Bağıran Goller

İBBSpor’un ilk 8 için gösterdiği mücadele, hücumda çoğalma, ağır stoperlerini orta sahaya kadar çıkarma gibi “galibiyete oynama” çabasından; ufak bir örnek bile göremedik Beşiktaş adına. Bu bile başlı başına; takımdaki memur oyuncu ve hoca topluluğuyla devam etmemek için yeterli sebeptir…Cenk’in müthiş performansı, Fernandes’in resitali ve Pektemek’in başarılı “tek forvet” oyunuyla Beşiktaş maça tutundu diyebiliriz. Taa ki, 2-2’lik skora kadar… Aslında maç 2-1 Beşiktaş’ın lehine seyrederken, evin yanından bağırarak geçen bir şey gördüm; arkasından baktım, İBBSpor golüymüş… Birkaç dakika sonra da maça yetişti zaten ve yine Carlos Carvalhal’den bu duruma bir çözüm ürettiğini göremedik. Tıpkı, sezon boyunca buyur ettiği birçok “bağıran gollerde” olduğu gibi…

Ernst, inanmayacaksınız ama hakikaten rolanti oynuyor… Topsuz oyundaki klasik Ernst performansı, pek kalmadı. Onun dışında, top onun ayağına gelince kontra atak, organizeye dönüşüyor. Veli, her zaman sahanın en çok koşan oyuncularından biri olmasına rağmen “aklıyla” orta sahayı dolduran bir model değil. Fernandes de, bu kadar hücum katkısının yanında üzerine, orta sahadaki savunmayı toparlamasını beklemek; Neo’dan öte, adamı direk “mimar” ilan etmek gibi bir şey olur…

Manisaspor maçında Carlos da, herkes gibi ağzını açarak jeneriklik gollere bakıp, takılı kalmış sanırım. Oysa orada yaptığı Necip hamlesi, Beşiktaş’ın galibiyeti direkt olarak kasaya kilitlemesi anlamını taşımıştı. Farkın giderek açılması, o hamleyle başlamıştı… Necip’in eksik olduğu taraflar vardır, sete set hücum yaparken ofansif olarak etkisiz olabiliyor bilhassa… Ancak takım öndeyken, onun orta sahayı doldurması (Veli’ye nazaran pozisyon alışları ve rakibe basıp, alan daraltma gücü daha yüksek) sebebiyle; dönen toplar Beşiktaş’ta kalabiliyor, o toplar da pozisyona dönüşüyor haliyle…

Ama Carlos gitti çok iyi oynayan Pektemek’i çıkardı. Daha sonra da Burak’ı… Böylelikle kopuk bir orta sahanın önünde, ayağına top bekleyen 3 striker modeline dönüldü. İBBSpor ise saldırmaya devam etti… Gerçi, meğer bizim hedefimiz yokmuş zaten hocaya göre. Play-off’u garantilemişiz zaten…Bugün Fernandes, Simao’ya zorla asist yaptırdı. “Sen koş, o top duracak önünde merak etme” der gibi bir pas, Xavi ayarını bile zorlar cinsten… Onun dışında attığı deparla gözümün önünde "Sergen vs Lothar Mattheus" sahnesini getirdi. Muhtemelen tutamayız onu seneye, tutmayalım da. Çünkü şuana kadar parlayan bir oyuncuyu tutup, ondan daha da fazla verim almışlığımız yok. En nihayetinde alacakları karşılığında fesih oluyor.

Sidnei, Edu, Bebe zaten gider muhtemelen. 1.5 milyon Euro'nun üzerinde alan yabancıları da tutmaya gerek yok. Fernandes dışında, hakeden de yok zaten... Ağzından salyalar akarak takım arkadaşına, turistlere saran apaçi misali 'anlamadığı dilde' küfreden, “hırslı çocuk” Toraman’ın da artık buralardan uzaklaşması dileğiyle. Keza, kendisini gibi “her bölgede, vasat oynar” etiketiyle joker ilan edilmiş Ekrem’le birlikte. Bu tip memur yerlilerin ve yabancıların yerini, yılda 50 bine oynayacak A2 oyuncuları alsın. Zaten hiç şüphem yok ki Ömer Arslan Toraman kadar stoper (hiç Atınç’a falan bile gitmiyorum), Caner Ekrem kadar sol bek oynar. Hasan Türk kadar çok yönlü bir orta saha zaten A Takım’da da yok, onu karşılaştıramıyorum. Kadir Ari ve Ali İhsan da, önümüzdeki seneden itibaren hücum hattında rotasyonda kullanılır. Fikret Orman, bu konuda bizi heveslendirdi. Umarım kursakta kalmaz.

Maç Öncesi: İBBSpor – Beşiktaş

Atatürk Olimpiyat Stadı… Beşiktaş’ın, tarihinde bu kadar maç oynatıp da kazanamadığı tek deplasman (rakip İBB'yken) orasıdır herhalde. Bu durum İBBSpor’un Beşiktaş’a ters gelmesiyle açıklansa da; bana göre genelde Beşiktaş çıkarttığı kadrolarla “gel bana ters gel” dedi rakibine. Özellikle orta saha anlamında doğru çıkılan tek bir İBB maçı vardı; 2-0 kazanılmıştı. Ernst’in yokluğunda, Necip’in yavaş yavaş takıma girip Fink ile ikili olduğu dönemler… Zaten kupa finalini saymazsak Beşiktaş’ın 2 galibiyeti var İBB’ye karşı, birisi de o. Tek “rahat” kazanılan maç da denebilir…Yarın yine Beşiktaş adına özellikle “orta saha” anlamında doğru çıkılan bir maç olsun, gerisi gelir… Zaten minimum 3 adet orta saha etiketli oyuncunun sahada olacağını biliyoruz. Ancak, bazen bu sayı Veli’yi farklı bir rolde (daha önde) kullanmakla dörde çıkabiliyor… Eğer İsmail sakat olmasaydı; nadiren bir arada görebildiğimiz, sağlamcı ve genelde kazanan yapıya dönülebilirdi. Lakin solda yeniden bir Ekrem Dağ gerçeğiyle tanışmamak için, bence Veli’yi beke kaydırmak mantıklı. Önünde Quaresma ve Salvio yokken, pekala orayı kaldırabilir. Hatta, İsmail ve Tanju’dan sonra en idealidir de denebilir…

Hasan Türk kardeşimiz Carlos tarafından fark edilmiş olsaydı, Veli’nin beke kaydırılmasını pek dert etmezdik. Çünkü önünde hem onu savunma anlamında iyi kollayan, hem de hücumda onun kadar hatta daha fazla dinamizm katacak bir oyuncuya sahip olunabilirdi. Ama o tarz bir oyucunun “elde varken” yokluğunu çekiyoruz… O nedenle, 3’lü bir forvet yapısına dönmek mantıklı. Quaresma ve Almeida ağrıları nedeniyle antrenmanı yarım bırakmışlar. Yarın 11’de olmamaları muhtemel. Sol forvet denince benim aklıma ister istemez Edu gelir. Özellikle de Pektemek’le birlikte hücumda olduklarında, iyi işler yapabiliyorlar…Simao da zaten, AVM'lerdeki süs havuzu gibi. Ne işe yaradığı belli değil ama gelenek olmuş, "mutlaka 11'de olması lazım hissi" uyandırıyor. Ben de uyandırmasa da, Carlos açısından öyle en azından... Neyse, 3 ayda bir attığı ve gol olan şutlarından biriyle karşılaşırız belki.Bu hafta aklım bu maçtayken, kulağım CSKA – Lokomotiv karşılaşmasındaydı… Nedenini, “Bu sene sensin ikinci!” adlı başlıkta açıklamıştık. Lokomotiv deplasmanda kazandı ve fikstür avantajları da daha anlamlı hale geldi… Ligi 2. bitirme ihtimalleri yüksek. Bu durumda, Beşiktaş Play-off’lar sonucunda ikinci olursa; Şampiyonlar Ligi 3. elemelerine seri başı olarak katılır… Pek fark edilmeyen, çok önemli bir detay aslında… O nedenle bu maç kritik. Olimpiyat geleneği bozulursa; haftaya kümede kalmak için kazanmak zorunda olan Samsun ve son hafta da eleğini asmış bir Karabük, Bşeiktaş’ın rakibi olacak. 3 haftada 9 puan demek, 2. Fenerbahçe ile play-off’lara en kötü ihtimalle 4 puan farkla gitmek demek olacak. Liderle de 7… O da kapanmayacak fark değil ama 2.’yi geçmeden, 1.’yi geçemezsin nihayetinde…

Bu arada Olimpiyat deplasmanlarında Beşiktaş’ın en golcü ismi Holosko… Bu maçlarda ne fantastik işler döndüğü buradan da belli aslında. Fikret Başkan da hayırlı olsun. En azından borcun 500 milyonlara yürümeyeceğini biliyoruz, o tarz bir politika izleyeceği belli. Vaad ettikleri, %50 oranında hayata geçsin; her konuda toparlanma olur. Bakalım, umutluyum.

Kurabiye Canavarları

Bugün elenmek için ideal bir gündü açıkçası. Gündüzdü, deplasmandı, zemin oldukça sertti (top fazla sekiyor, kontrolü zorlaştırıyordu. Normal bir saha olsa Hilbert'in topu goldü zaten), karşı tarafta maçı daha çok umursayan bir takım vardı, tam aksine Beşiktaş’ta ise oyuncuların çoğu “ne gerek vardı şimdi bu maçın?” kafasındaydı. Ve Boluspor Beşiktaş’ı eledi… Bu cümleyi kurmak değil de, okurken artık şaşırmamak asıl can sıkıcı kısım olsa gerek…Holosko, “mezarcılık yapıp, Hilbert’in golüne atlamayayım” diyip; kazara faydalı olacağı tek pozisyonda da topu takip etmedi. Sonradan Pektemek, bir pozisyonda gol atayım derken 8 kilo verdi. Penaltı + kırmızı olabilecek bir pozisyon da var, hani çarpma gibi gözüküyor ama o topa o şekilde yatmak, olağan bir pozisyon değil. Velhasıl tur gelebilirdi de… Ancak, madem bu kadar as kadro ile çıkılıyor; di’li veya miş’li ekleri barındırmadan bu tur gelmeliydi. En azından, 2 metrelik Bolu stoperi arkasındaki Pektemek'e top şişirmekten başka bir planı daha olmalıydı takımın... Aksi halde Carlos’a, maçı ciddiye almayacakları alenen ortada olan bu kadar as adamı niye oynattın, tescilli bela İBB deplasmanı öncesi de "3 günde maç" temposunu bozmadın? Derler, ben diyeceğim mesela şimdi…

Full yedek de çıkmaya gerek yoktu zaten; tamam, stoperleri bozmamak hatta Hilbert’in maç kondisyonunu arttırması için onu da oynatmak doğal. Ki, maçı tek ciddiye alan adam oydu belki de… Lakin, geçen maçta 3 dakikada yine bir ters kademeyle gol yedirmeyi başarmış; bu yıl bilmem kaç kere vasatın altında bir bek bile olamayacağı tescillenmiş Ekrem seçimi nedir? Orada bir Caner Turp olsa, fena mı olurdu? En azından ayağı düzgün bir beke sahip olurdu Beşiktaş. Aut çizgisine 20 santim varken, adamın solundan atıp – sağından geçmeyi denemeyecek kadar da oyun zekâsına sahipti Caner…

Çok iyi bir maçı geride bırakmış, dinlenmeyi hak etmiş Fernandes yerine Hasan Türk’ü görseydik mesela? Zemin, memin dinlemeden (kendisini Bakırköy BLD sahasının bataklığında oynarken de gördüm, aynı çizgisini koruyordu) orta sahada baskı yapacak bir isminiz olurdu; Fernandes de sahanın içinde değil, evinde dinlenirdi mesela haklı olarak…Hücumda da, sene başından beri 11 çıkmayan Burak, Akyüz olabilirdi Pektemek’in etrafında. Burak, böyle bir fırsatı yakalayınca topun daha bir kıymetini bilerek delicilik görevi yapardı. Akyüz'le de; her türlü topa ayak, kafa, böbrek sokacak adam sayısı ikiye çıkardı ceza sahasında. Ve Quaresma – Simao’lu bir düzenin olmadığını 89. kez görülüp; Simao’yu mecburen önce orta sahaya, sonra sol beke doğru gezdirmek zorunda kalınmazdı… Neyse… Kısacası, bu maçta rolanti oynayacağı apaçık belli olan oyuncuları yedek ve gençlerle değiştirmekle çok şey kaybedilmezdi, belki kazanılırdı. En kötü ne olurdu? Elenirdi Beşiktaş, tıpkı bugünkü gibi… En azından elenmenin yanında, “ama Hasan ne top oynadı be…” diyorduk şimdi belki de.

Zaten böyle maçlarda as kadroyla çıkmak daha büyük risktir, yedeklerle kazanmak daha yüksek olasılık. Zamanında Salih diye bir sağ açık vardı Beşiktaş’ta; yağmurlu bir havada oynanan Üsküdar maçında Scala onu oynatmış, o da Beckham’a bağlayıp 3 asistle Fazlı Ulusal'a hat-trick yaptırmıştı mesela… Carlos’a birçok konuda katılmasam da hak verebilirim ancak şu “gençlere kurabiye dağıtmam!” lafına uyuz oldum açıkçası; hala da öyleyim. Çünkü onun açılımı “sadece hak eden forma giyer” gibi bir şeydir. Ama ben bu durumda sahada bir sürü “kurabiye canavarı” görüyorum? Yahu şu Hilbert bile zor girdi takıma, unutmadık o günleri…

Neyse. Fenerbahçe alsın kupayı da, şu 30 sene geyiği bitsin. Ben bile sıkıltım çünkü. Beşiktaş kupa alıyor, sabaha kadar "30 sene oluyor??" sesleriyle inliyor ortalık... Pazartesi, Olimpiyat geleneğini bozup öyle gelin madem.

It’s the Futbol, That’s the Futbol…

Dün akşam güzel olan birçok şey yaşandı. Hilbert’in yeniden sahalara dönmesiyle, defansif voltranın oluşması, o güzel şeylerin başlangıç noktasıydı mesela… Sağa atılan bir topta onun koştuğunu görmek; ayazda beklenen belediye otobüsünü, nihayet ufukta görmek kadar mutluluk aşılıyordu…

Ancak karşıda “atın ikiyi de düşelim, rahat edelim” diye bekleyen bir rakip olmasına rağmen; Beşiktaş 54. dakikaya kadar gayet baskı yedi. Ernst ve Veli’nin rolanti oyunu (en azından standartlarına göre) bunda etkendi. Bir diğer etken de; savunma hattının topsuz oyunda biraz ileri çıkıp, alanı daraltmıyor oluşuydu. Carlos, baskıya karşı presle karşılık vermek yerine; Pektemek’i çıkarıp, Necip’le ortasahayı doldurmayı yeğledi. Bu yarım doğru bir hamleydi bana göre…Necip’in girmesi doğruydu; zaten Beşiktaş o dakikadan itibaren (54) maçta gerçek bir egemenlik sağladı. Ortasahaya yama yapılmış oldu, artık Manisa oradan kolay kolay akamıyor, Murat Erdoğan Necip duvarına çarpmaya başlıyordu… Ancak çıkan adam Pektemek olmamalıydı sanki… Bugün, ufak bir Müller oyunu izledik kendisinden. Sağ forvet olmasına rağmen, sağdan gelen ortaya bile karşılık verdi çocuk. (Direkten dönen pozisyon) Onun varlığıyla Fernandes, aslında çok iyi ara pasları da atabildiğinin farkına vardı… Beşiktaş’ta Mustafa Pektemek haricinde araya koşu yapacak, bir ikinci adam kalmadı çünkü. Holosko bile bıraktı o işleri…

Velev ki, taktiksel olarak da doğru bir hamle olsun. İşin biraz da psikolojik kısmına bakmak lazım… İyi oynayan adamı çıkartmayacaksın. Almeida, Pektemek varken anlamlıydı; indirdiği topların 5 metre yakınında birisi vardı çünkü. Ama o dakikadan itibaren Beşiktaş, Aralık ayında bol bol uyguladığı testudo taktiğine geçiş yapacaktı. Ortasahada topu geri kazan, topu hücumdaki yetenekli – bilinmezli oyuncuların ayağına teslim et… Almeida bu yapıya ters, çünkü yapabileceği şeyler belli… Ayrıca, Beşiktaş orta sahada bölgesinde dönen topları alınca; uzun oynamaya, haliyle ileride cüsseli bir santrafora ihtiyacı kalmıyor. Pektemek'in sahada kalıp, o düzende Hugo'nun sakatlanmadan kenara alınması daha iyi olurdu.

Arka adalesi çekince, yerine tam tarifteki gibi bir adam girdi; en uçta oynamak adına. Her şey bir yana; Quaresma’dan fayda sağlamak için tek bir bölge var, orası da 4-4-1-1 ya da 4-3-3’ün en ucu… Bugün oraya geçti; normalde 3 ayda bir bulacağı iki golü, 5 dakikada yakaladı. İkinci golün bir benzerini, Galatasaray forması altındayken Hagi’den izlemiş, “ne zaman futbolu bırakacak bu arkadaş?” hesaplamalarına girmiştim. Can sıkıcıydı çünkü… Aynı golün, daha bir estetik olanını izlettirdi bize. Atsan atamazsın, satsan satamazsın… Demiyorum tabi ki, direkt satacaksın. O yüzden, kendini bulmasını Quaresma adına değil; Beşiktaş adına istiyorum. O maaşı alan ve standardı olmayan bir adamı tutma lüksü yok Beşiktaş’ın. Aynı zamanda, değerli bir oyuncuyu “değerinin altında” elden çıkarmaya da…Fernandes… Şut açısını bulduğunda, “şimdi gider bu hareketlerin üstüne asar…” demeden, İlker’i uzay boşluğuna düşerken gördüm. Harbiden astı… Delgado’nun Oftaş’a attığı golden sonra bir Beşiktaşlıdan izlediğim en iyi “yetenek” golü… Diğer 3 golde de imzası var zaten; 2 asist, 1 asist öncesi pas olmak üzere. Ortasahada ne kadar mücadele, o kadar Fernandes; aynı şekilde hücumda ne kadar hareketlilik, o kadar Fernandes… O yüzden şöyle bir; Fernandes, Necip, Ernst / Pektemek, Quaresma, Veli (duruma göre Simao/Bebe/Edu) düzeni oldukça ideal gözüküyor.

Carvalhal’in Ekrem’i oyuna alışında mana derindi. “Kendinize gelin lan, biz bu değiliz!” hamlesiydi… Zaten hemen akabinde müzeye doğru çektiği şut, ters kademede Ferhat’a Almeidamsı indirdiği topla görevini tamamladı. Allah Hilbert’e zeval vermesin, ne diyelim.

Bu Sene Sensin İkinci

Kabul etmek gerekir ki, dün akşam puantaj avantaj bir yana; psikolojik olarak da Galatasaray şampiyon oldu. Beşiktaş, Elmander’den yediği son dakika golüyle bu yarışı bırakmıştı zaten; ancak asla ligde hedefsiz değildir… Yarınki maç kazanıldığı taktirde, play-off hesabıyla ikinci Fenerbahçe arasında 4 puan kalıyor. Kaldı ki Fenerbahçe’nin bozulan morali, bir adet Trabzon deplasmanı ve muhtemelen cezalı olacağı Bursaspor maçı var. Beşiktaş’ın ise fikstürü daha kolay gözüküyor. Yani, play-offlara en kötü ihtimalle 4 puan farkla gidilir; daha da düşük olması yüksek ihtimaldir…Şahsen Avrupa Ligi’nden sıkıldım. Mutlaka son16 ya da son32’de tokadı yiyip oturuyoruz, o maç temposu yüzünden lig de heba oluyor; ne para var ne pul… Güzelliği; iyi kötü Avrupa maçı oynuyor olmamız ve UEFA sıralaması adına iyi puanlar toplamamız. Ama o puanların işe yaraması için, arada bir Şampiyonlar Ligi’ne gitmek gerekiyor… Nitekim bu sene olur da Beşiktaş 2. bitirirse; Şampiyonlar Ligi playoff’larında seri başı olma ihtimali hiç de düşük değil… Pazar sabahı biraz bu işe göz attım, paylaşayım.

Playoff’ları ikinci bitiren takım; Şampiyonlar Ligi 3. ön elemeden itibaren olaya başlıyor. Bu turda toplam 10 takım var, 5 eşleşme olacak. Ukrayna’nın ikincisi (Shaktar veya D.Kiev), Portekiz üçüncüsü (Porto, Benfica veya Braga), Yunanistan ikincisi (büyük ihtimal Panathinaikos), Hollanda ikincisi (burası karışık) ve Rusya ikincisi (burası da karışık) gelecek. Rusya dışında, büyük olasılıkla gelecek her takım Beşiktaş’ın üzerinde olur. Eğer Rusya’dan da CSKA Moskova ya da Spartak Moskova gelecek olursa, Beşiktaş kıl payı seri başı olmayı kaçırır. Ancak, Rusya’da ikincilik şansı süren Lokomotiv, Dinamo hatta Anzhi gelir de 2. olursa; Beşiktaş bir anda seri başı olacaktır…

Asıl güzellik ise bir üst tur, yani Şampiyonlar Ligi kapısındaki tek engel olan play-off grubunda yatıyor. Çünkü burada büyük liglerden gelecek takımlar, büyük ihtimalle puan olarak Beşiktaş’ın altında olacak. İngiltere hariç… Oradan Arsenal, Tottenham, Chelsea üçlüsünden kim gelirse gelsin seri başı. Lakin Fransa’dan Lille gelecek gibi görünüyor ki Lille Beşiktaş’ın altında (Toulouse da uygundur, Lyon 3. olmasın da…). İtalya’dan ise Lazio, Udinese, Napoli üçlüsünden biri gelir, hepsi Beşiktaş’ın altında (evet, ben de Lazio'nun altımızda olduğunu görünce ayrı bir haz duydum). İspanya’da da Levante, Osasuna, Malaga’dan biri 4. olacak gibi; onlar da Beşiktaş’ın altında. Almanya’da ise şuan 4. olan Schalke, ilk üçe girer ve Gladbach 4. olur gibi gözüküyor. Ki onlar da, haliyle 30 senedir ortalıkta olmadığı için Beşiktaş’ın altında…Eğer en dış kulvardan Lokomotiv Moskova atakları gelir de 2. olurlarsa Rusya Ligi’nde; Beşiktaş 3. ön elemede seri başı olur. Bu turda seri başı takımlardan sadece birinin elenmesiyle (ki geçen sezon 3. elemede iki seri başı takım patlamıştı, olmayacak şey değil) bir üst tur yani play-off’larda da Beşiktaş seri başı olmaya devam eder. Olur da Rusya’dan CSKA gelirse; Beşiktaş mecburen seri başı takımlarından birini kendi yemek zorunda kalır… Bu maçlar sezon başı oynandığından, her zaman sürprizlere açıktır nitekim. Zor bir şey değil. Hoş, seri başı da olsan sonuçta rakip olarak Vaduz falan gelmeyecek ama nispeten daha makul eşleşmeler olur.

Tabi öncelikle Süper Lig'in play-off’larında ikinci olmak gerekiyor bu yazılanların değer taşıması için. Ama ben gerçekten buna inanıyor, Beşiktaş’ın normal sezonda fikstür ve sakatlıklardan dolayı yandığını düşünüyorum. Hilbert, Bebe, Aurelio’nun dönüşleri çok önemli… Bebe, o verdiği ilk görüntüden devam eder mi bilinmez ama Aurelio sırf Atletico Madrid maçındaki kısa oyununda bile, bu takım için değerli olduğunu gösterdi. Hilbert’ten bahsetmeye bile gerek yok… Bununla beraber İsmail ve her ne kadar hala oynatılmasa da Pektemek’te ciddi gelişmeler var. Ayrıca, normal sezonda kalan 3 maç da kolay gözüküyor…

Manisa maçından itibaren bu hedefe yönelmelidir Beşiktaş. Madem paraya ihtiyaç var ve bizim oyuncular ailelerinden daha çok CAS’la yazışıyor; o zaman bir zahmet şu işi kovalayalım… Olur da, bakarsın Galatasaray 94-95 sezonunda olduğu gibi; 3 maçta 3 kez mağlup olur, bir bakmışın o fark da kapanmış. 58 sene oturur anlatırız o zaman bu anıyı… Neyse, ikincilik de yeter. Eğer olmazsak, bu hesaplama Fenerbahçeli arkadaşlara kıyağım olsun. Çünkü aynı şey onlar için de geçerli, sadece 2 sıra altlar; arada Alkmaar var… Sahi, Alkmaar da ligde ikinci olup Şampiyonlar Ligine katılır ve aynı zamanda bu sene oynayacağı Valencia çeyrek final maçlarında ikisini birden kaybedip, elenirse (İETT otobüsünde gibi, bildiğiniz kıç kıçayız çünkü. Tek beraberlikle geçerler bizi); yine seri başı oluyoruz. Yeterince kafanızı karıştırdıysam, rahatlıkla uyuyabilirim. İyi geceler…

Öylesine...

Bundan birkaç ay öncesine kadar Atletico Madrid, Reyes’in keyfine kalmış, kopuk ve spontane oynayan bir takımdı. (Q7+Simao)-1 formülünün işlemediği Beşiktaş gibiydiler yani… Ama Perşembe akşamı gördük ki; artık Atletico Madrid şut, hatta pas attırmayan bir takıma dönüşmüştü. Pozisyon bulmak için ceza sahası önünü bırakın, ortasahada bile “ince pas” yapmak zorundaydı Beşiktaş; o derece sağlam alan daraltıyorlardı. Topu aldıklarında ise mutlaka kıymetini biliyorlardı. Hiç gelişi güzel bir şut, orta denemesi göremedik; sürekli en iyi seçeneği düşünüyor ve zorluyorlardı…

Bu durum şunları gösterir; “bir teknik direktörün takıma katkısı %6’lardadır” sözü biraz zırvadır… Ayrıca, eli-yüzü düzgün bir takım olabilmek için sil baştan kadro yapmaya, uzun zamana ihtiyaç duymaya fazla gerek yoktur. İş ahlakına, oyun disiplinine sahip ve hedefi olan oyuncu grubu; adaletli forma dağıtımı; sisteme doğru oturacak oyuncu seçimi vesaire… Bunları yapmak çok pahalı bir şey değil, hatta daha ucuz olabilir.Görünen o ki Fikret Orman başkan olacak. Henüz söyledikleri icraata geçer mi bilemiyoruz… Ancak, hem söyledikleri şeyler hem de bunları söylerken kullandığı mizaç gösteriyor ki; bir Demirören değil… O nedenle gayet umutluyum. Beşiktaş’ın kadrosu çöp değil, üzerine gidilir ve iyi yönetilirse gayet sağlam bir takıma dönüşebilir. Tekrarlıyorum, bunun için çok paraya da ihtiyaç yoktur. Hatta Beşiktaş vasat addedilen kadrolarla daha başarılı olmuştur her zaman. Mesela hala dillerde pelesenk olarak 100. yıl kadrosu, aslında kemer sıkma politikasının ürünüydü… Ancak şu da var, yönetim Demirören kafasından kurtulsa da; hala tribünde o kafaya sahip insanlar var. Bu nasıl değişir? Bu soruda umutsuzluğa kapılıyorum… Belki zamanla…

Mesela ben Perşembe akşamı bir İsmail izledim, her anlamıyla tam bir futbol takımı olan rakibin 11’ine de yakıştırdığım tek oyuncu oydu Beşiktaş’ta. İsabetli ortalar yapamamış olabilir (ki bir takım sadece bekinin yapacağı isabetli ortalara kaldıysa, o takımda daha büyük sorunlar vardır) ancak savunmadaki oyunu, üst düzeydi. Ama düne kadar, tribünler tarafından küfür edilecekler listesinin başındaydı; yarın yine aynı listeyi zorlamayacağını bilemiyoruz… Oysa Demirören kafasına sahip olmayan bir yönetim gelir de, iddialı olmayan bir kadro kurarsa; genç ve üstelik alternatifi olmayan bir oyuncunun tribünler tarafından hedef alınmayacağına kesin olarak inanıyor olmamız gerekir. Yoksa bu işin içinden çıkılmaz. Yine Demirörenizm tarafından yönetiliriz, sadece isimler farklı olur. “Savunma yapsa, şimdi Manchester United’daydı”gillerden birkaç adam daha gelir, sonuç olmayınca onlar da küfür yer; kısır döngü böyle sürer.

Avrupa işi bitti, bence başarılı şekilde bitti. Kiev’de 90+5’de yenilen golden sonra buraya kadar toparlayıp, gelmek; kolay iş değil. Hilbert dönerse ve takım motivasyonunu kaybetmezse, bence bir Aralık-Ocak serisi daha yakalanır ve Beşiktaş play-offların en başarılı takımı olur. Sonunda yeri ne olur, orasını bilemem… İkincilik fena olmaz mesela…

Maç Öncesi: Beşiktaş – Atletico Madrid

İlk maç öncesi Carlos, Atletico Madrid’e bir sürprizi olduğunu beyan etmişti… Arda ve Diego’nun yokluğunda, hücum akışlarını Juanfran ve Salvio’nun olduğu sağ kanattan yön verecekleri aşikarken; onların karşısına, amatör kümeler dâhil olmak üzere “en kötü savunma yapan kanat” sıralamasında ilk 5’e girmesi muhtemel Quaresma ve hamle, pozisyon alma gibi konularda ideal bir bek olmayan Veli ikilisi koymuştu Carlos. Ki Veli yerine, o ortamda Evra da solbek oynasa; durum çok değişmezdi aslında. Kutudan böyle bir hedâye çıktı Atletico’ya, onlar da şaşkınlıklarını gizleyemeyerek 7-8 pozisyona girip, 3’ünü gol yaptılar ilk yarıda…Antrenmanları takip eden muhabirlere göre, Carlos yine bir sürpriz peşinde; ancak bu kez daha makul bir şey çıkacak sanki ortaya… Ernst’in yokluğunda ortasaha 4’lüye dönecek ve hücumda Almeida – Pektemek ikilisi olacak gibi görünüyor. Zaten Beşiktaş bu maçta önde baskı yapmak zorunda ve önde basan bir takım için, topsuz oyun dizilişi genelde 4-4-2 şeklini alır. Bu durum ortadayken, topla oyunda da 4-4-2’yi hakkını verecek oyuncularla çıkmak gayet mantıklıdır…

Quaresma’ya sorsak, en uygun olduğu sistem 4-4-2’dir, hatta birçoklarına göre de öyledir. Lakin, futbolun gerçekleri Quaresma’sız bir 4-4-2’nin daha ideal olacağına işaret eder… Çünkü bu sisteme sahip bir takım, topsuz oyunda etkili bir pres yapmak zorundadır. Bunun için de, topu geri kazanmada daha başarılı olan Veli; daha ideal bir 4-4-2 kanadıdır aslında... O nedenle, Quaresma’ya çıkacak affın bu maça yetişmemesi olumlu. Hem taktiksel hem de diğer oyuncuların daha bir maça odaklanması babında… Ama ilerleyen haftalarda af çıkması doğaldır, “küfür-kafir savuran adam nasıl bu formayı giyer???” diyemem. Çünkü bu mali tabloda, eldeki adamların hiç birini çöpe çevirme lüksümüz yok. Oynasın, play-off’da bakarsın iki asist yapar, Euro 2012’e gider de ufaktan piyasası oluşur…

Simao, oyun disiplini manasında hiçbir zaman Quaresma olmadı. Düşen temposundan dolayı onun da pek faydalı olduğu söylenemez ama takım savunmasında kendi bölgesini “kırık diş” gibi açık bırakmaz en azından. Arada bir önüne düşen topları da iyi şutluyor; yarın akşam da öyle bir açı yakalayabilir, hatta belki frikik… Kısacası, yarın gol imkanı sağlayacak her seçeneği zorlamak gerekir.

Geçen gün Liverpool – Everton maçını izlerken, Kelly’nin bindirmelerini gördükçe Hilbert’i hatırladım. Zincirleme olarak bu maça mutlaka yetiştirilmesi gerektiğini… Çift kalede yer alamasa da takımla çalışmalara başlamış, bir umut oynarsa; çok şeyi değiştirir. Çünkü gün geçtikçe Toraman için "en azından savunmacı bek" tezi de çürümekte. Çünkü taktiksel zeka açısından zayıf olan bir oyuncu, istediği kadar cengaver olsun; savunmanın her bölgesinde yarardan çok zarar getirir, getiriyor... Velhasıl, yarın çok bir beklentim olmamakla birlikte umutsuz değilim. Bir önceki son 16 turunda Slavia Prag maçını hatırlatmak gerekirse; 45 dakika adamlar nefes aldırmamış, sonradan Pancu’nun bombasıyla maç birden 4’e gitmişti. Yine bir anlık gaz, turu getirecek skoru sağlar; olmaz diye bir şey yok… Tabi Adrian falan gelir, 2003’de Claudio Lopez’in yaptığını yapıp, daha 2. dakikada hem bütün bu maç önü yazısını anlamsızlaştırır hem de tribünlerin gırtlak yırtma hevesini alabilir… Futbolun bilinmezliği bunu da işaret eder, onu da; bakacağız artık...

Bu arada biraz önce Fikren Orman’ın seçim vaatlerini dinledim ve umutlandım. Çünkü söylediklerinde vaat yoktu aslında… “Yabancıların hepsini gönderip, daha iyisini alacağız! 5 senede 3 şampiyonluk + 40 kilo Türkiye Kupası hedefimizdir.” gibi gazımsı ifadeler yoktu, gerçekler vardı. Şampiyonluk sözü falan veremeyeceğini; anlık transferlere karşı olacağını, alt yapı ağırlıklı ve geleceği olan, izlenmiş oyunculara yöneleceğini; kısa vadede şahsi olarak koyacakları parayla çözüme ulaşsalar da, uzun vadede Beşiktaş’ın kendi parasıyla işletilecek bir yapıya dönüşünü sağlayacaklarını söyledi mesela… Sanki 15 yıl yaşlanmış, parayı vurmuş ve başkan adayı olmuşum da; ben konuşuyordum. O derece ruh ikizim buldum kendisini. Umarım seçilir de, söyledikleri icraata geçirir. Zamanla bu konuyu ayrıca konuşuruz. İyi maçlar.

Öğrenilmiş Çaresizlik

Üç şutun olduğu maçta, otuz cümlelik yazı yazabilecek kadar hayalperest olsaydım; senarist olur, Geleceğe Dönüş 4’ü yazar devamını sağlardım. Güzel filmlerdi nitekim… O nedenle, maçın ışığında genel gerçeklere bakmak lazım. Mesela şu maçta kalbimi kıran iki şey var ve bunlar Beşiktaş’ın genel gerçekleridir.Birincisi; takımın hiçbir şekilde baskı kuramıyor, ortasahada dönen topları alamıyor ve 1-1’e razı şekilde, “öğrenilmiş çaresizlik” örneği sunuyor olmasıydı. Öncelikle Necip’e, geçen maçta benim de az biraz yaptığım gibi gereksiz bir “haklısızlık etme” durumu mevcuttur. Ernst rölanti oynamaya başladı ki, haksız diyemem. Fernandes, zaten topsuz oyunda en fazla pozisyonuna koşan bir adam. Necip olmadığı zaman “ortasahayı doldurma” göreviyle, geriye bir tek Veli kalıyor ki, o da Necip’le anlamlı oluyor; Necip de Veli ile… İkisi varken, ortasahada dönen toplara daha fazla egemen olabiliyor Beşiktaş ve takım halinde değişiyor. O yüzden; saçma paralel pasları, iyi sonlandırmadığı hücum atakları bir yana, Necip bu takımın en azından mevcut düzende değişilmezidir. Perşembe de öyle olmalıdır… Çünkü hücum yapmak için, öncelikle topu geri almak lazımdır...

Kalbimi kıran diğer şey; kenarda Burak’ı görerek heveslenmiş, üzerine Edu’nun “ampul gibi asma” adı altında eski bir tabiri hayata geçirmesiyle iyice tavan yapan heyecanımın, Burak’ın geri oturmasıyla sönüşünü hissetmemdi… Belki Burak girince maç 1-2’ye dönemeyecek, hatta 2-1 olacak ve mağlup olup oturacaktık ama en azından ben “Carlos bir şey denedi, olmadı” diyebilecektim. Şimdi diyemiyorum… Edu’nun golü sonrası, maçı yine oluruna bıraktı ki; maçın oluru en fazla 1-1’di Beşiktaş adına. Yine, sadece duran top ve uzun şutların kerametine kalınacaktı…

Oysa o kadar da boş maç değildi bu. İkincilik şansı hala tazeydi… Şimdi, ancak Galatasaray Kadıköy’de ters bir sonuç alırsa o şans doğar, yoksa en iyi ihtimalle Beşiktaş Avrupa Ligi’ne gider. Ben ikincilik yani Şampiyonlar Ligi şansının hele de maddi olanakların bu kadar buhar olduğu dönemde, bu kadar kolay şekilde terk edilmesini kabullenemiyorum. Hem Carlos, hem de futbolcular adına… Haklı olarak, CAS’’ta dava manyağı yaparken arada top oynayın da, kulüp para kazansın, maaş ödesin yani…İşte, bu sitemi de yarım ağızla yapıyorum aslında. Çünkü ortada bir takım yok, haliyle takım ruhu da yok… Bunun nedenleri bellidir; kulübün takım kurma babında belli bir stratejisi hiç olmadı. Sadece futbol gerçeklerini göz önünde tutularak, yeni bir planlamaya gidilmedikçe böyle bir takıma da sahip olunamayacak ve bu tip maçlarda öğrenilmiş çaresizlik sürecektir… O nedenle, gelecek yönetimin öncelikle bunu değiştirmesi ve “isimli futbolcu” tabusunu kırması gerekiyor. Çünkü takım olamamanın başlıca sebebi budur… Sadece futbol değil aslında, her konuda bir isim manyaklığı vardır ülkemizde. O nedenle ne Pamelalığı, ne Andersonluğu kalmış hatun, “çoh seksi” maksadıyla reklama çıkartılıyor. Neden? E çünkü zamanında Pamela Anderson’du…

Avrupa’da, biraz Yunanistan dışında “isim transferi” yapan başka bir lig yok. Gelecek yönetim her kimse, gelecek teknik heyetle birlikte (ki Carlos, bu apoleti pek hak etmedi; nedenlerini sezonun devamında kısa kısa geçeriz) eline kağıdı-kalemi alıp, biraz alt yapıdan biraz ekonomik yabancılarla “bölge transferleri” ile yeni bir Beşiktaş’a geçiş yapmalılar. Zira eldeki oyuncular o kadar da kötü değil. Hatta düzeni bozanlardan kurtulduktan sonra, biraz da üzerine eklentiler yapılırsa çok iyi bir ekol tutturulacağı, Ocak sonuna kadarki maç periyodunda belli edilmişti…

Maç Öncesi: Orduspor – Beşiktaş

Çok değil, şu fotoğrafı 1.5 ay öncesinde görseydik; Beşiktaş hala zirveye yakın olabilirdi. Toparlamış bir Bebe; bazen kenar forvet, bazen santrafor rolüyle, giden 10 puanı geri çevirirdi belki de. Fiziği ve yetenekleri, o kadar önemli bir açığı kapatabilirdi yani… Neyse, arkadaşa bacak nakli yapıldı herhalde, geçmiş olsun. 8 ay sonra “Pektemek ve Bebe” aromalı bir takım görebiliriz nihayet.Ama daha erken, play-off’lara anca fit olur. O döneme kadar, en azından ikincilik şansını çöpe atmamak gerekiyor. Alınan son bilgilere göre Hüsnü Güreli, en son 10 gün önce Beşiktaş hesaplarını incelerken görülmüş. O nedenle Şampiyonlar Ligi kapısını sonuna kadar zorlamak gerek, Avrupa Ligi çeyrek finalinden bile daha değerli bir hedef aslında.

Velhasıl, hazır Quaresma sorununun üzerine gidilmiş ve muhtemelen takım yeniden bir havaya girme eğilimindeyken; kalan ve basit gözüken 4 maçı kazanmak gerekiyor yarından başlayarak. Bunu yaparken, aynı zamanda At. Madrid rövanşının provası da yapılabilir mesela…

Simao’nun forvet arkasında; Edu yada Holosko – Pektemek gibi bir ikilinin hücumda olacağı bir düzen mesela… Simao eski temposunda olmaya bilir; ama görünen o ki şut ve pas yeteneği hala tazeliğini koruyor. O nedenle, onu 60 metrede bırakmak yerine daha sınırlı bir görev verilebilir. Sınırlı ama kaleye daha yakın bir görev… Eğer iyi bir uyum yakalanırsa bu hücum hattıyla, aynı şey Perşembe günü de denenebilir.

Zira Ernst’in yokluğunda, muhtemelen Necip oynayacak “süpürücü ortasaha” pozisyonunda. O da, daha bu maçtan ısıtılabilir. Gerçi, ben malulen emekli olduğunu sanıyordum ama Aurelio da hala Beşiktaş’taymış. Ama durumu nedir bilinmez… Ben yine de kadroya Ernst’i yazayım; hazır hafta içi de oynamayacak, keli kızarana kadar kullanır onu Carlos.Quaresma konusunda ise nedir bilmiyorum… Ne kadarı doğru bilmiyorum ama (bir yalanlama da olmadı gerçi) duyduklarımız çok korkunç şeyler. Bildiği bütün küfürleri dışından okuması, üzerine krampon, su, Ekrem falan eline ne geçirdiyse fırlatması bir yana; “ben olmasan, sen olmazdın” lafı çok ağır. Doğru, ama ağır… Zaten hakaretin tanımı budur; altında bir gerçek yatar ama ağza alınması yüz kızartır, çok ağırdır. Quaresma da bunu yapmış.

Artık pek hayır gelmeyeceği belliydi de, sözde takımın en yıldızıyla da “alacaklarına karşılık fesih” noktasına doğru gidiyoruz. Sırf bu sebeple, Fernandes’in transfer durumuna cevabımız çok açık olmalı aslında. Piyasası olan adamı anında okutacaksın… Bunu sadece Carew’le yaptık. Ki, bir sonraki sene Youla ile partner olunca; önce topçuluğu sorgulanırdı, sonra adamlığı ve nihayetinde Lyon yerine Katar’a doğru yol alırken bulabilirdi kendisini.

Siyahlılar ve Beşiktaş

Futbolun, aslında çoğunlukla amatör bir oyun olduğunu ve sahada gezinen formalı varlıkların, birer insan olduklarını unutuyoruz bazen… Hatırlayınca da, bugün olduğu gibi “ikinci yarıda ne değişti?” sorusunun cevabını kolayca buluyoruz. İki metre önündeki topa “bakmaya” bile üşenen adam çıktı; geriye kalanlar “âlemin kerizi biz miyiz?” sendromunu atlattı ve 7’ye gidecek maç, rövanşa umutlar bıraktı…

İsmail gibi naif bir çocuk bile, zıvanadan çıkmış şekilde “herkes mücadele edecek artık, kimse kusura bakmasın” diyebiliyorsa ve takım çok farklı iki şekle bürünebiliyorsa, Quaresma sorunu farkında olduğumuzdan daha büyük boyutta demektir. İkinci yarıdaki Beşiktaş; ciddi bir mesaj verdi, manası derindi… Takımın üstünden kara büyü kalkmıştı sanki. Hani, sahadan çıktı bu kadar fark etti; taksi çağırıp Quaresma’yı Madrid dışına yollasak ne olacaktı kim bilir, Holosko’nun topu da içerdeydi belki de…Tabi bu psikolojik bir sebepti; taktiksel olarak da önemli bir değişim oldu. Önde baskı kuruldu ve takım daha yakın oynadı mesela… Oysa ilk yarıda, adamı eksilten kaleyi görüyordu At. Madrid’de. Tamam, Schuster – Tigana kadar olmayalım; ama ortasını da bulmak gerekiyor. Aksi halde derinde savunma daha zor zanaat, becerilemese takım siniyor tamamen. Arka direğe paralel giden, direğin dibinden reklam panosuna çarpan toplar eşliğinde yenecek golü bekliyoruz. Bugün ilk yarıda olduğu gibi…

Simao’nun şutları, %85 oranında gol oluyor herhalde. Bakmak lazım, ilginç bir ortalama çıkabilir gerçekten. Ayda bir vuruyor ve gol oluyor… İnönü’de de devam etsin, yine sevinmesin. Hatta maç sonu kederinden ayağına sıksın isterse, dert değil. Bugün kamera açısının da katkısıyla, topun çatala gidişini izledik. Ve 15 Mart’taki rövanş, Boluspor maçından daha anlamsız olmaktan kurtuldu. Şimdi hala bir umut var…

Sivok’un sarı görmesi demek, turun gitmesi demek olabilirdi ama. Ernst nispeten tolere edilebilir ki, bugün pek iyi değildi zaten o da. İsmail’in oyuna girişi sonrası, takım olumlu yönde etkilendi. Ama bu durumu sağlayan; onun iyi oyunu ve orayı gerçek bir solbekle donatmasından çok, Veli’yle ortasahanın doldurulması oldu. Takım bütünlük kazandı, Necip gibi ilk yarıda kötü gözüken oyuncular da toparlanmaya başladı. Zaten Fernandes dışındaki ortasahalar, takım iyiyse iyidirler; kötüyse onlar da kötüdürler. Çünkü hemen hepsi tamamlayıcı oyuncular…
Rövanşta Quaresma olacak mı, olacaksa yine bugünkü gibi üzerine kanat oynatılıp, bile bile lades mi yapılacak tekrar? Meraklardayım... Diego Simeone de şimdiden “bir aksilik çıkmasa da, oynasa…” diyordur. Hemen her rakip teknik direktör ve rakip sağ açık & beklerin dediği gibi… Bir de maç önceleri gazı vermezler mi; “Beşiktaş'ta bireysel olarak çok etkili oyuncular var, tırsıyoruz…” gibilerinden. Ya cidden bir taktik bu, ya da youtube'dan izliyorlar…

Bugün Pektemek’i aynı oyunuyla, At. Madrid yapısı içinde hayal ettim… Bu maçla değerine +3 milyon eklerdi. Ama bütünlükten uzak Beşiktaş’ın içinde olunca, yine nefis sırtı dönük oyunu heba oldu; hatta maç sonrası çoğu insana yine “çok zayıf” dedirtti… Rövanşta Almeida ile birlikte oynatılması denenebilir. At. Madrid’de Diego iyileşmez, üzerine Adrian’a bir şeyler olursa (çok gaddar da değilim; ne bileyim ishal olsun, grip mrip) baskı altında kalabilirler. O zaman 100 metreyi 10 saniyede koşan Parea falan, saçmalar diye düşünmekteyim. Vay be… Devre arası livescore’a bakmaya çekindim (hakikaten de herkes gayet efendi gibi Avrupa maçı oynuyor, 0-0 gidiyorken biz temizden 3’ü yiyip oturmuştuk), şimdi tur hayalleri kuruyoruz. Quaresma işte abi… Yıldız oyuncu, maçtan çıkınca bile skora etki ediyor adam.

Böyle maçlar sonrası "iki farklı Beşiktaş" lafı pelesenk olur dillere. Benim için tek Beşiktaş vardı, o da ikinci yarıda gözüktü. İlk yarıdaki takımı tanımam etmem, ama o "siyahlılar" çok silikti, teslimiyetçiydi... 15 Mart'ta yine sahada Beşiktaş olsun, tek beklentim bu. İsterlerse bir 3 de öyle yesinler; sorun değil. Ama olur da tur gelirse, çok ekstra bir mutluluk yaşarım orası ayrı. Hugo'yla Tolga Abi'nin yorumları eşliğinde, Hugolina ablayı kurtarmış kadar olurum... Ne bileyim içimde kalmıştı katılamadım, 900'lü hatlara kapalıydı ev telefonu. Neyse iyi geceler...

Maç Öncesi: At. Madrid – Beşiktaş

Trabzonspor maçı itibariyle Süper Lig için ayırdığımız vaktin sonuna geldik diyebiliriz. Ki, aslında sahadaki birçok Beşiktaşlı oyuncu, fişi Galatasaray maçı sonrası çekmiş gibiydi. Belki puan farkının çok açılmamasıyla kaydıyla, play-off’larda ikincilik hedefi konabilir ancak. O nedenle Atletico Madrid eşleşmesi için “sezonun maçları” tanımlamasını yapabiliriz. Ama tuhaf bir durum var… Aslında kolay iş değil, 100. yıldan bu yana ilk kez bu kadar yukarıya tırmandı Beşiktaş fakat camiada yaşananlar, bu durumdan almamız gereken tadı epey ekşitiyor.

Beşiktaş, klasik “sağı – solu belli olmaz” tavrını Avrupa’da gösterebiliyor. O nedenle Trabzonspor karşısındaki, “gel 7-1’in rövanşını al” şeklindeki futbolunu ölçü almamak lazım. Yine de; Beşiktaş’ın At. Madrid karşısında bir sürpriz yapabilmesi için, bana göre öncelikle Carvalhal’in 11 seçiminde ve saha dizilişinde o sürprizi başlatması gerekiyor. İlk Braga maçında farklı bir şey vardı mesela: Santraforsuz oyun… Ancak hemen rövanşında, rakip önde bastığı zaman ileride top tutulamazsa, aynı taktiğin patlama olasılığının yüksek olduğu ortaya çıktı. O nedenle bu planı yeniden denemek, karikatürdeki gibi trajikomik bir duruma düşmek demek olabilir…İleride top tutabilecek iki adet hücumcu mevcuttur: Edu ve Pektemek. Bu işi fiziki avantajıyla Edu daha iyi yapabilir ancak onun da şut dışında gol atma şansı düşük. Hani, pek tilki golcü değil; pozisyon kovalamaz, aralara pek koşu yapmaz. Yoksa “şut atmadan gol at bilader” gibi psikopatımsı bir beklentide değilim. Golcülük tanımlamasına daha iyi uyan Pektemek ise, sırtı dönük oyunu tek başına yaptığında belli bir süreden sonra güçten düşebiliyor. O yüzden çözüm, ikisine birden sahada rol vermek olurdu bana göre…

Her şeye rağmen bu maçta Quaresma oynar, kesilmez. Adamın 3 asist, 1 gol yapacağı tutar; hani “olmaz öyle şey” diyemiyorsun. Ancak şunu diyebiliyoruz: Şayet kanatlarda oynarsa hem etkinliği daha çok düşer hem de rakip bekler için oldukça boş bir arazi bırakılır. Kaldı ki, At. Madrid’in en iyi olduğu konu budur. Juanfran beke çekildiğinden beri başka bir adam oldu. Rakip ceza sahasının sağ tarafında, bildiğiniz kamp kuruyor… Hele ki, Diego’nun olmadığı bir maçta, mutlaka kenar hücumlara çok daha fazla ağırlık vereceklerdir. O yüzden kanatlarda görev alacakların, topsuz oyunda çok ciddi savunma yapması gerekecek…

Edu ve Pektemek, bu işi Quaresma ve Simao’dan daha layıkıyla yapabilir; ki toplu oyunda da yapacakları hücum koşularıyla daha fazla tehdit olurlar. Quaresma da, bu sene performans olarak dikkat çektiği bölgeye yani; serbest forvet rolünü üstlenir. 1-1 berabere biten Porto maçına benzer bir şablon aslında; o gün forvet arkasında Nihat vardı, hemen hemen aynı rolü üstleniyordu.Savunma ve ortasahada fazla seçenek yok zaten. Son günlerde verilen fazla pozisyonların sebebi her ne kadar öndeki oyuncuların geri koşmamalarına bağlansa da (haklı olarak); aslında daha büyük nedeni savunma çizgisinin çok derine çekilmesiydi. İkinci Braga maçında da sorun buydu… Öndeki oyuncuların koşu mesafesini uzatmamak için, bu maçta savunmayı biraz önde çıkarmak ve takımca yakın durmak gerekiyor. Aksi halde, İnönü’deki rövanşa sadece “bitmesin dertler…” demek için gideriz; bu çok net. Çünkü At. Madrid, gömülü savunma etrafında dolanıp, bir şekilde Adrian ya da Falcao’yu bulmayı çok iyi beceriyor. Diego yokken bu iş biraz zorlaşacak, ama yine de kaleden uzak durmak iyidir…

Egemen, İsmail ve Veli’nin durumları net değilmiş aslında. Üçü de çok kritik ve alternatifsiz oyuncular. Umarım oynayacak seviyeye gelirler, sonrasında da Carlos daha kadroyu gördüğümüzde zihin olarak mağlup olacağımız bir 11’i sahaya sürmez. Hadi hayırlısı, iyi maçlar.

Besiktas Winger & Striker 2012

Uzun zaman oldu. Bu uzun zamanda gereğinden fazla şey yaşandı hem futbolda hem Beşiktaş’ta. Dertler benzer şeyler aslında, nereden başlasam; nasıl dalsam konuya bilmiyorum. Biraz Bilal Meşe vari bir yazı olabilir o açıdan, çok karışık haldeyiz malum.

Bilal Meşe tarzına örnek vermem gerekirse; bir Beşiktaş maçı öncesi stada canlı bağlanılır, spikerin yanında yorumlarda bulunması adına Bilal Abi vardır… “Evet Sayın Meşe, Beşiktaş zor bir deplasmana daha çıkıyor. Neler bekliyorsunuz maçtan?”. “Şimdi Sevgili Hakan. Artık Beşiktaş için her maç zor. Çünkü kadro kalitesi alt seviyede ve rotasyon yapılmıyor. Ben bazen Schuster’i anlamıyorum ki aslında kendi görüşümdür, ülkemizde bana göre yerli teknik direktörlere dönülmeli. O nasıl olacak bilmiyorum sonuçta A Milli Takım’da da Hiddink var… Şimdi Hiddink de yabancı ve ne gariptir ki İsmail’i bir türlü oynatmıyor ama İsmail de artık kendini biraz geliştirmeli. Ofansif olarak iyi ama defansif açıdan zaafları var. Ha keza bugün de onun için zorlu bir maç, pardon kimle oynuyor Beşiktaş?”. Güzel insandır…

Sene 1993 denince aklıma 3 şey gelir. Birincisi, artık 10 yaşındayım (çift hanelere giriş) havasını basma dönemim başlamıştır. “Olm bak bu tipleri maça çağırmayın, 10 yaşında adamız. Çoluk çocukla muhatap ettirmeyin bizi.” Evet, bu gibi tripler başlamıştır o yaşta. İkincisi, Terminatör 2 ülkemiz televizyonlarında yayınlanmaya başlamıştır. Üçüncüsü ise, Trabzonspor’a Beşiktaş 7 atmıştır…

Ve ne tesadüftür ki, o maçtan önce de yine bir Galatasaray derbisi vardı. Tugay’ın penaltısıyla 1-0 yenilmiştik, takım da pek iyi görüntü çizmiyordu sanki. Öyle olmalı ki, apartmandan Fenerli bir arkadaş, Trabzon’dan epey umutlanmış ve benimle iddiaya girmişti. Çerezzasına… Çerezza da, çerezza yani o zamanlar; özellikle kolayla tüketildiğinde kısa bir süreliğine dünyadan soyutlanma ihtimali vardı… Velhasıl, yine bugünkü gibi Beşiktaş’ın kazanma ihtimali bile güç gözükürken (o zaman Şota falan da leblebi gibi atıyordu yani, Burak’tan aşağı kalır yanı yoktu), o maçtan tarihi fark çıkmıştı. Ve ben cesaret ederek girdiğim iddiayı kazanmıştım. Amma velakin, geçtiğimiz maç öncesi “tek maçtan yüklü yapışayım mı Beşiktaş’a?” diye soran ağabeyime kem küm ettim. Güvenemedim, çünkü artık “sağı solu belli olmayan kötü Beşiktaş” bile değildik…

Evet, bu özelliği kaybetmek kötü… Kadro eksik hatta berbatsa, o 7-1’lik maçta da pekiyi sayılmazdık. Nartallo vardı yani forvette, 93 doğumluların bile “yahu neydi o Nartallo” diye tiye aldığı bir adam… Ama her oyuncunun, her maç her şeyini vereceğini biliyorduk. O yüzden, özellikle büyük maçlarda “sağı solu belli olmayan kötü Beşiktaş” hep umut verirdi. Ne bileyim; Galatasaray’ın en iyi zamanında, Sami Yen’de müzmin yedek Yusuf, Rui Costa’ya bağlar; Şifo 2 gol atar, o takıma gayet rezil oğlu rezil bir takımla güç bela yenilirdik falan. Bazen sansasyonel skorlar da çıkardı. Ama artık büyük maçlardaki kaderimiz belli gibi; kolay sinen ve geri dönüşü zor Beşiktaş…

İşin en başında, nasıl hücum edeceğimiz belli zaten. 90’lı yıllarda çıkan futbol oyunlarında, hücumların belli bir standardı vardı. Mesela World Cup 98’de, W ile koşarken, kayan adamın üstünden Q iler atlardık. Yemedi mi? Tekrar Q’ya bas, dal gitsin en fazla kırmızı yersin… Eeee bu bizim Beşiktaş da öyle olmadı mı? Q7 diye bir winger var. Her top onda buluşur, çizgiden akar gider. Sonra, ufukta gözüken kalıplı arkadaşa bir orta keser, yoksa kaleye vurur… Olmuyor mu? Q’yla dalar adama, en fazla kırmızı görür…

Velhasıl, arada sırada ağza bal çalsa da (hele şu ilk Braga maçı nasıl 0-2 biter, izlemedim maçı ve sanki o maç feykmiş gibi geliyor bana.) genel olarak sevimsiz bir takımız. Çünkü takım değiliz. Burada arada bir, Edu lakırdıları yapardım. Adama bayıldığımdan değil; unutulmaması gereken bir felsefenin üstünde durmak içindi aslında o. “Sahaya çıktığında elinden geleni yapacağına emin olduğun adamın arkasında durmak” mesele bu … İşte, arada bu yapıya uymayanlar çıkınca, her şey bozuluyor. Suya düşen yağ damlası gibi... “Besiktas Winger & Striker 2012” adında bir oyunun maçını yaşıyoruz hal böyle olunca. Oysa, 1 ay öncesine kadar sahada çalım atmayı bilen adam bile olmadan; az biraz toplu presle, az biraz istemekle alınan seri galibiyetler döneminde mutluyduk değil mi? Gelen başkan, Mendes’e “tayfanı al git” desin; sonrası kolay.

Çok konuştum, özlemişim yazmayı. Futbolu yazmayı da özledim ve hala özlüyorum. Umarım Perşembe Gecesi, takım futbolu yazma hevesini verir tekrar. Maç kimleydi ya? Ha Atletico Madrid. Tehlikeli takım... Bu arada Demirören de gitti yahu, hala inanamasam da. Sanki her an çıkıp, "Nuno Gomes'in %20'nini 8 milyona aldık" diyecekmiş gibi geliyor. Korku filmlerinde ambulansda canlanan seri katil hesabı... Şimdi TFF başında, batarsak hep beraber batarız, yeter dersek hep beraber deriz bari. Mesela, "UEFA bizi küçümsüyor, biz de artık Asya Kupaları'na katılacağız. Hem rakipler de pert..." gibi bir çözüm bekliyorum. Bir de çevrede "gelen gideni aratır" korkusu var Beşiktaş başkanlığı adına. Y.D.'yi aratmak... Direkt kulübü kapatıp rahat ederiz, Wimbledon FC gibi sıfırdan başlarız amatörden ne güzel...