Kazanan Oyun

Milli Takım iyi oynadığında beni hep bir korku sarmıştır ezelden beri. Güzel oynayıp da, kazandığımız maçı hatırlamıyorum. 6-4’lük Galler maçı örnek olabilir belki… Genelde, özellikle de “tarihi zafer” denilecek galibiyetlerde, her zaman rakipler daha üstün oynamış; ya da maç çok muallâk gitmiş ama sonunda Türkiye kazanmıştır. 1-4’lük sansasyonel Yunanistan maçı da bunlara dahil aslında. Vurduğumuz girmişti…

Dün Avusturya maçındaki oyun pek iç açıcı olmayabilirdi. Ancak maçın hiçbir anında “kaybederiz” hissine kapılmadım. Rakip zayıf, eksik olabilir ancak Belçika’ya deplasmanda 4 atmış bir takımdı nihayetinde. Buna rağmen penaltı pozisyonu dışında gollük akın yapamadılar. Oyun sürekli dengede gitti; “ezber bozan” oyuncular hangi taraftaysa o kazanacaktı, bu da Türkiye’ydi…“Arda olmasaydı işimiz çok zordu” gibi bir kanı oluştu maçtan sonra. Ancak Arda gibi oyuncuların anlamı, zaten böyle maçlarda ortaya çıkar. 3-2, 4-4 gibi skorlarla bitecek, topun sürekli kale değiştirdiği maçlarda "yaratıcı oyuncuların" yapacağı etki; kontrollü giden, tek golün bile çok şeyi değiştireceği maçlarda yapacakları etkiye göre çok daha azdır. Keza bu aralar Alex'in Fenerbahçe'ye yaptığı katkı, yine bu mantığın ürünüdür. Zaten Arda’nın bireysel olarak tabela değiştirme şansı, bu maçın taktiğinde direkt olarak düşünülmüştür Hiddink tarafından.

Mustafa Denizli milli takımın başındayken, “keşke Sergen kulüp takımında kötü oynasa da, hemen alıp onu Milli Takım’da oynatsam; kendini orada gösterme çabasında bulunsa” diye düşünürmüş. Bunu kendisi açıkladı… Aynı durum, dün Arda için geçerliydi sanki. Kendini biran önce ispat çabasında olacaktı; o nedenle Hiddink maç eksiğine rağmen ona ilk 11 şansı verdi ve plan tuttu… Attığı gol şahane; boşa hareketlenme, ters çalım ve son vuruş.

Hakan Balta’nın İsmail’e tercihini yanlış bulmuştum maçın öncesinde. Ancak maç anında hem Avusturya’nın oyun stilini, hem de genel oyun akışını gördüğümde; bu seçim daha anlaşılır hale geldi kendi adıma… Çoğunlukla set oyunu oynanıyordu; beklerden gelecek ofansif katkı öncelik değildi. Zaten amaçlardan biri; ceza sahasına isabetli orta olsaydı, Burak yerine Semih tercihini de görebilirdik. Hakan tercihi tamamen topsuz oyun sebebiyleydi. Uzun topa dayalı oynayan Avusturya’ya karşı fiziki bir önlemdi…Mehmet Ekici teknik olarak direk futbolcu, topu alışıyla bile belli ediyor bunu. Ancak gördüğüm kadarıyla öne çıkan net bir özelliği yok. Ama Hiddink nedense seviyor böyle oyuncuları; Özer de bu tip bir oyuncuydu, onda bulamadığını bu aralar Ekici’de arıyor.

Lakin; ben Mehmet Ekici’nin uğruna Nuri’yi arkada oynatmazdım. Ya da; uzak forvetli oyundan vazgeçmezdim… Dün Hamit, burada sıkça tabirini kullandığım tipik bir “sahte 7” görevi üstlenmişti. Görevi sağ kanattı ancak asıl desteği ortasahaya verdi, kanat değil forvet arkası gibi oynadı zamanla. Ekici ise Burak’ın arkasında serbest oyuncu gibiydi; yeri geliyor ortasahayı üçlüyordu.

Bence gelecek planında; Nuri buradaki Mehmet Ekici görevini alabilir, böylelikle ortasahaya Mehmet Topal, Necip gibi eklentilerle daha da enerjik bir takım haline gelinebilir. Ya da Hamit – Selçuk – Nuri ortasahası bozulmaz; Semih yeniden orta forvet, Burak – Tuncay gibi isimler de sağda uzak forvet rolünü görür. Bu iki seçim de; Mehmet Ekici’li düzenden daha uygun geliyor bana.Dün sahada gurbetçi oyuncu çoktu ama Türkiye sınırları içersinde futbolcu olmuş isimlerle sonuç geldi diyebiliriz. Gerçi Gökhan Gönül konusunda dayanamayıp “yahu gurbetçi olmadığına emin misin?” dercesine girip baktım wikipedia’dan. Bafra doğumluymuş gerçekten… Futbolu Alman olan oyuncular arasında, şu an için en değerli kazanç Serdar Kesimal'dir bana göre. Çok önemli bir boşluğu doldurdu... Yani sağ stoper aranırken, sıra her an Semih Yuvakuran'a falan gelebilirdi.

Konu Milli Takım olunca benim için tek dayanak "kazanmaktır". Kazanırken iyi oynamak ve sahadaki genç oyuncuların fazlalığı ekstra mutluluklar oluyor elbette. Ancak 2 senede bir büyük turnuvaya katılma durumundan, senede 4-5 resmi maç oynayan bir takımdan bahsediyoruz. O yüzden milli takım konusunda, özellikle bizim ülke için kazanmak öncelikli olmalı. Dün iyi oyun yoktu ama “kazanan oyun” vardı. Belçika maçı için de umutlandırdı… Her zaman rakiplerin bize uyguladığı şeyi, Hiddink Türkiye’ye getirmeye çalışıyor anladığım kadarıyla. O yüzden Belçika maçında da, “hiçbir şey oynamıyoruz” derken bir bakmışsınız ki; grup ikinciliğini garantileyip dönmüşüz. Ama o zaman da hedef bitmez, bu kez en iyi ikincilik maçlarına çıkılır Almanya karşısında vesaire… Çünkü diğer grup ikincileri arasında da arayı 3. ile fazlaca açan birileri yok…

“Dilini Isıran” Tayfur ve Takımı

Yenilenmiş “eski” bir ortasaha vardı bu akşam… Şöyle ki; herkesin hazırlık maçları yaptığı dönemde, Avrupa Ligi ön elemeleri oynayarak; bir bakıma hazırlık maçlarını da “resmi” olarak aradan çıkaran Beşiktaş ve Schuster, Necip gerçeğiyle tanışmıştı Plazen maçıyla…

Delgado’nun direkt olarak ortasaha olduğu 4-4-2 sistemi; Necip’in dahil olmasıyla 4-3-3’e çevriliyor; haliyle Ernst daha fazla insan muamelesi görüyor, Guti rüyasının da gerçek olmasıyla Beşiktaş turlamaya, ligde kazanmaya başlıyordu. Aradaki, tekrar Delgado’lu 4-4-2’ye geçiş yapıldığı İBB maçını saymazsak tabii…

Bobo – Guti – Quaresma 3’lüsünü yakaladığı her maçı kazanıyordu Beşiktaş. Hatta bu 3’lüden sadece 2’si oynadığında, yine %85 ihtimalle galip geliyordu bir şekilde…Bu ortasaha hatta oyun tarzı eski değildi… Bahsi geçen üçlünün sağlıklı olarak dönmesine, hadi Bobo’yu tam sağlıklı dönmedi sayarsak bile, Almeida’nın Simao ile birlikte gelmesine; üstlüne üstlük Fernandes’in de ortasaha alternatiflerine dahil olmasına rağmen, Beşiktaş ilk yarıyı bile aratır oldu. Bunun en büyük sebebi; bulunan doğrunun, zenginleşen kadroyla birlikte “yok sayılmasıydı”…

Bugün eski yenilenmişti. Necip – Ernst yeniden ortasahaydı ancak şöyle bir farklılık vardı; Guti bir ortasaha oyuncusu olarak görülmüyordu, Quaresma – Bobo – Simao üçlüsünün besleyicisi olarak kaleye daha yakındı. Aslında bu sistem, ikinci yarı ile başlanan şablonla da benzerlik taşıyordu. Ancak ortasahada Guti – Aurelio değil, Ernst – Necip ikilisi vardı. Bu birçok anlamı beraberinde taşıyordu…

En başta; biten atakların Beşiktaş kalesine dönmesinden ziyade, tekrar rakip kaleye yeni bir atak olarak tazelenmesi demekti bu ortasaha… Guti’nin diri kalması, normalde ten renginin saç rengine dönüş yapması gereken dakikalarda; müthiş bir deparla golü kovalaması demekti… (Ofsayt nedeniyle sayılmayan gol)

Aslında maçın başından beri iyi oynuyordu Beşiktaş. Uzun şutlar dışında pozisyon vermezken, tipik ceza sahası içi saçmalaması geldi… Rakibi ceza sahasına kolayca buyur ettikten sonra saçmalama ihtimali doğaldır. Bugün Barcelona defansı bile çok kolay pozisyonda vurdurdu mesela… O nedenle çizgi savunmayı abartmamak kaydıyla kullanmak, her zaman için daha iyi ve daha az risklidir aslında. Ferrari, Manisa maçında ve de bu maçta, hatta kırmızı yediği Fener maçında “performans olarak” çizgi defansa uyumluluk gösterdi ve gayet iyiydi… Zaten sorunu kendine bakmaması ve tempolu oyunda kolay sakatlanması; yoksa “siteme uymuyor” gibi bir durum söz konusu değil.

Hakem Simao’nun penaltısını çalsa, maç dönemeye henüz ilk yarıdayken başlayabilirdi Beşiktaş adına. Ki o penaltının da verilmemesini anlayamadım; yerden de değil, gayet yarım metre yukarıdan ayağını sallayarak faul yaptı Önder. Yani net bir çelme, topa dokunması da kurtarmazdı…İkinci yarı ise inanılmaz bir baskı, harika goller ve bu sezon için ligde 2. geri dönüş… %100 Futbol’da Rıdvan Dilmen, ikinci yarıdaki Beşiktaş presini büyük ekrandaki taktik üzerinde atlatmaya çalışınca, “düz duvara tırmanıyor” gibi bir görüntü verdi. Ama hakikaten de öyleydi…

Golün geleceği apaçık ortadaydı, ancak Bobo cidden sallanıyordu… Fizik olarak tempoya ayak uyduramıyor, ön direk koşularını yapamıyor, derin toplara yeterince “inançlı” gidemiyordu. Tayfur Hoca’dan hemen Almeida hamlesi geldi, çok doğru bir tercihti…

Schuster olsa, muhtemelen Necip – Nobre değişikliğini yapar; hem maç hem de hayattan bi’ 3 sene daha giderdi sanki… Bizlere ikinci yarıda o kadar “mavi ekran” çıkarttı ki; şu Bobo – Almeida, Guti – Fernandes gibi olağan ve de normal değişiklikler bile “Mourinho musun be Tayfur!!!” alevlenmesi yaşattı bende…

Nitekim Almeida girer girmez harika bir ön direk koşuşu yaparak golünü buldu. Quaresma’nın baskı altındaki ortası şahaneydi. Üzerine bir de normal olmayan gollerinden birini daha attı… Schuster sonrası “canı sıkıldı, gidiyor” gibisinden ezbere haber yazanlara; “@7 sanatsal yapıştırdı” diyebiliriz… Kale arkasından golün tekrarını izlemişsinizdir. EA Sports’un çıkardığı World Cup 2002 oyunu vardı. Aynı buna benzer falsolarla uzaktan goller oluyordu, “bu ne ya” dememle CD’yi depoya atmam bir olmuştu…

Ama ondan önce bir top kontrolü var, sonrasında Almeida’nın kafayla ıskaladığı pozisyon. O hareketi mahalle maçında yapsa “efendi gibi oyna len” tepkisi alırdı ağabeylerden. Ancak; Almeida’nın neredeyse imkansız olan topa yetişmesi de ayrıca güzeldi. Bir de gol kaçırdıktan sonra çimlere uzanıp, yıldızları seyretme eylemi yapmasa güzel olacak. Arkada Necip var yani, her an tazelenebilir atak…Ahmet Dursun’un bir anısı var; “Johnson bir keresinde neredeyse ayağımı kırıyordu. Tozluğum bile yırtılmıştı… Gittim Tayfur Ağabey’e şikayet ettim ‘Abi, ne yap et bu Johnson’u yakala’ dedim. O da bir pozisyonda boğazını sıkıp, bir şeyler demişti. Daha da bulaşmadı bana…”

Tayfur’un futbolculuğunu tartışırdık, o zamanlar bizim futbol anlayışımız tartışılırmış, sebebi buymuş… Ancak her zaman “dilini ısırtan” hırsına, isyanına ve mücadelesine hayrandım. Bugün takımda Tayfur azmi vardı… "Bu bir anlık reaksiyon muydu?" sorusunun cevabını alacağız önümüzdeki maçlarda. Umarım daimi bir şeydir. İlk maç kadrosu, hamleleri olumlu… Zaten bu ligde şampiyon olmak için çok fazla şeye de gereksinim duyulmuyor. Biraz özveri, kadro istikrarı ve oyuncu yönetimi, o kadar… Tayfur Hoca’da da bu vasıflar var gibi görünüyor. Zaten futbolculuk döneminde farklı özelliklere sahip hocalarla çalıştı. Yurt dışında dil ve akademik eğitim aldı bildiğim kadarıyla… Bakalım, zaman her şeyi gösterir. Yeni bir heyecana kapıldım şahsen, orası bir gerçek… Olmaması için de bir neden yok; Beşiktaş bu sezon toplamda 4’üncü, ligde ise 2. geri dönüşünü yaşadı. Hem de Kayserispor gibi bir takıma karşı… Hem de Şota’ya bile “ben zaten 1-0’ken de söyledim yæ takıma, böyle giderse kesin mağlup oluruz yani…” dedirten bir oyunla…

Bir Stoperden Marseille Roulette

A2 takımı kazanmaya, kazanırken futbolun doğrusunu oynamaya devam ediyor. Yine modern, önde baskılı, bol paslı ve hareketli bir futbol; yine net bir galibiyet… İlk yarıdaki Beşiktaş’ta net bir forvet yoktu sahada; 4 defans, önlerinde Cumali ve onun önünde, sürekli hareketli oynayan, en uçtaki ismi duruma göre değiştiren; Muhammed, Hasan Türk, Rıdvan, Volkan ve Güven 5’lisi…

Maçın başlarında Rıdvan 2. forvet, sonra en uçtaki isim gibi göründü. İlk yarının genelinde ise Rıdvan solda, Hasan en uçtaydı... Muhammed ve Volkan ortasaha gibi oynadılar, Güven de sağ kanattan pek ayrılmadı. İBB A2 takımı da defansını önde tutunca, ortaya seyirlik bir maç çıktı… İki takım da defansın arkasına attığı toplarla pozisyon buldu. Bunlardan birinde Muhammed, açılan kalecinin üzerinden harika bir aşırtma vuruş çıkartarak golünü buldu fakat ofsayt gerekçesiyle iptal edildi.Eski iş yerimiz Bakırköy’de olduğu için bol bol Veli Efendi Hipodrom’una gider, bir altılı yapar ve yüksek ihtimalle kafadan yatar, “madem geldik” diyerek kalan koşuları zevkine izlerdik. Hatta böyle bir günde Bold Pilot’un yarışını canlı izledik ki; bu durum futbolda Roberto Baggio’yu sahada görmekle eş anlamlı sayılabilir…

Neyse… Orada, elinde kuponuyla tam da bitiş noktasında durum değerlendirmesi yapan müdavim ağabeyler vardı. Tecrübeden dolayı gözleri foto-finiş çeker hale gelmiş; en kritik sonlarda bile “5 numara rahat aldı yæe…” gibi bir tahmin yaparlar ve her zaman haklı çıkarlardı…

Benim gözler de ofsayt konusunda o mertebeye ulaştı diyebilirim. Tekrarını görmeye gerek duymadan, ofsayt olup olmadığını sezebiliyorum oyun akışı sırasında. Muhammed’in pozisyonu ve onun dışında bir iki defansın arkasına atılan topta daha ofsayt çalındı ve bana göre çok şüpheli bayraklardı…

Her neyse, A Takım maçlarında bile hakemlere pek kilitlenmeyen biri olarak, A2 maçında hakem muhabbeti yapmak tuhaf kaçar… Ama Muhammed’in golü dahil, bir çok pozisyona yazık edilmiş gibi hissettim. Bu maçta tipik bir 4-6-0 vardı, özellikle ilk yarıda. Ve o 6’lının ortasında oynayan Muhammed – Volkan ve Cumali derin top bırakma konusuna oldukça başarılıydı. Hele Cumali’nin bu konuda ilerleme kaydetmesi güzel ve şaşırtıcı…

Genel olarak beklere çıkış izni yoktu taktiksel anlamda. Biraz da mecburiyettendi bu… Ancak bir pozisyonda Oğuz, zincirlerini kırarak savunma arkasına taa bek bölgesinden koşu yaparak, Alves kaçışı gerçekleştirdi. Karşı karşıya kaldığı pozisyonda, topu paralel sürerek önce kaleciyi geçti, soluyla tamamlamak üzereyken Güven araya girdi, dengesiz bir vuruşla boş kaleye golü yapamadı…

Güven ve Rıdvan, savunma önü 6’lısından vasatı aşamayan iki oyuncuydu. Güven’i kanat bölgesi için Malatyalardan bulup getirmek tamam da, eldeki Hasan Türk hala nasıl amatör sözleşmeyle dolanıyor anlamış değilim. Yarın, Orhan Gülle gibi alır başını giderse hiç kızamam kendisine… İzlediğim her maçında iyiydi Hasan. Bu da performansının tesadüf değil, devamlı olduğunu gösterir… Güçlü, kaliteli ve istikrarlı bir oyuncu.

Rıdvan konusunda ise biraz acımasız olacağım. Güven’in sadece performans kötülüğü, ama Rıdvan’da başka sorunlar da var gibi. Hani, Schuster’in gidişiyle ikinci şans yakalamış bir genç değil de; A2’ye gönderilmiş 33’lük “doymuş” bir topçu gibi görünüyor… Nasıl desem? Belçika’ya trivela yapmadan, Quaresma olmuş…

A2’de bek oynamıyor; zaten taktik savuma yeteneği ve fiziki durumu buna pek müsait değil, önde oynaması daha uygun olur. Ancak üzerinde ciddi bir lakaytlık var; %10 isabetli pas ortalamasıyla oynadı herhalde, topu alıp sonsuza sürmeler, sonra sinirlenip vurmalar, sarı görmeler falan… İkinci devreye çıkartmadı zaten hocası da.Schuster’in gözünden düşme sebebi teknik değildi, o teknik olmayan sorunlar hala devam ediyor gibi. Galiba ders çıkartmamış. Kaldı ki; teknik olarak hem bek, hem de kanat bölgesinde onun önünde olan oyuncular var. Bekte Oğuz varken, kanatta Hasan Türk hatta Volkan Ekici varken A Takım’da şans bulması zor ve adaletsiz bir durum olurdu.

Volkan da stil olarak Hasan Türk gibi; hem kanat, hem forvet hem de ortasaha oynayabiliyor. Bu maçta ortasahadaydı, nefis derin toplar attı. Hatta ilk golün asisti de ondan geldi… Volkan’ın ara pasına hareketlenip, temiz ve soğukkanlı bir vuruşla golü yapan Ömer Faruk da ilginç bir oyuncu. Hızlı ve çok atletik… Zaten golden sonra Emenike’ye bağlayıp; parende ve takla eşliğinde gol sevincini yaşadı. Top tekniği ileri seviyede değil gibi gözüküyor ancak Tuncay Şanlı gibi “top çarpsa gol atacak” oyun tarzı, savunmayı güç duruma düşürecek enerjisi ve atletik yapısıyla önemli bir taktik forvet görevi üstlenebilir ileride…

Muhammed de Rıdvan’la beraber oyundan çıkan bir diğer oyuncuydu ikinci yarıya başlanırken. Ancak kötü oynadığından değil, herhalde bu seviyede 45 dakikadan fazlası riskli görülüyor olabilir. Oyuna diren bir diğer oyuncu Kemal Akbaba ise takımın en tecrübeli oyuncusu, 87 doğumlu. Sırtı dönük oyunu, topa kontrolü ve pasları fena değil ancak hareketsiz… Bu durum da onu, Beşiktaş A2 takımının stiline biraz ters düşürüyor. Hani bu öyle bir takım ki; bir tek kaleciden çabuk ve gezgin oynaması beklenmiyor olabilir…Yazı başlığının kahramanına gelecek olursak; maçın skorunu gördüğümde “herhalde duran top sonrası karamboldan falan atmıştır” diye tahmin yürüttüm. Duran top devamı olduğu tamamdı da; kafamda canlandırdığım gol biraz sıradandı, gerçeği ise harika… Zidane dönüşü ile rakibinden kurtarıp, sol ayağıyla temiz bir gol vuruşu yaptı. Ersan’la bir stoperden Marseille Roulette görmüştük bu sezon, ancak Furkan devamında bir de gol yaparak, o hareketi daha anlamlı kıldı…

A Takım’da ortasaha oynayarak devam etmesi birçok konuda avantajına olur. Stoperde olunca fiziği ve boyu dezavantaj olabilir üst düzey futbolda, ancak ortasahanın süpürücüsü rolünde iken bu durum daha az sorun olur… Aynı zamanda topla olan yetenekleri, oyun görüşü, soğukkanlılığı gibi özellikleri, ortasahada iken daha anlam kazanır. Kısacası; A Takım’a daha bir kestirmeden yükselir diyebiliriz…

Bir diğer stoper Ömer Arslan da rabona ile rakibe çarptırarak, topun auta gitmesini sağlamıştı… Neyse ki kaleci Anıl’dan trivelamsı bir aut atışı görmeden maç bitti. Takım kazanmaya, üzerinde umut bağladığım oyuncular (başta Hasan Türk olmak üzere) mest etmeye devam etti…

Ümraniye Gündemi

Bugün sıcak bir gelişme yaşandı. Schuster gitti… “Hayırlı oldu mu, olmadı mı?” sorusu, yeni teknik direktörü gördüğümde cevaplanacaktır benim için. Schuster’e olan güvenim, döviz kuru gibi değişimler gösteriyordu; özellikle de ligin ikinci yarısında… Sevdiğim ve sevmediğim özelliklerini, Schuster Açılımı #2 yazısıyla paylaşmıştım yakın zamanda. Pek tekrara girmek istemiyorum… Yolu açık olsun. Kötü bitse de, en ciddi katkısını Avrupa Ligi’nde yaşattı kendisi. Beşiktaş onunla; ilk kez gruptan çıkma tadını yaşadı ve 100. yılından bu yana aldığı en yüksek puanı topladı.Aceleci davranılmayıp, lig sonuna kadar Tayfur Hoca ile devam denilmiş. Gayet mantıklı bir karar… Gelecek olan hoca; lütfen analize önem versin. Mümkünse aklındaki sistemi, oynanan eski maçları izleyerek test etsin. Yeniden resmi maçların hazırlık maçlarına dönmesini, denenmiş şeylerin yeniden denenmesini istemiyorum. Hatta bunalıyorum artık…

Çok ciddi bir alt yapı gelişimi var Beşiktaş’ta. Topçu değil, futbolcu yetişiyor… BJK TV açıldığından beri, daha da alt yaş grubu maçlarını izledik ve bunu daha net gördük. O nedenle gelecek olan hocanın, mutlaka geçmişten “genç oyuncu parlatma” referansı olmalıdır. Bu benim için 1. şart… Formasyonla ilgili durumlar zamanla netleşir; Schuster’e nazaran biraz daha taktik dağarcığı açık olan, kriz anında hamle yapma yeteneği olan bir hoca hiç de fena olmazdı… Eldeki kadro Benitez’e hiç uygun değil; ama olsun. Atın ölümü arpadan olsun mantığıyla Benitez gelsin isterim. Kadro anlamında yardımcı olunursa (ki ilk icraatı Aurelio’yu kovmak, Guti’yi oturtmak, Quaresma’yı satmak olurdu, şimdiden uyarayım) zamanla Beşiktaş’a takım oyunu konusunda level atlatacak bir hocadır kendisi. Schuster kendi bulduğu doğruları da yok sayarak, o güveni biraz sarsmıştı. Ama Benitez’le sabır selamet olurdu, buna eminim… Ama gerçekçi olursak; ki o gerçekçi bakışı atınca, yönetimin transfer icraatlarıyla, Benitez’in oyun görüşü pek iyi bir karışım olmaz. O yüzden, ne desem, ne istesem bilemiyorum. Belki de bu yüzden kolaya kaçıp, Schuster kalsın demiştim birkaç hafta evvel…

Neyse, bekleyelim görelim bakalım. Teknik direktör durumu ile söylenecek çok şey yok sanırım bu anlık…

Kısaca Karşıyaka maçındaki A2 takımından söz edeyim. Hasan Türk… Bu isim, birkaç sene sonra ciddi bir noktaya gelmezse; ya kendi suçu olur, ya da teknik ekibin… Futbolun gerçeği, bu çocuğun yakın zamanda parlamasını ön görüyor. 17 yaşına rağmen nefis bir fizik, iyi bir teknik, orta karar sürat, güç, top sürme ve pas yeteneği… Dün yine kanattaydı, sene başından bu yana ortasahada oynamaya başlamıştı. Sanki ortasahada kalsa, modern 4-3-3’e daha yatkın bir model oluşturacak gibi. Manchester’lı Anderson gibi; tam bir iç oyuncusu olabilir.Rıdvan tedirginliğini atmış görünüyordu üzerinden. Yavaş yavaş eski futbol iştahına dönüyor gibi. Schuster’in istifasıyla, ona da ikinci bir şans yolu açıldı… Sağbek değil, kanat oynadı Rıdvan. Zaten asıl yeri de orası gibi duruyor, konu sağbek olunca Oğuz ondan daha öndedir… Ancak 4-3-3 kanatlarına uygun mu, o konuda da şüpheliyim. Ama elde bulunası bir adamdır. Bek, kanat, hatta iç oynayabilecek; kısacası taktiksel anlamda takıma faydalı olacak bir isimdir.

Kadir Ari, girdi hemen tilkiliğini konuşturdu. FM’nin off the ball denen olayı, bu çocukta 19 falandır herhalde… Son vuruş çalışsın, başka bir şey yapmasına gerek kalmadan üst düzey futbolda yerini alır…

Muhammed bu kez 11 başladı. Çok etkili olamasa da, ilk golün sağlayıcısı oldu... Etkili bir şut sonrası, dönen top penaltı ile sonuçlandı. Bu kategoride oynuyor olabilmesi bile önemli bir gelişmedir. Beklentileri erkenden yükseltmemek gerek... Zaten çalışıyor; fiziğinden, şutlarından, paslarından belli. Doğuştan verilen yeteneklerle sınırlı kalmamış yani...

Umraniye gündemine dair söylenecek laflar bunlardı. Bu aralar monoton gidiyorduk, heyecan oldu. Hayırlısı…

Bir Avuç Doğukan…

Maçlar için kendime göre bir “tempo ölçer”im vardır… Bazen düdük çalmadan bir çay koyarım, onla devre olur. Hatta onu bile içemem sahadaki heyecandan. Ya da bu akşam olduğu gibi bardak sık sık boşalır, arkama bakmadan mutfağa gider yenisini doldururum. Abur-cubur kovalarım, hatta salondaki sohbete biraz dahil olurum falan…

Bu da o maçın ne kadar temposuz ve bir o kadar anlamsız olduğunu gösterir. Tabi sahada Beşiktaş olunca bırak şut sayısını, oyun temposunu; sahada oturma eylemi dahi yapılsa izleriz, mecbur hissederiz… Ama bazen o sıcaklık sağlanamaz işte…Aslında oyun taktiğine denecek bir şey yok, sahada Aurelio ve Guti varken tempo yapmak pek akıl kârı olmuyordu, bunu test etmiştik. Ama işte "hala neden Aurelio?" sorusu sorulabilir. O açıdan, 1 dakikalık Ernst hamlesinden daha fazla 90 dakikalık Necip hamlesizliği bana saçma ve anlamsız geldi.

Şu maçların tek dayanağı, gelecek sezonun takımına zemin hazırlamaktır. Artık o zeminin temelinde Necip – Fernandes ortasahası yatmalıdır diye düşünüyorum. Aksi halde bu ortasahayla gelecek yok, özellikle Aurelio ile. Artık üzerinde A Planı oluşturma miladını doldurmuş, bu apaçık ortada.

Fernandes maçın genelinde gayet iyiydi; en güzel hareket de ondan geldi. Ekrem’le girdiği ikili oyun sonrası, topuk & iç karışımı pası harikaydı. Sonrası Bobo’nun kafayla kaçırdığı maçın en son "net pozisyonu"… Önceki net ve kaçan pozisyonlar da kendisine aitti. Fizik olarak toparlamış ancak ayağını hala ısıtamamışa benziyor. Hem pas, hem de son vuruş anlamında bugün eksik kaldı, ama o konuda da toparlaması adına oynatılmaya devam edilmelidir bence…

Hilbert yine bek günlerini arattığı bir sağ forvet oyununu daha geride bıraktı. Ayrıca iyi bir savunmacı olmasına rağmen, önde oynadığı zaman defansına sıkı şekilde yardım etmiyor… O konuda "Hilbert öndeyse, sağbek rahat" gibi bir yanlış peşin hükümlülük var. Yerine giren Quaresma topu her alışında yuhalandı. Sebep neydi anlamadım, o da anlamadı ama “şimdi görürsünüz lan!” diyerekten; halı sahaya sevgilisi gelmiş liseli tavırlarıyla topu vermedi, gole odaklandı…Öylesine bir maçtı; kazanılabilirdi ancak gelecek adına atılan pek bir tohum olmadı, bir avuç Doğukan’dan işte, o kadar… Bir önceki İsmail alternatifi Deli İbrahim’di, bunu düşünerek “alternatif sıkıntısı yok” diyebilirim rahatlıkla… Elbette İbo fizik gücü ve ikili mücadele fazlası vardır Doğukan’a doğal olarak. Ancak pozisyon bilgisi adına Doğukan’ı daha iyi gördüm. Alan savunmasına dönen maçta, kadrajda kayboluşuna tanık olmadık hiç. Sağdan gelişen ataklarda mutlaka arka direkteki yerini aldı… Bir de 90 dakika içersinde 3 adet kesmesi vardı ki; Deli İbrahim’in 90 maçını izlesek, topun gelişine öylesine isabetli ortalar yaptığını göremeyebiliriz. Bunu Üzülmez’i kötülemek için söylemiyorum, şuan elde var olan değeri fark ettirmek amacım… Yani, gelen gideni aratmıyor bence.

Hatta Bobo’nun koşuşunu fark edip, derin ve kavisli şekilde gönderdiği havalı pas; bir ortadan fazlasıydı kesinlikle. Bobo’ya da bir tek o pozisyonda kızdım, o asisti yediği için…

Gelecek maçlarda onunla devam edilmesi dileğiyle. Tecrübeliden devşirme yerine, genç de olsa bölgenin adamını oynatmasını seviyorum Schuster’in. O yüzden bugünkü Doğukan jestine karşılık, Necip’sizlik nedeniyle çekeceğim resti de askıya alıyorum…

Yükseliş: Tevfik Doğukan Pala

Profesyonel düzeyde iyi bir yere gelebilmek için, sadece yetenek yetmez futbolda.“Maradona gibi çocuk” diye lanse edilen birçok ismin, amatör takımlara yol aldığına tanık etmişliğim var defalarca…

Öncelikle çalışmak ve sabır gerekli; bunların işe yaraması için de biraz şans… Kelebek etkilerine bağlı bir şekilde beklemek gerek. Bu sezon o etkiler, fazlasıyla güzel işledi Doğukan için. Bazıları için üzücü olan, bazılarına fırsat olarak dönüyor futbolda…

2010 Kasım başlarında Caner Turp uzun süreli bir sakatlık geçiriyor ve o dönemler A2 forması için bile eksik görülen Doğukan’a fırsat doğuyordu. Doğukan A2’de oynamaya başladı ve o sıra kendisini izleyenleri ufak ufak hayran bırakmaya başladı…

Devre arasına girilirken İbrahim Üzülmez’in sakatlığı, onu A Takım kampına götürüyordu. Orada kendini direkt olarak Schuster’e sunma imkânı buldu. Yine aynı ay içersinde ilk kez genç milli olma fırsatını da yakaladı…

Derken 10 yıllık bir tabu yıkıldı, Beşiktaş’la İbrahim Üzülmez tamamen ayrı düştü… Doğukan, birkaç ay evvel A2’de bile 3. alternatifken, bir anda A Takım’ın 1. alternatif sol beki haline geldi…

Son Trabzon maçında da “bi’ zahmet faul çalınan!” pozisyonda; Giray’ın tabanı, İsmail’in kasığını yırttı… Üzülmez gelişmesi sonrası, alternatifsizlik bakımından neredeyse Guti’nin bile önünde olan İsmail’in, 1 ay forma giyemeyeceği açıklandı…

Bu da Doğukan’ın müthiş yükselişine bir paragraf daha eklenesi anlamına geliyordu. Bilindiği üzere Schuster, eksik olan bir bölgeye “tecrübeli bir oyuncudan” devşirme yapmak yerine, o bölgenin adamını oynatmayı yeğliyor, yaşı ne olursa olsun… Bunun anlamı; önümüzdeki 1 aylık dilimde Doğukan’ın 11’de fırsat yakalayacak olmasıdır.

Kısa adımlar ve de süratli bir stile sahip driplingleriyle tanışmıştık Antep’te. Topla haşır-neşirliği, hızlı olması ve ayağını iyi kullanıyor gibi görünmesi Doğukan’ın artılarıydı. Ancak taktik savunma anlamında ne denli başarılı olabileceği henüz kestirilemiyordu…

A2 takımında beklerin yegane görevi savunmaydı bu son dönemde. Klasik 4-4-2 ya da 4-2-3-1 arasında giden sistemler içersinde; kanat hücumları öndeki oyunculara bırakılıyor, bekler ise sigorta görevi yapıyordu. Doğukan bu yapının içinde hiç de sırıtmıyordu izlediğim maçlar içersinde. Pozisyon alışı iyiydi ve yakaladığı topları sakin bir şekilde oyuna sokuyordu…Aslında Antep’teki görüntüsü, “ben yetenekliyim!” çabasıydı. Normalde gayet dengeli bir bek de olabilir izlenimini vermişti A2 maçlarında. Boyu dezavantaj gibi görünüyor, bunu kapatması için bir başka yönünü “daha da avantajlı” hale getirmesi gerek… Mesela hücumlardaki katkısı, onun bu eksikliğini yok saydırabilir zamanla. Dünya futbolundaki “kısa beklere” bakarsak, onların mutlaka hücumsal artılarından dolayı vazgeçilmediğini görebiliriz…

Cuma gününden itibaren bir şans yakalayacak, hem teknik ekip hem de bizler izleyip heyecanlanacak, bir anlamda da test edeceğiz. Bakalım gelecek sezon planlarında “ben varken sol bek almaya gerek yok!” dedirtecek mi? Umarım cevap pozitif olur ve İsmail’in alternatifi içerinden bulunur…

Bir de Caner Turp var tabii… Sakatlıktan döndü ve A2’de bıraktığı 3 numarasını geri aldı geçtiğimiz günlerde. Ve de takımın tek golünü attı… Doğukan onun yokluğunda öyle yükseldi ki; şuan Caner için A2’de değişen bir şey olmayacak, yeniden 11 oynayabilir. Ancak A Takım sırasını Doğukan’a savmış gibi görünüyor…

Onun için üzücü bir durum elbet, ama yetenekleri sabittir. Doğukan’a gelen şans, ona da gelebilir; çalışmaya devam etmesi gerekli… Zaten ligimiz sağ olsun, eski Orta Asya savaşları gibi. Kimin ayakta kalıp, egemen olacağı belli olmaz…

Anlamsızlık

Artık bu tarz mağlubiyetler; teknik direktör hataları; oyunculardaki akıl tutulması o kadar üst üste geldi ki, üzerine yazı yazmak bile çok zorlaşıyor. Kaybederken yeni bir şey yaşamıyor, öğrenmiyoruz. Aynı eksenin etrafında sürekli ve anlamsızca dolaşıyoruz…

10 kişi kalındığında, teknik direktörün hamlesizliğinden sıkça şikâyet etmiştik bu sayfalarda. Şimdi bu tehlikeye rakibin 10 kişi kalması da eklendi… Oyun normal akışında devam etmedikçe, kenardan gelecek hamleye korkar oldum diyebilirim artık.

Rakip 10 kişi kalmış ve kazanmak zorunda. Üstelik Beşiktaş’ın en kuvvetli olduğu yerin (sol kanat) karşısında oynayan ve alternatifi olmayan bir adam (Serkan) dışarı atılıyor… Acilen kazanması gereken de yine Trabzonspor, haliyle bu ortamda “telaş” yapması gereken de…Beşiktaş ise ilk yarıda gayet dengeli oynuyordu, zaten ideal bir 11’le çıkılmıştı uzun zaman sonra. Fernandes pas trafiğinde işi sadece Guti’ye bırakmıyor, Necip bütün dönen topları alıp; tekrar hücuma sürüklüyordu. Bunlardan birinde Serkan’ın ilk sarıyı yemesini sağladı… Bobo önemli bir pozisyon kaçırmasına rağmen, bu takımın 1. santraforu olduğunu kanıtlarcasına bir oyun oynuyordu. Özellikle Simao ile geliştirdiği ikili oyun çok iyiydi, Simao topu biraz daha hızlı önüne açsaydı; Bobo golünü ilk yarıda bulabilirdi.

İlk yarının sonucu olarak, rüzgarı arkasına alan ve sakin kalması gereken taraf Beşiktaş’tı. 10 kişi kalan rakibin pozisyon bulma şansı azalmış, sağbeklerine ise özünde sol bek/açık olan bir isim geçmişti. Zaten ilk yarıda 3 iyi pozisyon yakalayan Beşiktaş’ın, ikinci yarıdaki rüzgarla pozisyon bulma şansı daha artacaktı…

Ancak Schuster’den yine alelacele bir hamle geldi. %96 olumlu pas ortalamasıyla oynayan Fernandes çıkıyor; hücuma katkı sağlasın diye oyuna sokulacak ve maçı “şutsuz” bitirecek olan Nobre sahaya giriyordu… İyi kötü “futbol” oynayan Beşiktaş, ikinci yarıda yeniden başka bir spor oynamaya itiliyor ve zamanla telaşlı bir hal alıyordu…

Şenol Güneş ise; bu değişikliğin üzerine Jaja’yı çıkarıp, Ceyhun’la ortasahasını 3’ledi. Bu durum oyunun dengelenmesini, hatta Trabzon lehine işlemesini sağladı. Elbette ilerideki oyuncu sayısı azalmış, haliyle gol pozisyonu bulmak zorlaşacaktı. Ancak duran toplar veya Burak’ın önüne atılacak uzun toplarla “gol bulma şansı” her zaman geçerliydi… En azından 10 kişi kalan bir takıma yapılacak en iyi hamle yapılmış, hamlesiz kalınmamıştı…

Derken Hilbert bireysel olarak harika bir iş çıkarttı, Bobo her zamanki “tilki golcülüğünü” konuşturdu ve beklenen gol geldi… Bunun üzerine, yeniden bir ortasaha hamlesi gelir miydi bilinmez… Bunun cevabını alamadan, Trabzon ilk maçtaki duran top golüne benzer şekilde cevap verdi.

Ortasahadaki boşluk sebebiyle Sivok; ilk yarıda Necip’in rakibi karşıladığı bölgelerde iki faul yaptı. Biri gol oldu ve sarı kart, diğeri ikinci sarı kart… Sivok’un özellikle ilk kartı affedilmez, zaten rakip hızlı kullanmaya yeltenmiyordu, saçma bir şekilde topa vurdu. İkinci pozisyonda ise hatasını çabuk anladı ama dokunduğu adam Burak olunca, biraz geç oldu…10’a 10 kalındıktan sonra Guti epey bir müddet Patrick Vieira misali tek başına ortasahada oraya buraya koştu. Herhalde Ernst evinden çağırılmış olacak ki; oyuna epey geç girdi… Ben bu oyuncu değişikliklerini skora bakarak eleştirmiyorum. Keza; gol Nobre hamlesinden sonra gelmiş göründü, yenen golde ise Ernst hamlesi yapılmıştı… Ancak bu bir şeyi değiştirmez. İkinci yarıdaki Fernandes – Nobre hamlesi, takımı sakin olması gerekirken telaşa; boşluk sebebiyle Sivok’u kırmızıya; ilk yarıda gayet ekonomik oynayan Guti’yi yorgunluğa itmiş oldu…

Teknik direktörün çarpık, anlamsız hareketleri devam ediyor; aslına bakılırsa yapılan transferlerde biraz anlamsız ve karmaşık… Bu takımın oynayacağı en sağlıklı sistem Milan 4-3-2-1’i veya 4-3-1-2’si gibi duruyor… Ancak elde iki kanat oyuncusu var, ikisi de pek oturmaya gelmeyecek cinsten… Neyse bekleyelim artık zamanın göstereceği şeyleri…

Hakem hakkında konuşmadan bir yazıyı daha bitirmeyi başardım. Sayılmayan goldü, penaltıydı… Bunlar olabilir, doğal, maç anında kızdığım ama daha sonra “neyse…” diyip geçeceğim hatalardır. Ancak, İsmail'i hadım etmeye çok yaklaşan Giray maçı kartsız bitiriyorsa, bunun adı hakem hatası falan değil; "hakem olamamaktır".

Trabzonspor Maçı Öncesi Beşiktaş

Antalya galibiyeti, üzerine bir de gençlerin performansıyla şenlenen Antep BLD maçı derken; buhranlı dönem bir nebze atlatılmış görünüyor… Bu önemli maçın kazanılması durumunda; kalan maçlarda gelecek planı yapılması adına daha güvenli ve huzurlu bir ortam doğabilir.

Son maçlarda önde baskı yapmak yerine, takım halinde topun arkasına geçiliyor ve çizgi defans biraz gerilerde duruyordu. Yine böyle bir düzen olursa, Aurelio’nun savunmanın önünde oynamasında sıkıntı olmaz… Necip de daha efektif olduğu sol iç bölgesine geçebilir böylelikle.Bu durumda sahaya ancak 5 yabancı sürülüyor. O nedenle, ben son haftalardaki formuna rağmen Ekrem’in kenara çekilmesini ve Hilbert’in yeniden bekte oynamasını tercih ederdim. Çünkü solda bir Umut Bulut faktörü var; sağdan gelişen ataklarda veya uzun toplarda sürekli Ekrem’le eşleşebilir… Tigana döneminde 2-0’dan verilen bir maç vardı; ortada da Ali Tandoğan’la eşleşmiş ve neredeyse her golde katkı yapmıştı.

Hilbert’in pozisyon alma becerisi ve boyu, bu bağlamda etkili olabilir Umut’a karşı. Zaten önünde Quaresma olunca çok fazla hücuma çıkamaz gibi görünüyor, yine İsmail’in üzerinden gidilecektir.

Eğer Ekrem tercihi yapılacaksa; derinde beklemek Trabzonspor’un işine gelir gibi duruyor. Bu durumda yeniden önde top aldırmamak, haliyle Necip – Fernandes ortasahasına dönmek icap edebilir.

Bobo’nun bu maçta 11 oynaması yüksek ihtimal, son maç dinlendirilmişti. Zaten Almeida’nın da bir sakatlık durumu söz konusuymuş. Fernandes’in de, Guti’nin yerine dahil olacağı süre pek fazla geciktirilmemeli… Elde geniş, neredeyse sakatsız bir kadro var ama kullanılmıyor tam olarak. Mesela Ekrem de, bek olarak değil de; skoru tutma adına Quaresma’nın yerine dahil olabilir ilerleyen dakikalarda. Zaten kontra atağa da hızlı çıkan, savunma arkasına sarkmada Quaresma’dan daha başarılı olan bir oyuncudur.Atınç ve Doğukan’dan biri ya da ikisi maç kadrosunda olabilir. Hatta Sivok – Atınç tandemi çıkarsa da şaşırmam… Atınç bir de çıkar duran toptan gol atar, Mustafa Yumlu rövanşı alınmış olur tam olarak.

Zaten taktik savunma olarak bu yaşta bile Toraman’dan önde bana göre. Tabii ki riskli bir seçim olur, ama ben itiraz edemem… U19 milli takımına da çağırılmış Atınç, Furkan’la beraber… Aslında ben bu maçta Atınç, Doğukan değil de; direkt olarak Furkan’ı koyardım Aurelio’nun yerinde. Bir büyük maçta ne yapıyor görürdük. Ama hocayı da anlarım tabi, genç oyuncular için fırsat olduğu kadar bir risk bu tip maçlar. Aksi skorda oklar Furkan’a yöneltileceğine, Aurelio’ya gitsin… Neyse, şu maç atlatılsın da kalan maçlarda bu tip hamleleri çok göreceğiz gibime geliyor. Skor değil ama; Bobo’nun gol atacağı tahminim var diyerek kapatayım.

İyi maçlar.

Heyecan

Gaziantep’te tüm beklenenler oldu; Beşiktaş ilk skora rağmen, Antalya’daki morali perçinlemek için “rölantiye almadan” kazanmaya oynadı ve kazandı. Bununla beraber 4 A2 oyuncusunu sahada gördük, biri 90 dakika oyunda kaldı. Köyiçi’nin Messi’si ilk resmi maçına çıktı vesaire…

Schuster’in gençleri kullanımı da doğruydu bence, hepsini birden sahaya sürmektense, birer birer takıma ekledi. Gerçi oyunun ikinci yarısında rakibin de tamamen gardı düşünce genç oyuncu sayısı, neredeyse takımın yarısına eşit olmuştu…

Genç oyuncu kazanımı, ilk yarıda Atınç üzerinde yapıldığı gibi olur. İdeal takıma yakın bir düzenin içersinde, bir veya iki genç oyuncu kullanmak daha sağlıklıdır. Böylelikle, bireysel olarak bu çocukların takım içersinde ne yaptığı daha net görülür… Aksi halde; çoğunluğu gençlerden oluşan bir takımın genel görüntüsü “heyecan” olup dengesi bozulabilir, sorumlulukları artabilir ve sonucunda belki yapabileceği şeyleri göremeden, onları anlayamaya biliriz…

Atınç’ın fiziki görüntüsünden dolayı, çizgi savunmada sırıtacağına dair ön görüler vardı. Ancak A2 takımı da, özellikle bu sene başından itibaren çizgi defans oynuyor ve ortasahanın bir iki metre gerisine kadar çıkıyordu… Atınç da, iyi bir “set savunması yapan”, boş alan vermeyen bu takımda gayet başarılı oynuyordu sene başından bu yana. Yanındaki sol bekin çok fazla yerini kaybetmemesi ve ortasahanın topsuz oyunda savunmaya yakın şekilde set uygulaması takdirinde, Atınç gibi oyuncular gayet başarıyla oynarlar bu savunma düzeneğinde de…

Zaten aksi halde; yapılacak savunma ancak ve ancak rakibi ofsayda düşürmeye çalışmakla olur. Eğer başarısız olunursa, değil Atınç; Usain Bolt da olunsa, rakipten önce kaleye geri dönmek çok zorlaşır… O nedenle başarılı bir çizgi savunmanın ana nedenleri; topsuz oyunu bilen tempolu bir ortasaha ve iyi bir alan savunmasıdır.

Elbette eksikleri çok ama 93 doğumlu bir oyuncuya göre pozisyon bilgisi bakımından bir hayli yol almış durumda Atınç Nukan. Geçen sene yine bu zamanlar maçını izlemiş biri olarak, bu konuda ciddi yol aldığını söyleyebilirim. Çabukluk onun en büyük dezavantajı olacaktır tabi ki, ancak fiziki avantajıyla bir denklem kurulursa o konuda da eşitlik sağlanır… Bugün için Sezer Özmen onun önünde gibi duruyor, aynı zamanda Ersan da olacaktır diye umuyoruz seneye. A Takım’da sık şans bulma şansı bu aralar düşük, ama gelişimine devam etmesi ve sabırsız davranmaması gerekiyor…

Driplinge kalktığında, topu ayağından açmadan ve aynı zamanda süratle gidebilen adamlardan korkacaksın. Doğukan Pala da onlardan biri… İkinci yarıda oyuna giren bu oyuncudan güzel bindirmeler gördük, çoğunda da içeriyi kontrol ederek bilinçli şekilde ortaladı. Ancak her bindirmede “orta yapılır” diye bir kural yok; taşıdığı toplar sonrası içerideki adamı bulmak zor görünüyorsa, hemen ceza yayı önünde bekleyen oyuncuya kısa pas yapmak da çok olumlu bir ofansif getiridir… Genç ve ilk maçına çıkıyor olması; kanını kaynatmış olabilir, doğaldır… Zamanla taktik futbolu olgunlaşır. Zaten birkaç ay evveline kadar A2 takımda bile düşünülmüyordu. Caner Turp’un sakatlığı sonrası önce A2, sonra da buralar… Harika bir yükseliştir bu. Umarım devam eder ve İsmail’in alternatifi uzaklarda aranmaz.Çevre kontrolünü iyi yapan, ayağı düzgün ve de taktik savunması başarılı stoperler, süpürücü ortasaha rolünde de oynuyor rahatlıkla günümüz futbolda… Bu tip bir çok oyuncunun, zaruri durumlarda ortasahanın derininde kullanıldığı görülmüştür. Dün Schuster’in Furkan Şeker’le yaptığı gibi… Hem Aurelio’nun stoper performansı, hem de Furkan’ın ortasaha meziyetlerini gördük. Açık söylemek gerekirse, özkaynak manyağı biri olarak; performansıyla beni bile şaşırttı Furkan. Oynayan genç oyuncular arasında en olgunuydu… Bir çok seken topu aldı, topla münasebetleri de iyi göründü. Verdi, tekrar boşa hareketlendi vesaire… Hani bazen Muhammed’le bile karıştırdım diyebilirim. Bu etkileyici performansı; onu hem stoper hem de süpürücü ortasaha mevkisinde alternatif kılıyor. Mutlaka gelecek sezonun planlarında olmalı…

Ve Tanrı Muhammed’i yarattı… O da dün itibariyle ilk maçına çıktı. Tabi o sırada bizler, TRT Radyo 1 kafası yaşıyorduk; mikrofonlarımız İstanbul’daydı malum… İkinci yarı itibariyle izlemeye başladık Fulya’nın yıldızını. Muhammed’i ilk kez resmi maçta oynadığına tanık olan bizler kadar bile heyecanlı gözükmüyordu Mami, bu iyi bir şey… Aslında, yaşına göre oldukça fazla bir görev alacağı bir mevkideydi; sol iç… Bir nevi Guti’ydi yani.

Fazla ince işlere girmedi, etkili driplinglerine kalkmadı. Zaten o mevkide pek yapmaması gerekirdi ve de sakatlıktan çıkmıştı. O yüzden bu maçta, fazlaca topla yeteneklerini göstermemesi normaldi… Ancak o fiziğine rağmen ortasahada hiç sırıtmadı, topsuz oyundaki taktik futbolunu da geliştirmiş. Yani “ben yetenekliyim, her türlü oynarım” havasında değil… Galiba ilerleyen dönemde “çok yetenekliydi ama işte kendini futbola verseydi…” listesine eklenmeyecek… O cümlenin sonunda gelen “orada oynardı” denecek kulüplerde göreceğiz Muhammed’i…

Bu maçta pek de seçenek yoktu, o yüzden ortasahanın içinde oynamış olabilir… Ancak; topla bu kadar yetenekli, ince işleri harika yapan, rahat adam geçen ve de etkili driplingler yapabilen bir oyuncu, mutlaka kaleye yakın oynamalıdır diye düşünüyorum. Aksi durumda Messi – Dünya Kupası 2010 Arjantin’i meselesine benzer iş. Oynar oynamasına da, daha fazla fayda alınacak bölgeden uzak kalmış olur…Bir de A Takım’a ait bir adamdan bahsedelim bari… Fernandes’i artık Ernst’in önünde düşünmeli bir müddet, duygusal bakmamak gerek. Bugün gayet Guti pasları attı, duran topları da iyi kullandığını gösterdi. Ayrıca bir ortasahaya göre çok teknik ve hareketli. Gelecek planlarında bulundurmalı mutlaka…

Sonuçta hafif tempoda ve önemde bir maçtı. Genç oyuncular için uygun ortamdı, hepsinin iyi görünmesinde etkili olmuştur bu durum elbette… Kalan lig maçlarında devamının olması gerek. Hem daha sert rakiplere karşı ne yaptıkları görülür, hem de bizler için manasız gelen maçlar bir anda “heyecan” verici hale gelir… Ayrıca dün olmayan sağ bek Oğuz Ceylan’ın, kenar forvet ya da forvet arkası diyebileceğimiz Erkut Şentürk’ün ve de (henüz profesyonel olmasa da) ortasaha, kenar forvet ya da net kanat oyuncusu Hasan Türk’ün de aynı tatları vereceğine eminim…

Şöyle düşünmek lazım; diyelim dün oynayan oyunculardan Atınç Gaziantep’ten, Doğukan Gençlerbirliği’nden, Furkan Schalke 04’den, Muhammed de Argentinos Juniors’dan transferdi… Maliyetleri de neredeyse 10 milyon Euro’ya vurmuştu toplamda (en iyi ihtimalle) ve ilk maçına çıkmışlardı… Eminim herkes mutluydu, kimse giden paranın hesabını sormayacaktı bu performanslar sonrası. Yine mutluyuz ve 10 milyon Euro da cebimizde. O yüzden alt yapı…

Gaziantep BLD Maçı Öncesi Beşiktaş

Birkaç evveline kadar, 3 hedef arasında üvey evlat gibi gözüken Türkiye Kupası, artık tek hedef haline geldi… Bu uğurda da 3 maçlık bir engel var esasında, bu maç ilk skorla biraz anlamsız kalıyordu; ta ki düne kadar…

A2’den 5 oyuncunun bu maçın kadrosunda olması, bu konuda özlem duyan Beşiktaşlılar için bugünü oldukça heyecanla beklenir bir gün kıldı. Üstelik aralarında Muhammed de var; yıllar sonra anıları tazelerken “ilk maçında…” diye söze başlayacağımız maç, işte bu maç olabilir…Furkan, Atınç, Cumali, Doğukan, Muhammed… Aralarında oynaması en muhtemel 2 oyuncu Atınç ve Cumali. Furkan daha önce bir kupa maçında şans bulmuştu, bu kez sıra Atınç’ta… Muhtemelen Toraman’la bir ikili olacaklar. Cumali ise, ortasaha 3’lüsünde süpürücü görevi görecek, Aurelio’yu yedekleyecek gibi görünüyor.

İsmail’in bu aralar üstüne sıkça maç binmesi ve hafta sonu ona oldukça iş düşecek olmasıyla, bana göre Doğukan için da tam bir fırsat görünüyor… Bu maçta onun da oynamasını bekliyorum. Önde kullanılacak pek bir kanat adamı kalmadı. Acaba yine 4-3-1-2 mi oynanacak?

Ben Erhan’ın sağbekte, Hilbert’in sağ önde oynamasını bekliyorum ilk planda. Tabi böyle olursa, maç anında çokça “yahu Oğuz nerde Oğuz?” hayıflanması yaşayıp, sonra “buna da şükür” diyip sakinleşeceğim… Ortasahanın Onur – Cumali – Fernandes’ten oluşması muhtemel. Bobo’ya maç temposunu kazandırmak gerek, yine 11 başlar gibi hissediyorum. Nobre de kenar forvet olur herhalde, ya da sahte 9 gibi oynar; Bobo kenara geçer. Sonuç olarak ileri üçlü: Hilbert – Nobre – Bobo olabilir…Ama benim için asıl mesela, Muhammed’in sahaya adımından sonra başlıyor… Süre alması muhtemel, bence hiç de kısa bir süre olmayacak… Acaba “eski Messi” gibi, 3’lü forvetin sağında mı? Yoksa “yeni Messi” gibi forvet arkası (sahte 9) tadında mı oynayacak? Mevcut kadroda ikincisi daha uygun görünüyor…

Erhan – Muhammed, Nobre – Almeida değişimi ile bu isimler gayet iyi bir 4-3-1-2 takımı halini alabilir. Bize de Muhammed için bol bol “maşallah” çekmek düşer…

Bu arada “klavye yasağı” gelmedikçe yazmayı bırakmayı düşünmüyorum… Şimdilik hem cartalete.wordpress.com, hem de bu adres üzerinden yazıları yayınlamaya devam edeceğim. Gerekli protesto, mail kampanyası yapılacaktır blogspot yasağı üzerine. Bir sonuç vermemesi taktirde; yasaksız bir domain üzerinden devam edebilirim.

İyi maçlar.

Anti Göz Pası: Erkut Şentürk, Muhammed Demirci

Umut; Oğuz Furkan Atınç Doğukan; Güven Cumali H.Türk Kadir; Mertcan Volkan isimleri ve 4-5-1, 4-4-2 arasında giden takım tertibiyle sahadaydı Beşiktaş oyunun ilk anlarında… Şuana kadar, alt yapısına önem veren Avrupa takımlarında kıskandığım bir husus vardı: A Takım ne oynuyorsa, U15’ine kadar aynı felsefe ve formasyonla oynanıyordu bu camialarda. En büyük farkları oydu, daha doğrusu bize aktarılanlar böyleydi, gidip görmedik tabii… Ama A Takım’a yükselen bir oyuncunun, 5 senedir o düzende oynuyormuş gibi hemen adapte olması, bu savı doğruluyordu…
Bugün Beşiktaş A2 takımı, en azından savunma anlayışı olarak oldukça önde oynuyordu, tıpkı A Takım gibi. Beklerdeki Oğuz ve Doğukan mümkün mertebe ileri çıkmadılar… Bununla beraber, en ileri uçta oynayan oyuncular dahil olmak üzere herkes topun arkasına koşup; önde ve dar bir alanda set savunması yapıyordu. Manisa’ya doğru dürüst şut şansı bile vermediler, herkes bu konuda çok başarılıydı; özellikle savunma 4’lüsü.

Ancak kenardan müdahale gelene kadar, “pozisyona girememe sıkıntısı” Beşiktaş için de geçerliydi. Sahada Hasan Türk haricinde, bireysel olarak tabelaya etki edecek pek oyuncu yoktu; Hasan da ortasahanın içindeydi, skoru değiştirme adına çok fazla fırsatı olmadı. Geriye kalan isimlerin tamamı “takım oyuncusuydu”.

Kampa katılan oyunculardan Mertcan, bugün en uçta oynadı. Sırtı dönük oyunda takıma oldukça faydalı oldu, neredeyse her ikili mücadeleyi kazandı ve topu doğru yerlere aktardı. Ancak ileride kendisi için tıpkı Nobre gibi “defansif forvet” denmemesi adına, şimdiden bu fiziki üstünlüğünü ortasahada kullanmalı ve bu bölgenin oyuncusu olmalı diye düşüyorum. Zaten daha alt gruplarda ortasahaydı…

İkinci devreye başlanırken, anti göz pası ekibinin ilk üyesi oyuna dahil oldu; Erkut Şentürk… Sol çizgide harika driblinglere kalktı… Hatta bir pozisyonda; sol çizgi üzerinde topukla bir çalımı var ki, eyvah eyvah…

63’de Muhammed, Mertcan’ın yerine girdi. Böylelikle hem Beşiktaş’ın hücum hattı daha efektif, hareketli, yaratıcı kısacası Barçamsı oldu, hem de göz pası silme ekibi tamamlandı… Muhammed geliyor, bariz bir şekilde hem de… Üstelik şımaracak bir yapısı olduğunu ne gördüm, ne duydum. Yetenekleri de her geçen gün, fiziğine eklediği güç ve çabuklukla değer kazanıyor…

Bugün oyuna girer girmez hunharca bir faule maruz kaldı... Hani A Takım'a erken çıkarılmasın diyoruz da, görünüşe göre aşağıda daha fazla dayak yiyecek. Orada kart standardı daha da düşük, genç oyuncular olduğu için... Neyse, o kazanılan faul sonrası Furkan'ın golü geldi... Daha sonra 3 adet öldürücü pas attı Muhammed. Birinde ceza sahası içinde topukla Güven’e bıraktı; birinde ortasahadan terse bakıp, diğer taraftan kaçan Kadir Arı’ya derinlemesine bir top attı; en sonuncusunda ise kendimce uyguladığım “Messi testinden” geçti…Bu test; “sağ çizgiden topu alınca ne yapacak?” üzerineydi. Muhammed aldı topu, karşısında 2 rakibi vardı. Çekip boşluğa orta yapmadı, feyk atarak içeri daldı, üstelik gayet seri ve dengeli şekilde… Harika bir zamanlamayla cezasahası içinden Kadir Arı’ya zehri saldı…

Bireysel olarak yarattığı bu üç pozisyon da, direkt olarak net gol pozisyonuydu. Hani seyircili bir maçta olsa “go..golgooaaaamkkk” dedirecek cinsten. Muhammed’in 3 asisti yendi yani… Sonra Kadir alakasız bir pozisyonda harika bir gol attı. Pato’nun Napoli’ye attığı golün bir benzeri, aynısı da denebilir…

Kadir Arı’da biraz teknik ve son vuruş eksiği var. Ancak çabukluğu ve topsuz oyunda zeki koşular yapma özelliği muazzam. Hani “kaçırdı” diyoruz da, Muhammed’in o toplarına “uyanacak” bununla beraber “yakalayacak” forvet de az bulunur… Hele de o ceza sahası içinde atılan derin pasta, hakkını yemeyelim Muhammed’in zaman ve topa verdiği hız mükemmeldi de, Kadir’den başkası olsa kalecide biterdi o atak…

Yarın A Takım antrenmanına bu takımdan 5 oyuncu katılacak: Furkan, Atınç, Doğukan, Cumali ve Muhammed… Muhammed hariç, diğerlerinin Antep yolcusu olacağı kesin gibiymiş. Hatta 11'de bile olmalı muhtemel. Belki 80 numaralı formasıyla bizim Fulya’nın yıldızı da oralarda olur… Yalnız Oğuz'u yine olmadığı kadroda yarın Erhan yazacak ve benim yine içim yanacak. Neyse buna da şükür...

Hem maçta, hem de burada kendi yazdıklarımdan anladım ki; Erkut’un şanssızlığı Muhammed… Yoksa direk reyislik apoleti onundu bu kategoride, harika yetenek o da… Neyse, Quaresma – Simao gidince o boşluğu doldursunlar işte, bir tane yetmezdi zaten.

Dip not: Resmi sitede bugünkü maçın fotoğrafları yayınlanmamış, ben de eskilerden kullandım bir tane. Oyuncuları simaen tanıyanların kafası karışmasın...