The Flash: Kadir Ari

Belki de en tırt süper kahramandır Flash... Çocukken dizisi vardı, hatırladığım kadarıyla hızlı koşmaktan başka pek bi numarası yoktu. Ne bileyim, bana Superman gibi Alaska’dan buzul kitlesi söküp, 823931 km ötedeki yangını söndüremez ya da Spiderman gibi ağlarıyla hızlı treni havada durdurup, aynı anda boşluğa düşen kız arkadaşını kurtaramaz… Dayı koşuyor sadece işte, ama bu haliyle de en gerçekçi süper kahraman diyebiliriz kendisine. Ki göründüğü üzere bahsi geçecek oyuncu için “nasıl bir lakaplaştırma yapayım?” derken aklıma geldi, uydu da… Mesela “Spiderman gibi topçu” tabiri çok saçma olurdu… İşte, sinema…

Ve Ege'nin kırıklı dağları arasından süzülen rüzgar, Nazilli'de doğan bir çocuğun genlerine işler... Hep belgesel metni tadında futbol yazısı yazmak istemişimdir. Neyse, efendi gibi konuya giriyorum bu kez... Almanya ile oynanan Elit Tur maçında yakaladığı fırsatları gol yapsa, belki de kendisini burada tanıtmamama gerek kalmayacak; önce u17 kategorisinin Avrupa Şampiyonası, sonra muhtemelen Dünya Kupası’nda boy gösterecek ve adından herkesçe bahsettirecekti Kadir Ari, şuan bu turnuvada oynayan birçok genç oyuncuda olduğu gibi…

Neredeyse Dünya Şampiyonu olacak Almanya karşısında oldukça üstün bir oyun oynamıştı Türkiye geçtiğimiz aylarda. İstatistikler, Almanya’nın 3 şutta 2 gol bulduğunu gösteriyordu. Tabi o zamanlar Samed Yeşil’den, Levent Ayçiçek’ten, Emre Can’dan, Okan Aydın’dan bihaber olduğumuz için “nasıl oluyor bu iş?” demiştik. Ama bu geleceği parlak ve topa vurmasını kreşte öğrenen gurbetçi çocuklarla 3 şutta 5 gol de mümkünmüş, son üçüncülük maçında da bunu ispatladılar…

Sonradan, şans eseri özetlerine denk gelmiştim o maçın. Kadir; tıpkı A2 maçlarından alışık olduğumuz şekilde, müthiş sürati ve koşu zamanlamalarıyla önemli pozisyonlar yakalıyor, çoğunlukla yaptığı gibi kaçırıyordu… Topsuz koşularını Inzaghi’ye benzetiyorum, çizgi savunmaların belalısı olabilir. Ancak son vuruşlarda bir Inzaghi değil maalesef, ama geliştirilmeyecek bir özellik değil bu. Hani basit golleri atamaz, sonradan çok daha zor pozisyonda harika gol atan oyuncular olur ya… Sanırım Kadir de o derneğe üye. Hangi maçtı hatırlamıyorum; Muhammed kendisini 2-3 kez kaleciyle burun buruna bırakmış ve hepsini kaçırmıştı. Ama sonra gitti, 20 metreden topu çatala gönderdi…

Tekniği de gördüğüm kadarıyla Inzaghi kadar. Yani kendi ekseni etrafında dönecek, şut açısı çabasıyla önünü boşaltacak kadar… Ama Inzaghi ve daha birçok oyuncuya göre farkı var ki, o da başından beri bahsettiğimiz sürati ve koşu zamanlaması. Kendisini anlayacak bir ortasahanın önünde pozisyon bulma sıkıntısı çekmez. Bir de modern futbolun bize kazandırdığı yeni bir mevki var ki, bu tarz oyuncuları daha değerli kılıyor: kenar (kanat) forvet… Kadir de en az orta forvet kadar, kenarlara atılarak bu rolde de kullanılıyordu. 4-3-3 gibi bir sitemin hücum hattında, nereye konarsa konsun farklılık yaratabilecek bir oyuncudur… Henüz 17 yaşında, fiziği ve son vuruşlarını geliştirdiği takdirde önemli noktalara bulabilir kendisini. Yolu açık olsun…

Issız Messi ve Buharlaşan Pastore

Messi, Aguero, Lavezzi, Di Maria, Higuain, Tevez ve henüz süre alamayan Pastore, Milito… Yeterince ürkütücü bir topluluk, ancak sonuç olarak elde 180 dakikada atılmış tek bir gol var. Aslında hücum zenginliğinin, “hücumcu zenginliğinden” öte, iyi bir takım yapısından geçtiğinin bir göstergesidir bu durum. Dünya Kupası’ndan beri Arjantin aynı tüyoyu veriyor aslında: bol ve iyi hücumcu demek, çok gol demek değildir. Eldekilerle iyi bir denklem kurmak gerekiyor çözüme ulaşmak için…Arjantin bu denklemi kurarken Messi üzerinden gitmelidir elbette, onun istatistik belirleyici performansını Arjantin formasına taşımak gerekiyor… Messi’nin bu konuda öne çıkan birçok özelliği var, fakat en belirginleri şunlardır: bireysel olarak atak girişimi yaptığında, bir oyuncuyu duvar olarak kullanıp, kaleyi bulması ya da hareket halindeyken araya nefis toplar bırakması…

Dün bir pozisyonda Lavezzi, Messi’nin derin pasıyla tanışmış ve golü bulamamıştı. Onun dışında yine Messi fırsat buldukça arkadaşlarına net şut imkânları sağlasa da, toplar genellikle yağmur ormanına doğru yol aldı… Burada benim gözlerim, her ne kadar geçen senenin çoğunu pas geçer gibi olsa da (bunun nedeni büyük ölçüde Ercan Taner'den mahrum kalmasıdır. Şutlarından sonra "militooğ!!" diye biri yok artık), bitiriciliği daim olan Diego Milito’yu aradı diyebilirim. Hem bitiricilik, hem de Messi’ye duvar olma açısından önemli bir hamle olurdu aslında.

Tabi Messi’nin bunları yapabilmesi için kaleye de yakın olması gerekiyor. Dünya Kupası’nda Maradona ona “Maradona görevi” vermiş, kaleden çok uzaklaşmıştı. Bu kez 3’lü ortasahanın sayesinde, nispeten geriye daha az yöneliyor ve çoğunlukla kalenin yakınında kalıyor. Ama bu kez de topla buluşma şansı azaldığından, yine kendiliğinden geriden top alma hevesine bürünüyor mecburen…Bunun için tek ve kesin çözüm Pastore gibi dururken (ki ben bunu, Pastore net olarak patlama yapmamışken Dünya Kupası’nda hatta öncesinde de savunurdum) kendisini halen takımda göremiyoruz. Dünya Kupası 2010’da bir tek Yunanistan maçının bir bölümüyle “Messi – Pastore” iş birliğini gördük. Çok kısaydı ve güzeldi, hatta bunun sonucunda 40’ına merdiven dayayan Martin Palermo bile gol bulmuştu… Ama onun haricinde Pastore kenardan ısınmaya devam ediyor ve gittikçe buharlaşıyor… İki büyük yeteneği bir araya getirmek gerekiyor en yakın zamanda. Dün Messi Gago’yla duvar paslaşması yapayım dedi, hayata küstü... Sahada kendi futbol zekâsına yakın bir oyuncunun olması, onu da yukarı taşıyacaktır.

Bu durum en çok Sicilya’da can sıkıyordur, Palermo başkanı Zamparini başta olmak üzere… Zaten kendisi açıkça Batista’ya sallamıştı ilk maçtan, tabi onun derdi de biraz başka. Her maç bonservis değerine +3 milyon yazacakken, şuan tam tersi oluyor gibi.Aguero’nun da A Planı’nda düşünülmüyor oluşu ilginç. Aguero’nun özellikleri, Lavezzi’nin tüm olumlu özelliklerini kapsar, üstüne de eleman artar bana göre. Messi’den sonra takımın en iyi “delici” oyuncusu. Şablonda bahsi geçen 4-2-3-1 sisteminin solu için, teorik olarak Di Maria daha mantıklı seçim olarak gözüküyor. Lakin ben Aguero gibi içe kat eden ve bunu yaptığında genellikle sonuca da bağlayan, hali hazırda Pastore ve Messi gibi derin top erbaplarının bulunduğu yerde “topsuz koşularıyla” etkili olacak bir oyuncuya yer açardım. Daha çok Rijkaard’ın Barcelona’sına benzedi; iki içe kat eden yetenekli oyuncu, arkalarında Deco vari oyun yönlendirecek ve çok daha hareketli oynayacak bir Pastore ve en önde de net bir golcü…

İlk Arjantin maçında 45. dakikada Batista’yı protesto edercesine sızmıştım, ikinci maçın tamamını izledim. Yani atılan tek Arjantin golünü de göremedim diyebilirim iki sabahlamaya rağmen… Artık Kosta Rika maçına bakacağım, yukarıda resmedilen “gönlümdeki 11’e” yakın bir şey bekliyorum. Aslında Kosta Rika’ya da ağır sempati beslediğim bir turnuva oldu, henüz tek maç oynamış olmalarına rağmen. Formalarının güzelliğiyle başladı, genç kadronun sistemli, disiplinli ve farklı bir oyun ortaya koymalarıyla alevlendi… Duran toplar, hızlı hücumlar, topsuz oyundaki alan savunması, hatta taçlarda bile mutlaka bir şeyler çalışılmıştı. ÖSS gibi turnuvaya hazırlanmıştı yani gençler. Bu gece Bolivya ile ikinci maçlarına çıkıyorlar, tavsiye edilir. Saati de uygun sayılır, 01:15.

Kampa Gidenler Parmak Kaldırsın

Öyle kolay değil tabi… Yapılan transferlerin bolluğu, kadronun derinlik mahiyetinde kalabalıklaşması ve asıl hazır olan genç oyuncuların bir bir Anadolu’ya kiralanmasıyla, bu yaz A2 oyuncularının kamptaki sayısı düşük olacaktı. Antrenmanlara katılan genç oyuncuların ise A Takım’da direk düşünülmesi için erkendi, kimisi de halen hazır değildi vesaire. Ayrıca Tayfur Hoca, A2 tutumunu geçen sezonun sonlarında belli etmişti büyük ölçüde. Yeni bir arayış olmayacağı zaten belliydi... Mertcan, aslında A2 takımına bile direk olarak girmiş değildi henüz. Biraz güneş yiyince, esmerlikten “siyahîliğe” geçiş yapan Cumali (resimde Ersan’ın arkasında) ve geleceğini Busquets rolüyle değerli gördüğüm Onur ise, gelecek sezonun A Plan sistemine pek yatkın değiller. Her ikisi de fiziğe ağırlık vermeliler, muhtemelen kiralık gidecekleri mecralarda… Rıdvan konusunda da daha önce belirttiğim gibi, sağbek olarak aşama kaydedeceğini tahmin etmiyorum. Kanat alternatifleri de çoğaldı ve kampa adını yazdıramadı. Mental olarak toparlayacağı, futbolun top sürmekten ibaret olmadığını öğreneceği bir yere kiralanması iyi olur. Koch “çökertme”den girdi mi bilmiyorum, ama esnemeden çok zeybek oynar gibi pozisyon almış… Sola doğru bakınca, bir Polonya askerinin esas duruşunu görüyoruz: Kaan Dobra. Fazla ciddiyet, disiplin gibi duruyor ama işte, zamanında Okan Koç diye, kendisinden 15 yaş küçük bir genç kesememişti onu…

Atınç ve Muhammed potansiyelleri sebebiyle oradalar, muhtemelen 28 kişilik kadrodan geriye saymaya başlayınca adları ilk silinen oyuncular olurlar, seneye A2’de devam ederler… Stoper bol ama Atınç’ın kiralanmaya gönlü yoksa, A2’de bir bakıma “el altında” hazır olarak bekletilmesinde fayda var. Muhammed’in ise bu sene resmi maç sayısı yavaş yavaş arttırılmalı diye düşünüyorum… Guti gibi adamı getirmişken, “Guti çıkar, Muhammed girer” sahnesini canlandırmamak yazık olur…

Bir de şöyle (aşağıda) fotoğraf var tabii, net anlatımla muazzam: Muhammed ve Necip… Ekran karartısı ve “10 yıl sonra…” yazısının ardından çıkacak sahnede, yeniden Beşiktaş’ta görmek isteyeceğim oyuncular. Yalnız Mami de, toptan çok Necip’in beşliğe bakıyor gibi duruyor “geçer mi?” gibisinden. O hatayı, antrenmanda da olsa Egemen’e yapma çocuk…Dağıtımı açıklanan oyuncuların ise durumu şöyle: Samet Bülbül Şanlıurfa’ya, Furkan ve Doğukan Denizli’ye, Oğuz Ceylan Bolu’ya (kesin değil), Sezer ve Erkan büyük ihtimalle yine Rize’ye, Ali Kuçik Ankara’ya (Gençler olayı tekrar alevlendi sanırım) düşmüş durumdalar. Onur, Rıdvan, Cumali de bunlara eklenebilir. Cumali kardeşime Hakkâri Çukurca yakışır.

Aslında genel olarak genç oyuncu sıkıntısı yok kampta. A2’den olmasa da, gurbetçiler ve hatta yeni yabancılar genç… Nasıl bir harman olacak bakalım. Necip’i artık genç kategorisinde görmüyorum, nitekim sistem ne olursa olsun, el mahkum adı yazılacak ilk oyunculardan biri olacak. Ama yeni saçını beğenmedim, itiraf edeyim. Kendine has stili vardı, şimdi geriye koşarken elini atacak bir perçemi yok, dengesi şaşabilir… Cidden, mesela ben karşıdan karşıya geçerken mutlaka elimi yüzüme, gözüme ya da saçıma götürürüm. Bir kere yapmadan geçeyim dedim, afalladım. Minibüs çarpıyordu.

Bir de şöyle bakıyorum da, sallayacak adam kalmamış takımda. Genel kesimce takımda görmek istenilmeyen her oyuncu gitti gibi. Ama yine içimizden çıkartırız bir iki istenmeyen adam, bu konuda başarılıyızdır. Bi iki puan kaybına bakar, Quaresma’ya kadar yolu var… Abartı değil, gerçek. Zamanında Kleberson da takımda tek alkışlanan adamdı (İnönü'deki Malmö maçı). Ancak bu sene beklenti şişmedi, profil değişebilir. Lakin bu kez de kombine zammı bindi, hiç gerek yoktu… Taraftarı yolunacak kaz olarak görmez, beklentisini otomatikman büyültmezsen, sahaya yapacağı pozitif etkisi fazla olur. Geçmiş yıllardan test edildi, onaylandı defalarca…

Hayırlısı olsun bakalım. Öyle bir döküldüm, konu neydi ben de tam bilmiyorum. İşin taktik, teknik, saha, sistem kısmına hazırlık maçlarından sonra gireriz artık.