukça alınan pozisyon hatalarını da ekledi. Taktiksel olarak Hilbert’i ön tarafa atmak için, sağ bekte topla oldukça yetenekli ve sürekli hücum bindirmesi yapan, kendine güvenli bir çocuğu (Oğuz Ceylan) görmek istiyorum artık. Hatta Portekiz 4'lüsünü aynı anda sahada görebilmek için, sağbeki yerlileştirmek gerekebilir bazı bazı...

Valencia, Werder Bremen, Atletico Madrid… Gayet güzel. Ama arada şu Beşiktaş A2 ile de “görüşmelere başlanılsa” hiç fena olmayacak. Yazının başında da dediğim gibi; ligde hala 5 Türk oynatma zorunluluğu var…


Fotoğraflar: SonBarikat, DayLife

Kayıp

Dün 38 dakika boyunca “sonucun ne olacağını bilmeden” izliyordu maçı Beşiktaşlı. Bu dakikadan sonra ise, her ne kadar kendine itiraf edemese de; maçın Beşiktaş adına kayıp bir maç olacağını biliyordu.

Sahada Guti haricinde herkes takım oyuncusuydu Beşiktaş’ta. Takım iyiyse, bireylerde iyi gözükür; takım kötüyse bireyler de kötü gözükürdü. Ve genel olarak kötüydü sahada Beşiktaş, dar kadroyla alınan üç kritik galibiyet sonrası, bir zihin boşalması yaşamışlardı. Hilbert’in maç sonu; “Erken sevindik, maç 11’e 11 oynansa dahi kazanabilmemiz güçtü.” gibi bir açıklama yapması da bunu doğruluyordu. Galatasaray, CSKA, Bursa, Eskişehir dönemecinden bu eksik, neredeyse tek bir 11 seçeneği olan kadroyla kayıpsız geçmek, aslında bir hayalden ibaretti. Ancak takımın yüksek motivasyonu, taktik oyunuyla bu maça kadar kazanarak gelindi. Eskişehir maçındaki dirençsiz kaybın da üzüntüsü, buradan ileri geldi sanırım. Hayal kırıklığının tam tarifiydi…

Maçın 38. dakikasına kadar, Guti varlığıyla tehdit unsuruydu. Yine harika bir lob derin pasla, Ali Kuçik’i kaleyle burun buruna bıraktı, Kuçik iyi vuramadı. Sonrasında kendi top saklama becerisiyle fauller kazandırdı, onlardan birinde topu Necip’in kafasına süzdü… Ancak O’nda da bir haller vardı, bana göre son derece saçma bir kuralla atılmasına rağmen, Guti’nin kırmızısı kaçınılmazdı. Fiziki bir yorgunluk, düşme hâkimdi. Sağlıklı düşünemiyor, çabuk sinirleniyordu. Hafif bir faul sonrası, rakibe salladığı tekme buna işaretti.Beşiktaş’ın ortasahası bu maçı alacaksa “direnciyle” alacaktı. Ancak takımın genel afallaması, ortasahayı da etkiledi. Mesafeler çok açıldı, ortasahanın işi zorlaştı. Necip, en önemli eksiği olan “savruk faullerle” erken bir sarı kart aldı, sonrasında toplara sakınarak girdi. Bu da ortasahadaki en dirençli savaşçının, silahını elinden almak gibiydi… Ernst’in standardının altında oynadığı bir günde, Aurelio da her zamanki gibi savunmanın arasına giriyordu. O savunma, forvet oyunculardan uzak olunca arada oldukça büyük bir boşluk oluşmuştu. Tüm bunların üzerine Guti’nin de kırmızı kart görmesi eklenince; maç zamanla, arkasına iyi bir seyirci desteği almış ve moralli oynayan Eskişehir’in olacaktı.

İbrahim Üzülmez, “Bu sezon belki de en isteksiz oynadığımız maçtı.” demiş. Kişi kendisini iyi tanır tabi, belki de isteksizlerin en başında o vardı. Üst üste 3 pozisyon saydım, solbek kademesizliğinden verilen üç net pozisyon. Birinde Ersan çizgiden çıkarttı, diğerinde Cenk Batuhan’ın şutunda açıyı iyi daralttı, üçüncüsünde top çatala gitti… Hilbert’in sağbekteki ters kademelerini överken, solbekte sıradan kademeleri bile alamayan bir bekin var olduğunu düşününce; diğer savunmacıların iyi oyunu tamamen anlamsızlaşıyor. Ersan dün sol stoper olduğu kadar, ayrıca bir sol bekti. Kötü bir takımda, ancak birer takım oyuncusu olabilecek futbolcuları ayrı ayrı suçlamak istemem. Ancak burada söz konusu olay, bir sol bekin “asli görevini” yapmaktan kaçınması ya da yapamamasıdır. O zaman işler değişir…

Saygı duymak başka, gereksiz övgü ve korumacılık başka olaydır. İlk golde topa en son kayan Necip diye, “adamını kaçırdı” diyen spikerler ve buna uyan Beşiktaşlılar var… Yarım sezondur A Takım oyuncusu olarak bakılan 19’luk bir gence inanmamaya başlamak; 37 yaşına kadar hiçbir zaman iyi bir solbek olamamış adama, sadece koşu devamlılığı var diye sürekli gereksiz övgülerde bulunmak var… Bunlar benim canımı sıkıyor açıkçası, umarım yarın bir gün tribüne yansımaz. Necip’e, Ali’ye pozitif ayrımcılık devam eder. Hadi hiç "yıldız" olamadılar diyelim, kadro oyuncusu olarak dahi çok büyük kazanç sağlarlar Beşiktaş’a. Bugün “kadro oyuncusu bile” olamayacak futbolculara, 10 milyon Euro’ya yakın maaş ödüyor Beşiktaş…Devre arasından itibaren; vasat, hatta vasat altı ama “maliyetli” oyunculardan kurtulmak ve Beşiktaş’ın çehresini değiştirecek, topu bomba sanmayacak oyuncuları zamanla kazanmaya başlamak gerek. Bunun için de iyi bir planlama yapılması şart. Her iyi oyuncu, iyi transfer demek değildir…

Holosko, son iki, üç haftaya kadar “kurtulmak gerek!” denecek oyuncu kategorisindeydi. Geçen sezon yaşadığı tarak kemiği kırığı, onu bu hale düşürmüş, bir sakatlık fobisi getirmişti. Tam toparlanmışken, yine aynı sakatlığı geçirdi maalesef… Artık iflah olması güç, tam da tekrar piyasa yapmıştı. Ertuğrul Sağlam onu çok istiyordu… Şimdi ancak, Sivok’dan boşalan derin dondurucudaki yerini alabilir.

Necip de sakatlanmış, 1 ay yok… Guti de cezalı olacak Gaziantep maçında. Elde kalan sağlamlarla bir 11 yapılacak, o 11 şimdiden belli aslında. Başka da seçenek yok zaten… Nobre ve Quaresman'ın oynayabilecek duruma gelmesi önemli. Alternatif sıkıntısı açısından, Hasan Türk’ün hemen yarın profesyonel yapılıp, A Takım’la çalışmaya başlaması gerekiyor.

Eskişehirspor 2 - Beşiktaş 0

Maç Öncesi: Eskişehirspor - Beşiktaş

Ernst'in "bakımını" iyi yapmışlar hafta arası belli oluyor... İki maç daha vidalarını sıksın da, sonra helalinden bi christmas tatili yakışır abimize. Arkasındaki isim de, Beşiktaş'ın ikinci yarıda kadrosuna katacağı en iyi transfer olacak şüphesiz. Şimdiden antrenmalara çıkmış... Fernandes de gelsin, zaten oynatmıyorlar. Şimdiden alışsın, ilk röportajını yapsın. İstanbul denince "eheh mucho trafico..." falan desin.

Son maç kadrosu, aynı şekilde Eskişehir’e gidiyormuş gelen haberlere göre. A2’ye geri gönderilen Kemal Akbaba dışarıda kalabilir. Yine 17 kişilik bir takım kadrosu görebiliriz… Bu hafta içi A Takım’la çalışan oyuncuların profesyonel sözleşmesi bulunmuyor. Açıkçası, gördüğüm kadarıyla şuan için hücumda alternatif olacak pek bir hücumcu da yok, Hasan Türk’ün dışında.

Hasan Türk hem kanatlarda, hem de ortasahada oynayabilen dengeli, hızlı ve yaşına göre güçlü bir oyuncu. Şu sıralar profesyonel yapılıp, alternatif olarak tutulması Beşiktaş’ın hayrına olurdu. Zaten kalite olarak üzerinde durulması gereken bir isimdir kendisi, profesyonel sözleşmeyi geciktirmek olmuyor. Aklıma Orhan Gülle olayı geliyor... Bunun dışında, taktiksel anlamda da çok işe yarardı şu son ortamda. Örneğin, Bursa maçında olduğu gibi skor olarak avantajlıyken, hem oyunu tutan hem de çabuk rakip kaleye giden yedek bir kanat oyuncusu görülebilir Hasan Türk. Bu konuda İsmail Köybaşı’dan önde dahi olabilir…

İsmail, arka planda kalan bir hücumcu olarak görülebilir ama Bursa maçında Holosko’nun kafa pasıyla yakaladığı gol fırsatıyla görüldü ki; “ön tarafta” oynayan bir hücum oyuncusunda olması gereken “mental özelliklere” fazla sahip değil. Boş alanda hızlıca kaleye inmek yerine, topu kodese sokabiliyor. Bek dışında, defansif kanat veya soliç oyuncusu olarak görülebilir…

Eskişehir maçında kendisini yeniden bekte görmek isterdim. Bence Galatasaray ve Sofya maçlarında iyi iş çıkarttı. Şayet son 11 bozulmayacaksa, bu durum Necip’e de yansısın. Yine Ernst – Aurelio – Necip ile ortasaha tutulup, forvet arkası Guti’nin sanatsal faaliyetleri ile kenarlardan gol bölgesine akacak Kuçik ve Holosko’nun bulacağı pozisyonlara bakılsın. Bu takım kolaylıkla 4-6-0’a dönebiliyor topsuz oyunda ve istediği zaman tempo yapıp, önde basabiliyor. Şu ortamda en iyi plan budur bence…Bir diğer seçenek Tabata – Necip değişiminde yatıyor. Bu planda da; Guti yeniden ortasahanın içine geçiyor ve Holosko son maçta olduğu üzere orta forvette yer alıyor. Ben bu seçimi, ilk planın tutmaması durumunda gerçekleştirme taraftarıyım. Çıkan 11, Bursa maçının A Planı gibi olsun.

Quaresma’nın risk edilmemesini olumlu karşılıyorum. Zaten 2 kritik maç kaldı, birisi İnönü’de. Galatasaray, CSKA, Bursa üçgeninden 9 puanla çılan takım, bu maçları da halledebilir pekâlâ… Sezonun ikinci yarısında; adalesini tamamen onarmış, fit bir Quaresma’yı görmek hayalimdir.

Ali Kuçik için harika fırsatlar devam ediyor. Son maçlarda daha çok dolaylı katkılarıyla hocasının övgüsünü almış durumda. Ancak artık skoru da direkt etkilemesi gerekiyor yavaş yavaş… Biri mecazi olmak üzere, son iki maçta da direkten döndü gol imkanları. Bu maçın en güzel senaryosu, Ali’nin atacağı golle gelen bir 3 puan olurdu herhalde… Zaten çıkışta olan bir Beşiktaş’ın, kazanarak çıkışına devam etmesi başlı başına güzel bir senaryo olsa da; iyi performanslara golle devam etmek, “A Takım’a çıkıp damgasını vurdu!” etiketini yapıştırırdı Ali’ye. Bu da onun için, ikinci devrede de şans bulmaya devam etmesi anlamını taşırdı.

Sergio Pellissier

Bana “underrated santraforlar” listesi yap deseler, düşünmeden en başa Sergio Pellissier’i koyardım. Böylesine bir forvetin, futbol hayatı Chievo’da bitmek üzere neredeyse… İtalya’da forvet konusunda varlık içinde yokluk çekilir, genelde stiller birbirine benzer. Fiziki mücadelede gülcülerdir, son vuruşları da gayet iyidir. Hani, 3 pozisyondan 2’sini gol yaparlar…

Ancak, şu sıralar modern futbol fazlasını istiyor, İtalyan forvetleri de o “fazlasını” veremiyor artık. Klasik birer golcü olarak kaldılar. Son vuruşlarda İtalyan golcü standartlarının altında olmasına rağmen, sahte 9 oynayabilecek kadar “etrafını oynatma” özellikli ve de fiziğine rağmen hareketli bir oyuncu oluşuyla Iaquinta, asla vazgeçilemeyen bir isimdir mesela İtalyan Milli Takımı’nda.Şuana kadar sadece 1 kez milli olmuş, 31 yaşındaki Sergio Pellissier; aslında “fazlasını da yapan” bir oyuncu olmasına rağmen, bakan kör futbol piyasası sayesinde hak ettiği değeri bulamayanlardan. Henüz 19 yaşındayken, Torino alt yapısından Chievo’ya geçiş yaptı. Bir sezon Spal’da kiralık giydiği sezon dışında, tam 10 yıldır da bu formayı giymeye devam ediyor Pellissier. Takımının ligde kalmasında yıllarca savaş verdi, çoğunlukla maçlara “4-5-Pellissier” formasyonuyla çıkıldı. Hele Juventus deplasmanında 3-3 berabere kaldıkları bir maç var ki, tek başına 3lü forvet gibi oynayan Pellissier, her golü ayrı yetenek kokan bir hat-tricke imza atmıştı.

Pellissier’li Chievo yalnızca bir kez küme düştü, 2008 yılında onun attığı 22 gol sayesinde, çok fazla aşağıda kalmadılar. Hemen bir sezon sonra yükseldikleri Serie A’da yine gollerine devam edip, Lippi’ye 1 maç da olsa denenme şansını yakaladı. O tek maçlık milli takım onuru da, 30 yaşında gelmiş oldu. Kuzey İrlanda ile oynanan hazırlık maçında; aldığı kısacık süre içersinde golünü de attı ancak, Konfederasyon Kupası’na davet edilmedi ve bu heyecan başlamadan bitti.

Bugünlerde yine her tarzdan, her biri ayrı yetenek olan gollerden atmaya devam ediyor. Boyu fazla uzun olmamasına rağmen çok iyi sıçrıyor ve daha top havadayken en doğru pozisyonu alıyor. En büyük özelliği aralara kaçıp, yaptığı enfes son vuruşlardır. Onun dışında slalom golleri de yok değildir… Hani santrafor bölgesinde “direk sonuç verecek” bir adam arayan Beşiktaş, yarın Pellissier’e sahip olursa, net bir şekilde hücum çehresini değiştirirdi. Bu ligde güle oynaya 25’e yakın gol atar, Avrupa Ligi’nde de harika işler yapardı…

Hilbert’in Günü

Cuma akşamı İtalya’dan bir zirve maçı izledik. Sezonun sürpriz şampiyon adayı Lazio ile, son yılların ambargocusu Inter karşılaşıyordu. Maicon’un yokluğunda; yaşı, Zanetti’nin profesyonel futbol hayatına eşit olan Natalino şans bulmuştu sağbekte. Natalino, hemen her İtalyan bek gibi stoper de oynayabilen bir oyuncu, fiziki özellikleri de buna son derece müsait. Bir dönem özellikle de Mourinho’nun Chelsea’si sayesinde bu tip bekler moda olmuştu. Ancak artık yavaş yavaş bu bek kuralı değişiyor…

Beklere artık hücum silahı olarak bakılmaya başlandı ciddi anlamda. Çünkü hemen her takım artık iyi alan savunması yapıyor ve sadece bekler gerekli boş alanı bulabiliyor. Buralarda devamlılığı olan ve topla ilişkisi fena olmayan bir bek oyuncusu, takımı fazlasıyla değiştirir… Hilbert değiştirdi mesela. Neleri değiştirdiğini; Erhan’la 75 dakika bulunamayan pozisyonların, Hilbert’in girişiyle 15 dakikada üst üste bulunmasıyla anlamıştık Kasımpaşa maçında.

Hücum katkılarının dışında, savunma olarak da şuan Beşiktaş’ın elindeki en iyi bek oyuncusudur şüphesiz. Ozan İpek, tıpkı geçen yıl olduğu gibi uzak direk koşularıyla 2 gol atabilirdi bugün. Ancak Hilbert, taktik savunma becerileriyle, harika ters kademeler yaparak bu tehlikeleri önledi… Ancak bu pozisyonlardan daha basitiyle karşılaşan Üzülmez, rahat pozisyonda Volkan’a vurdurmuştu mesela yine ilk yarıda… Ortalama bir Alman açık oyuncusu, yıllarca bek oynayan Türk oyunculara nazaran daha fazla savunma bilgisine sahip. Taktik futbol diyebileceğimiz, basit kavramlar bile öğretilmiyor oyuncular yetişirken. Attıkları iki çalıma tav olup, topçuya “futbolcu” diyoruz. Beşiktaş öz kaynağı bu konuda bir hayli yol aldı ama açıkça söylemek gerekirse…“Ali Kuçik istediğimiz her şeyi yaptı. Bulduğu şansı mükemmel değerlendirdi. Onun hızından ve hareketliliğinden faydalanmak istiyorduk, başardık.” Bu sözler maçtan sonra Ömer Güvenç’in “hocam Ali Kuçik’i oynatmak risk değil miydi?” sorusuna cevap veren Schuster’den geldi. Hakikaten, Nobre’nin yerine Ali Kuçik’le hücumunu şenlendiren Beşiktaş, bugün dönem dönem İspanyol takımı gibiydi. Alan değiştiren ortasahalar, sürekli deplase olan hareketli forvetler… Guti’nin en uçta olduğu bir 4-3-1-2 sisteminde oldukça denge bozdular. Hatta ben İbrahim Öztürk’ün sakatlanışını da, bu hareketli hücum hattına bağlıyorum. Nobre’yi savunmak, insanın adalesini zorlayan bir etken değildir. Ama Ali Kuçik – Holosko ikilisi varsa, ne olursa olsun her zaman tetikte olmalıdır stoperler.

İbrahim savunma becerisini, atletik yapısıyla harmanlayan nadir yerli stoperlerdendir. Bugün onun çıkışı, Mexes Serdar’ın girişi maçı Beşiktaş’a getiren etkenlerden biriydi. Serdar, tip olarak daha doğrusu saç olarak benzediği Mexes’ten çabukluğunu almış ama daha çok “sakarlığından” nem kapmış. Kolayca penaltı yaptıracak, kart alacak savruk bir oyuncudur kendisi. Ancak beklediğim kadar sırıtmadı oyunda, iyi idare etti açıkçası…

Bana göre Hilbert’ten sonra sahanın en iyisi olan Necip, ikinci yarıda yerini Tabata’ya bırakıyordu. Bu değişiklikten hiç hoşlanmadığımı söyleyebilirim, ama aldığı darbe dolayısıyla maça devam edemediyse bilemem tabii… Oyuna giren Tabata’yla, Holosko’nun ortada yer alacağı bir 3’lü hücum hattına geçildi, Guti tekrar arkada oynamaya başladı. Hadi Tabata, Necip’ten daha yaratıcı bir oyuncu olduğu için sahaya girdi diyelim; öyle olsa dahi Necip’in takıma kattığı direnç, ekstra hücumları beraberinde getiriyordu. Aynı zamanda da, Bursaspor’un gelişme eğiliminde olan ataklarının sönmesinde çok etkiliydi…
Zaten Beşiktaş bu maçta yaratıcılıktan ziyade, “tempo yaparak” gol atacaktı, bu her halinden belliydi. Nitekim öyle de oldu; Ersan’ın hücumda kaybettiği topa, hemen olay yerinde tekrar basması, akabinde Aurelio’nun desteği, Hilbert’in tek pasla Holosko’yu buluşturması ve gol. “Pres yapıyorum, koru beni!” konusunda bahsettiğimiz üzere, hücum yapmak isteyen bir takımın asla vazgeçmemesi gereken “topun kaybedildiği yere, şok pres” olayıyla gol gelmiş oldu.

Necip sahada kalsaydı bu tip ataklar daha sık gelişirdi, hem de skoru korumak adına takım daha ciddi bir direnç koyardı. Zaten Tabata’dan, Holosko’yu kaçırdığı bir top dışında pek “ofansif” katkı da göremedik. Kim bilir, belki de Necip sahada kalsa, Guti önde oynamaya devam edecek ve o derin pasları daha sık yapacaktı…

Çok kritik bir dönem 6 puanla atlatılarak, gereksiz kayıplar bir nebze affedildi. Ancak bir o kadar da, özellikle İnönü'de kaçan fırsatlara daha fazla yanmamızı sağladı bu galibiyetler… 5 gün sonra Eskişehir deplasmanı var, çıkışı perçinlemek için iyi bir fırsat.

Bugün ilk yarıdaki şablonu ve oyunu çok beğendim açıkçası. Fernandes, öyle bir sisteme dâhil olursa fazlasıyla etkili olur gibi duruyor. Böylelikle Guti de forvetlere yakın kalabiliyor… Ancak o zaman alınacak santraforun stili bir hayli önem taşır. Almeida tarzı bir oyuncu gelirse; A Planı yine 4-3-3 olarak kalır. Ancak süratli, akıcı oyunu seven bir forvet gelirse, bu plan tutabilir.

Beşiktaş 1 - Bursaspor 0

Sahte 7 Fernandes

2007 yılının şampiyonluk maçıydı sanırım Premier League’de, ya da bir önceki hafta olabilir… Manchester United Everton deplasmanındaydı, Chelsea’de kendi evinde oynuyordu. Maçlar dönüşümlü verilmiş, ekran başında epey eğlenmiştik… Fernandes “kalçasıyla” güç alıp, olduğu yerden sert bir vuruş çıkarmış, harika bir gol atmıştı…

Schuster’in açıklaması, akabinde borsaya düşen bilgiyle de artık “Beşiktaş’ta!” diyebileceğimiz, bizim “Blade görünümlü” yeni Portekizliyle tanışmam böyle olmuştu. O maçta Everton’un hücum hattında yer alıyordu hatırladığım kadarıyla, özellikle de kanatlarda sık görünüyordu. Zaten stili ve kişisel yeteneklerine bakıldığı zaman, kenarlarda oynatıldığı taktirde de sürpriz girişimlerde bulunacak, yaratıcılık özelliklerini öne çıkarabilecek bir oyuncu olduğu görülüyor.

Baskı altında olmasına rağmen kolay kolay topu vermemesi, hareketli ve akıcı oyunu, driblingleri, adam eksiltme özelliği ve de harika uzun şutlarıyla hücumsal anlamda bir takımı değiştirebilir Fernandes. Tüm bu kişisel yeteneklerine; ortasaha oynayabilecek kadar “mücadele devamlılığı” ve oyun zekâsını da ekleyince; Valencia’nın verdiği uçuk bonservise normal diyebiliriz, her ne kadar hovarda sezonlarında bu transferi yapsalar da…“Bu kadar yetenekli de, niye 24 yaşında Türkiye’ye geldi?” sorusu sorulabilir elbette. Yetenekleri ülkemiz futboluna fazla gelmesine rağmen, yolu buraya düşen her oyuncu gibi O’nun da bir “defosu” var: Sakatlıklar… 6 ay süren bir sakatlığından sonra, sahaya yeni dönmüşken tekrar sakatlanmıştı geçtiğimiz sezon. O nedenle 2009/2010 sezonu tamamen “kayıp bir yıl” olmuştu O’nun için. Sakatlıkları şanssızlıktan mı, ya da Moyes’in belirttiği üzere; kendisine bakmamasından mı? Bilemiyoruz.

Sanıyorum ki Schuster ve Beşiktaş yönetimi, bu riski “alınabilir” görmüşler. Zaten son dönemde moda olduğu üzere, satın alma opsiyonuyla kiralanacak bu oyuncu. Bu aralar Ibrahimovic, Cavani gibi oyuncular bile öyle alınıyor. 2012’de devreye girecek kriterler sebebiyle, herkesin eli daha sıkı bu konuda. Oyuncunun takım içindeki konumunu, performansını görmeden kimse ezbere para ödemek istemiyor. Beşiktaş da Fernandes’i yarım sezon izleyerek; sakatlık durumu ve takıma sağlayacağı katkılar konusunda fikir sahibi olup, satın alma opsiyonunu değerlendirecektir... Haberlere göre 8 milyon Euro olarak belirlemiş Valencia bu fiyatı. Sakatlıktan kurtulmuş ve Valencia’daki ilk sezon performansını yakalamış bir Fernandes için, hiç de öyle abartılı bir rakam değildir bu… Zaten bu sezon futbola dönmüş gözüküyor, ayrıca son dönemde Portekiz Milli Takımı’na da sürekli alınır oldu.Gelelim Fernandes’in, Schuster’in Beşiktaş’ındaki olası konumuna… Sneijder’in Real Madrid’de farklı bir rolü vardı Schuster döneminde. Guti’nin daha önde gözükmesi ve topsuz oyunda işinin kolaylaşması adına, sıklıkla ortasahaya kayan bir kenar oyuncusuydu. Bugünlerde Schuster aynen ona verdiği rolü, Tabata’ya bırakmış durumda Beşiktaş’ta. Biliyorum, bu durum Sneijder’in kulağına gitse, adam kahrından ölür… Ama yapacak bir şey yok, elde Tabata vardı ve kısaca “sahte 7” diyebileceğimiz noktada o oynuyordu.

Ben Fernandes’in ortasahadan ziyade, bu bölgeye transfer edildiğini düşünüyorum. Hem ortasaha, hem de bir kenar oyuncusu konumuna… Zaten özellik olarak da oldukça yatkın bir isimdir bu role. Ortada daha önemli eksikler varken, direkt olarak Fernandes’in kiralanmasını ben böyle daha açıklayıcı ve anlamlı buluyorum. Elbette yeri ve zamanına göre ortasahanın içinde de kullanılabilir. Ancak aşağıda resmedilen, özellikle Avrupa Ligi’nin devamında kullanılacak ideal bir takımda; Fernandes’in "sahte 7" pozisyonunda oynayacağına ve takımı ciddi şekilde değiştirebileceğine inanıyorum.Böyle bir durumda Beşiktaş sadece Quaresma’nın olduğu kanattan değil, Fernandes’in kanadından da ezber bozabilir, sürpriz akınlar gerçekleştirebilir. Çünkü Fernandes’in de adam eksiltme özelliği hiç de öyle “klas kanat adamlarından” aşağı kalır değildir. Bununla beraber ortasaha oyunu, şut ve pas isabeti konusunda Tabata’ya göre siyah-beyaz farkı yaşatacaktır.

Maç Öncesi: Beşiktaş - Bursaspor

Lafı fazla uzatmayayım. Malum, Fernandes’le uğraşırken maça yarım günden daha az bir zaman kaldı. Ali Kuçik için bulunmaz bir fırsat, yarın büyük ihtimalle 11’de olacak. Şu sıralar gözüne uyku girmiyordur… Dikkat etsin, maç saati İngiliz yarın… Türk Brezilyalı daha 2 maç yok gibi, Japon Brezilyalı’nın da durumu maç saatinde belli olacakmış.

Hiç kasmasın, Necip oynasın o bölgede. Zaten çok yabancı değil kenarlarda oynamak konusunda. Topla daha iyi kat eder, adam eksiltme özelliği bile daha iyidir. Zaten Necip aslında ofansif bir oyuncu, ortasahada da mücadele ve oyun zekası bakımında rahatlıkla oynayabilmesi onun ekstra kalitesidir. Tabii ideal bir kanat oyuncusuna göre eksik kalır, ama Tabata’yı asla aratmaz.Şu da var; bu takım kolaylıkla 4-0 biten Ankaragücü maçında olduğu gibi 4-3-1-2 düzenine dönebilir, zaten gizliden gizliye öyle oynayacaktır takım. Bu durumda Guti rakip ceza sahasına daha yakın oynar, Holosko ve Kuçik’i daha sık kaçırır.

Yalnız muhtemelen Bursaspor defansını derinde tutacaktır, bu kaçırma işi biraz zor olabilir. Guti için değil de, Holosko bugün Pedro’nun ilk golde yaptığı gibi; dar alanda kısa koşular yapıp, karşı karşıya kalacak şeytan bir oyuncu değil maalesef. Ali Kuçik bu işi görebilir ama… Zaten olur da yarın gol atarsa, kendime 3 gün resmi tatil ilan edeceğim. Bu arada A2'nin santraforu Kemal Akbaba da maç kadrosuna alınmış. Bir maçını izledim sadece, pek bir fikir edinemedim. Ama hareketsiz bir oyuncu gibi duruyordu. Genç diye de çok heyecan yapmayın, Bobo'dan 2 yaş falan küçük.

Kadroda belirtmedim ama Zapo'nun bu maçta da devam edeceğine inanıyorum. Gol mol de attı, umarım oynatılarak ödüllendirilir ve yerini daha asgari şekilde kaybeden bir savunmayla oynar Beşiktaş. Cenk oynayacak duruma geldiyse kesinlikle kalede olmalı. Hakan dalgın, şaşkın... En ufak bir hatasında maçtan kopabilir.Bursaspor son dönemde ideal bir 4-3-3 oyunu oynamaya başladı takip ettiğim kadarıyla. Özellikle Insua sol içte baya baya akıyor… Kayseri’ye karşı hem Insua hem de Batalla 11’de forma giydi. Gayet değişken ve hücumcu bir takıma bürünmüştü Bursaspor. Bu maçta da Ertuğrul Sağlam aynı kumarı oynar mı, yoksa yeniden Svensson – Ergic ortasahasına geçer de, Insua ya da Batalla’yı tekrar forvet arkası mı kullanır göreceğiz. Hücumda ise Volkan – Sercan – Ozan üçlüsünü bekliyorum… Sıkı maç olacak.

Kuçik Ali

Fotoğraf yanlış anlaşılmasın; Holosko A2’ye gönderilmedi, Kuçik yine bir Avrupa Ligi maçına çıktı… Bu kare UEFA'nın resmi internet sitesinden, Ali Kuçik için büyük onur ve motivasyon kaynağı. Sakatlanan Nobre’nin yerine “santrafor” pozisyonunda ikinci yarıya başladı. Elde avuçta durmayan stiliyle ikinci golde büyük katkı sağladı, hareketliği başlı başına bir tehdit unsuru oldu. Attırdığı golde dikkatimi çeken nokta ise, topu kaptıktan sonra heyecana kapılmayışıydı. Bir adım geri çekilip, sabit durarak Holosko’ya rahat vuruş imkanı sağladı.

Bunu neden kayda değer görüyorum? Çünkü, birkaç hafta evvelki Kasımpaşa maçını hatırlarsanız, orada bir arkadaşımız boş kaleye topu vurmak üzere olan Guti’ye savunma yapmıştı… Oyun zekası yaşta ya da tecrübede olmuyor maalesef. O pozisyondan önce yine gole yaklaşmıştı aslında, önce kazayla da olsa Tabata’yla verkaça girmeyi başarmış, sol ayağıyla şutunu atmıştı. O top sağ ayağına gelse hem isabetli, hem de daha bir köşeye vurabilecek bir oyuncudur ancak soluyla vurunca top cepheden gitti, ama yine de gol olabilirdi.Nobre’nin devreyi kapattığı haberi, Ali Kuçik’in Bursa maçından itibaren “daha da fazla” şans bulacağını işaret ediyor. Zaten orta forvetteki bir Nobre’ye nazaran daha faydalı olabilecek bir oyuncudur. Belki fiziki mücadelede eksik kalır ona göre ama “statik” bir oyuncu olmayışı, sürekli kenarlara deplase olması, aralara hızlı kaçmasıyla rakip stoperleri daha bir hataya zorlayacak oyuncudur. Bugün ikinci goldeki katkısıyla, hatta öncesi ve sonrasıyla da “pres gücüne” şahit olduk… Hayırlısı olsun bakalım.

Maçla ilgili söylenecek pek fazla bir şey yok sanırım. Oldukça temposuz bir maçtı, özellikle de ilk yarısıyla… Hani Ernst’e “dinlensin” dedik ama İstanbul’da bırakılsaydı ve eşiyle sahilde bir iki tur atsaydı daha fazla yorulurdu sanki. Rakip kendini arkaya atınca, Beşiktaş defansı da çizgisini epeyce önde tutunca; Aurelio ve Ernst’in koşu alanı daraldı, işleri kolaylaştı… Guti’nin oynama alanı daha açıktı yine, hem bir ortasaha hem de hücum destekçisiydi ve maç boyunca fazlasıyla didindi. Her geçen gün duyduğum saygı büyüyor bu büyük insana… Maçın sonlarında; Beşiktaşlı bir oyuncu sakatlandığı için duran oyunu, Guti tekrar başlatacaktı. Normalde bu gibi durumlarda, skor da “sakat” gidiyorsa, topa sahip oyuncu rakip kaleciye kadar abanırdı. Ama Guti, oyun durmadan önce atak nerede gelişiyorsa, oradaki oyuncunun ayağına pası verdi. Yani bir nevi centilmenlik dersi…Kilit yine ilk maçtaki gibi açıldı. Guti kale alanına harika aşırdı ve bu kez kafayı vuran Zapo’ydu. Cepheden atılan duran toplar fena değil de, kornerler hala felaket Beşiktaş’ta… Rakip için olması gereken tehlike, Beşiktaş’ın kalesinde oluyor kontralarla. O ön direkte ne gibi bir organizasyon çalışıldıysa, maç boyunca hiç olmadı ama hep de denendi…

Nietzsche’yi tersten anlayıp “unutmayan iyileşir” felsefesiyle Hakan, aynı tip hatadan goller yedirmeye devam ediyor ve artık ciddi şekilde can sıkıyor… Fizik kurallarına aykırı bir şekilde kurtarış yapıp, sakatlanan Cenk'e dualarımız sonsuz, umarım ciddi bir durumu yoktur... Golün dışında, ilk yarıda bir iki kez çizgi defansın arkasına kaçtı CSKA. Genelde Beşiktaş kendini pek paralamadan istediğini aldı ve ilk kez gruptan çıkma tadını yaşattı…

Galibiyetle birlikte bu turun gelmesi ayrıca güzel oldu. 2 tam puan alan Beşiktaş, an itibariyle Twente’yi UEFA sıralamasında geride bıraktı ve birbirine çok yakın puanları olan 4-5 takımlık bir gruba ciddi şekilde yanaştı…

Schuster basın toplantısında Fernandes transferinin bittiğini açıklamış. Valencia’nın Şampiyonlar Ligi’ne devam etmesiyle birlikte, Fernandes’in Avrupa Ligi’nde oynama olanağı doğmuştu. Çok önemli katkılar yapabilir, madem transfer bitti önümüzdeki günlerde hakkında bir yazı yazmak gerekecek… İkinci turdan itibaren geçerli olacak yeni listede, ancak 3 oyuncunun ismi değişebiliyor. Sivok ve Fernandes’le ikisi kapandı bile. Muhtemelen 3. değişiklik de, bugün Schuster’in de belirttiği üzere yeni bir santrafor olacaktır…

CSKA Sofya 1 - Beşiktaş 2

Arka sayfalardan;
Ali Kuçik ve Onur Bayramoğlu ile 4-3-3

Sofya Maçı Öncesi ve UEFA Puanı Meselesi

Olası bir beraberlik; Rapid Wien maçını tamamen değersiz kılabilir. Desem de siz inanmayın… Gruptan çıkma konusunda bir etkisi olmayabilir ama Avrupa’da alınacak her galibiyet net 2 puan demektir kulüp bazında. Sene sonunda yapılan sıralamalarda, 0.2 puan bile bir iki basamak fark ettirebiliyor. Örneğin AZ Alkmaar; sadece 0.411 puanlık bir farkla 2. torbadan sıyrılıp, 1. torbadan katıldı Avrupa Ligi Grupları’na…

Yani küsurat sayılacak rakamlar bile büyük etki ederken, galibiyetle gelen 2 tam puan; bir takımın yaklaşık 5-6 basamak üste tırmanması anlamına gelebiliyor. Üstelik Beşiktaş’ın da içinde bulunduğu grup, puansal olarak daha bir sıkışık… CSKA Sofya ve Rapid Wien maçlarından alınacak iki galibiyet, Beşiktaş’a çeyrek final oynadığı 100. yılından sonraki en iyi “puan” sezonunu yaşatır, UEFA sıralaması bazında…Beşiktaş’ın alacağı bu puanlar, gelecek sezonlarda Şampiyonlar Ligi Play-Off’ları ya da grup torbalarındaki konumunda belirleyici olacaktır. Tabii bir de işin bu kısmı var; Beşiktaş Schuster’le beraber sıkı bir Avrupa takımı olmak istiyorsa, kadro yapısı anlamında daha çok yolu olacak. Bunun için ek gelirler de gerekiyor ki; bu ancak Şampiyonlar Ligi ile mümkün. Bu uğurda da, Pazar günü çok kritik bir maça çıkılacak…

"Ernst ve Guti’nin adalelerini fazla zorlamamak gerek" diyor ve CSKA maçının muhabbetine başlıyorum… Zaten yorgun bir Ernst’in, çok fazla fayda vermediği de görülüyordu son maçlarda. Necip, diri olmayan bir Ernst'e göre her zaman daha iyi bir seçenektir. Biraz soluklandırmak gerek saçsız kralı... Muhtemelen Guti oynayacaktır ama bence onu da bu sert deplasmandan uzak tutmak akıllıca olurdu. Ben Tabata’ya bir mevki hariç olumsuz rapor veriyorum, ancak ortasahanın içlerinde oynadığı vakit “yorum yapmaktan çekiniyorum”… Hani “olur” da demiyorum ama orada gözüme daha faydalı geliyor. İnönü’deki Porto maçında bana göre iyi oynamıştı o bölgede. Nobre’yi yine Porto ve Konya maçına benzer bir şekilde merkezde görmek isterdim. Etrafında aralara kaçmaya hazır iki hücumcu ile, ortasaha arasında bir bağlantı görevinde…Daha çok "gönlümden geçen" bir kadrodur bu, muhtemelden ziyade… Muhtemelen; Kuçik kenarda oturur, Tabata önde oynar ve Guti sahada olur… Sakat Quaresma ve cezalı Toraman, takım bütünlüğü, destek, motivasyon gibi sebeplerle maç kafilesindeler. Bakıyorum da, Quaresma'nın takım elbiseli hali bile; rakip teknik direktörün hesaplarını karıştıracak cinsten. İşe yaraya bilir!

Onların yokluğunu baz alırsak maç kadrosuna 17 kişi diyebiliriz… İki yedek kaleci olacak, haliyle Erhan’ı da sayarsak kenarda 4 adet futbolcu olacak oyuna müdahale anlamında. Diyeceğim odur ki; Kuçik’i bir şekilde sahada görmemiz mümkün… Holosko’nun 20 maçtır yapamadığı, “Guti’ye topu verip, boşa hareketlenme” olayını, Galatasaray maçında aldığı kısacık sürede denedi. Sırf bu sebeple bile kadroda olması gereken bir oyuncuydu, sanırım en azından devre sonuna kadar kadroda kalacak…

Bu maçta tandem mecburen Zapo – Ersan olacak, şimdi onlar düşünsün! İyi planlanmış bir devre arası sonrası, Toraman’ın ikinci yarıda daha bir çok maça “motivasyon” amacıyla gitmesi gerekir bana göre… Artık İsmail’i “as oyuncumuzsun!” güvenini hissetmek için, üst üste 11’e yazmak gerekiyor. Maç temposuna ve güvene ihtiyacı var, tıpkı Cenk gibi…

Kitap, Futbol, Sinema, Müzik, Barcelona,...

Guardiola maçtan sonra; “Bu sonuç senelerin birikimidir.” demiş ve olayı direkt özetlemiştir bence. Seneler önce bugünün hayali kuruluyordu ve hiçbir zaman vazgeçilmedi. Her geçen gün üzerine koydular, alt yapıdan çıkan oyuncularla temel oluşturuldu ve bu felsefeye uygun “yetenekli” oyuncularla gedikler kapatıldı…

Barcelona’nın oynadığı oyuna “futbol diyememek” klişeden ibaret oldu ama aradaki bu farkı anlatacak başka bir tanımlama yapmak güç. Bir tane Barcelona var ve şuanda çok farklı bir şey oynuyor, kendine özgü oyununu oynarken üstelik başarı farkını da gayet “net” ortaya koyuyor. Yani Bielsa’nın Şili’si de farklı bir şey oynuyordu; ancak farklı bir şey yaparken, bir de ezeli rakibine canı çektiğinde 5 atmak asıl mesele…

Zor olanı seçtiler… “Top bizim olsun” dediler, ortada “topsuz oyun” kavramı bırakmadılar ve uçurum da buradan doğdu, oynadıkları şeye “futbol” denmemesi de… Dünkü maçta Busquets’in, Macherano’ya seçimi, hatta sene başında Yaya Toure’nin gönderilişi de belki de bu sebepleydi. Top Barcelona’da kaldığı sürece, fiziki mücadeleye zaten pek yer yoktu.

Bu bağlamda Alves transferi de çok önemliydi birkaç yıl evvel. Barcelona’nın uçuşunda önemli bir basamaktır. Onunla beraber, pas oyununa savunma da daha dinamik şekilde katıldı. Ortasahada sıkışan toplar, Alves’in yetenekli ayaklarına atıldı ve oyunlar genişlik kazanabildi. Bu küçük farklar Messi’nin Arjantin’de olduğu gibi topu geriden almasına meyil vermedi, kaleye yakın bıraktı… Aynı şeyi yapabilecek bir solbek transferi işleri daha da kolaylaştırır. Coentrao gibi mesela… Diyeceğim odur ki; bana göre Barcelona oynadığı oyunda “uç noktaya” varmamıştır hala, yine oyuncu kalitesini genişletebilir ve durum daha korkunç bir hal alabilir Real Madrid için.Çünkü Barcelona’nın oyununa uyum sağlayacak iyi bir transfer, takımı alıp yukarıya taşıyor. Real Madrid’in için ise “iyi transferler” sadece alabilecekleri puan sayısını arttırabiliyor… Keza Ronaldo’yla falan arttı bu puan geçen sene, ama sonuç değişmedi. Messi’ye zeval gelmedikten sonra, pek de değişeceğe benzemiyor. Bu kadar güzel işleyen çarkta, topa sürekli sahip olan takımda bir de Dünya’nın en iyisi eklenince; ortaya böyle “Barcelona Sporu” gibi yeni bir kavram çıkıyor.

“Bu Barcelona’yı yenmek artık zor.” dediği için kovulan Schuster, epey bir süre “Barcelona’yı iki maçta da yenen son Real Madrid teknik direktörü” sıfatını kaptırmayacağa benziyor. Mourinho iki maçta birden kazanması zor gözükse de, hala Barcelona’yı yenebilir. Ama Inter’de yaptığı gibi, topun Barcelona’da kalacağı gerçeğini “kabul ederek”. Dünkü gibi “fiyaka bozma” harekâtıyla sahaya çıktığı her maçta bozguna uğrar… Bunun sebebi; en başta konuştuğumuz konulardır. Barcelona bugüne bir günde gelmedi… Aslında Mourinho da bunun farkındaydı, o da maçın özetini haftalar önce geçmişti zaten; “Real Madrid kendi ekolünü oluşturması için, alt yapısına özen gösterip seneler boyu sürecek bir çalışma içine girmelidir.” Tam böyle dememiş olabilir ama anlatılmak istenen mevzu buydu… Onun dışında maç sonrası açıklamalarını dinlerken televizyonu otomatik kapamaya aldım, sonra bir baktım ki uyumuşum…

Alt yapı demişken… Barcelona bile, alt yapıdan çıkarttığı oyuncularda %100 isabet sağlayamıyor. İbrahim Üzülmez’in solundan atıp, sağından geçtiği Gerard’la, dün 110 isabetli pasla sezon rekoru kıran Xavi aynı dönemden çıkma… Gerard’a bakıp “yok yahu, olmayacak bu iş!” demediler, iyinin üstünde durdular ve Xavi’yi kazandılar. Ama denediler, denemeseler Xavi’nin de farkında olmayacaklardı. Sağbekte Oleguer’i denediler, olmadı Daniel Alves geldi. Ama denemeye devam edecekler, belki de Alves giderken yerini yine bir Barcelona çocuğuna bırakacak…

Anlatmak istediğim şu ki; bizim memleketimizde alt yapıdan çıkan bir oyuncu yeteneksiz, ya da “kafa olarak” sıkıntılı bir oyuncu olarak göze çarpınca, hemen “bizim alt yapı adam olmaz!” kanısı konuyor. Denemeyi ve güvenmeyi anında bırakıyoruz… Bir de her çıkana Arda, Sergen olacak gözüyle de bakmamak gerek. Futbol 11 kişiyle oynanıyor ve günümüzde maksimum 4 adet “topla yeteneği ile öne çıkmış” adama ihtiyaç oluyor aynı takım içinde. Peki, geriye kalan 7 kişilik kontenjan ne olacak? Ne olacağını söyleyeyim; vasat oyuncular Euro zengini yapılacak…Maçla ilgili pek bir şey yazmamışım farkına vardım da, yazacak bir şey yok zaten… Barcelona’yı yaşadığımız için şanslıyız. Çünkü futbolla alakasız bir adam bile "iki Barcelona izliyim" diyip, maç günlerini bekleyebiliyor. Artık bir hobi oluverdiler başlı başına... Ama şu El Clasico’lar biraz daha denk geçse hiç fena olmaz hani! Guardiola’yı itip, çaresizliğini belgeleyen Ronaldo’ya; 12 kişiye çıksa bile sonucu değiştirmesi güç olan rakibini, “10 kişiye düşürmek” için “hadi yau” diyen Carvalho’nun koltuk altına giren Messi’ye; sahada bir anda Koyu Bilal’e dönen Ramos’a kızmıştım ama onlar da olmasa ortam gerilmeyecek, maç El Clasico’ya hiç benzemeyecekti. Yani 2-6’lık maç bile bu kadar tek taraflı değildi. Bir ara NtvSpor’a telefon edip; “hocam El Clasico dedin ama bunlar Valladolid çıktı?” diyesim geldi.