Ercan’ın golünde Dolmabahçe yıkılıyordu! Sanki şampiyonluk
maçıymışçasına, yine tribünlere iğne atsan yere düşmüyordu. Beşiktaş çok
kötüydü ama yalnız değildi… Maç sonunda Rasim Kaptan, “bizi bugünlerde bile
yalnız bırakmayan taraftarımıza çok mahcubuz…” diyordu, haklıydı... Çünkü
taraftar oraya takımına sitem etmek, küfür etmek, ıslıklamak, ‘sizi topçu
yapanın!!!’ demek için orada değildi; Beşiktaş için oradaydı!
Hem o takım, hem de Eskişehir’de sakat sakat maçı tamamlayan
Rasim Kaptan; mahcubiyetini sadece 1 yıl sonra giderdi. Beşiktaş 1982 yılında,
İstanbul’da siyah-beyaz iplik bırakmayacak olan şampiyonluğu yakaladı.
Beşiktaş 1980 yılında küme de düşebilirdi. Belki yurtta hala
onun üzerine espriler yapılırdı ancak global anlamda bugünkü kadar prestij kaybı
yaşanmazdı; hatta esamesi bile okunmazdı! Beşiktaş bu akşam, adını dünyaya
duyurdu ama pek planlanıldığı gibi değil. Zaten tam da bu “dünya kulübü olmak!”
hatta onun da öncesinde “ön sayfalarda yer alacak takım olmak” akımlarının
sonucuydu bu… Bugün artık dip görüldü, kimsenin kimseyi kandıramayacağı vakit
geldi…
Haklı olarak herkes, bombayı bırakıp TFF başkanı olan insana
beddualarını sunuyor. Bu yeni bir şey değil zaten. Zira ben bu tehlikeyi, daha
ilk başkanlık seçiminde hissettim; 2004’de… “Locaları yıkacam!” ana başlıklı
bir popülizm politikası izleniyordu. O gün üyeliğim olsa, yine oy atmazdım.
Çünkü bu milletin başına ne geldiyse popülist politikalar yüzünden gelmiştir. Gerçekleri söyleyen ise kolay düşman kazanmıştır tarihte.
Demirören’i geç… Aslında "geçme!" ama 'taksitli hibeye' tav olup ibra edenler sağolsun, ister istemez; geç... O gün "ibra etmemek bize göre değil" diyip şimdilerde de "100 bin üye bize uygun değil!" diyen insancıkları da geç... Aslında geçme; ama şimdilik geç. Şahıs ve şahıslar, elbet bir gün değişecekti; değişiyor da… Beni asıl korkutan, Beşiktaşlının bu son dönemde yaşadığı (yaşatılan) kimlik problemiydi. Game of Thrones’u izleyenler bilir; orada Theon diye bir arkadaş var; kimlik sorununun nelere yol açacağını güzel koyuyor ortaya…
‘Beşiktaş mücadeledir! Ama Ahmet topçu değil!’, ’30 liraya
bilet mi olur Beşiktaş halk takımıdır! Ama Mehmet, Beşiktaş’ın oyuncusu
değil!’, ‘Nerede o 90’ların kolej takımı havası… Nedir bu Necip’in hali?’…
Evet, bu ve bunun gibi tezat düşünceleri aynı cümle içinde kurmaya başlamıştı
Beşiktaşlı. Ona sunulan düzeni, kabul etmişti bir anlamda… Bir yıldız
transferiyle, sorular sormayı bıraktı Beşiktaşlı. Yeter! denilen adam, bir anda
‘çıldırt bizi başkan!’ mertebesine yükseldi… Ve bugüne geldik.
Avrupa’dan men edilmek prestij, bu dar zamanda önemli bir
para ve 5 yıl boyunca çekeceği sıralama (seri başı olma, üst torbada yer alma
şansı vs.) kaybı yaşatmıştır. Düşülen durum felakettir ama bir “son” asla
değildir; bilakis bir fırsattır, uyanıştır… Nasıl ki milli mücadele zamanında
insanlarımız, ancak Yunanların İzmir’e gelip yakıp, yıkmasından sonra durumun vahametini kavramaya başlamış ve
Mustafa Kemal’in gerçekçi söylemlerine iştirak etmiştir; aynı durum bu olay sonrası
Beşiktaşlıda da yaşanacaktır belki de…
Artık elini taşın altın koyanlara ciddi bir destek
zamanıdır. Biliyorum ki, sadece Beşiktaş’ın maddi problemleri için değil, aynı
zamanda gelecek takımının da rotasını çizmek için de uğraşıyorlar. Elde kalan
mali yapıya uygun şekilde transferlere de başladılar... Emre’yi yazdık ettik,
çok iyi bir kazanım. Bugün A2 Milli’de izledik ki; Berat’ın da belli bir
kalitesi var. Fizik, mental olarak Sakaryaspor değil, Sampdoria’dan gelmiş
gibi… Yine ‘biliyorum ki’ bu oyuncular artık sadece tavsiye üzerine değil;
ciddi bir ekip altında izlenip, işlenip alınıyorlar.
O yüzden bırakalım artık karamsarlığı, yeni yapılandırmada
tam anlamıyla sağlam duralım. Quaresma’nın trivelası yerine, Berkay’ın yapacağı
yatarak müdahaleyi falan alkışlayalım mesela; şimdiden bir fikre sahip değilken
“sen kimsin?” demek yerine… Ne kaybederiz? Hiç bir şey… Ama belki kazanırız.
Berkay, ya da Berat her neyse; o moralle bir sonraki atakta yine direnç koyar,
sonra yine yine yine… Ama “Beşiktaş’ın topçusu değil!” yaftasıyla ilk günden
önyargı koymak, belki olacak olanı da oldurmayacak…
Şu günden sonra beğenmediği adamı tribünde ıslıklayan insan
da Demirören’den beterdir, aynı derecede Beşiktaş’ın iç bedbahtıdır! Ne oluyor
be abi bu adamları ıslıklayınca? Hoca oyundan mı alacak, bir daha takıma mı koymayacak?
Tribün ıslıklıyor diye inanıp, sahaya sürdüğü adamı alacak hoca,
karaktersizliğin de kitabını yazmış demektir zaten. Maç boyu 1.7 km koşan adamı ıslıkla
madem. Kötü şut, kötü orta, kötü pas atan değil; kötü koşan adamdır Beşiktaş’a
ihanet eden… Son sezon Karabük, hatta kuşlara oynayan İBB; Beşiktaş'dan daha başarılı olmuş iç sahada. Bu mu muhtemeşem, dünyanın kıskandığı taraftarlık? Herkes beğenmediği adamları ıslıklarsa, takım 34 maçını da
deplasmanda oynamış olur; bu basit mantığın farkında değil miyiz? Beşiktaş “akıllı” yönetilirse; o kötü pas, kötü
şutta ısrarcı olanlar zaten tasfiye edilir zamanla, yerleri de doldurulur. Bunu yapacak
mecralar oluşturulmuş durumda…
Gelecek planlamada, alt yapı oyuncularımız da ciddi şekilde
yer alacak. Aralarında üzerine plan yapılası oyuncular da çoklukta zaten,
yazıyoruz ediyoruz bazen; biliyorsunuz… Bunu takdir edilmek için yapmasam da; sağ olsunlar, çoğunlukla takdir ediliyorum
bu konuda ama “Messi çıktı da biz mi oynatmadık?” ya da “La Masia yaptın Fulya’yı
bilader” diyeni de çıkmıyor değil. Yahu Messi çıkmasın, İsmail çıksın, Fink
çıksın, Uğur İnceman çıksın, Hilbert çıksın… En kötü, yerli transferde
Beşiktaş’ı dışarıya muhtaç etmesinler, bu maddi anlamda ne demek biliyor
musunuz? Tabata’da olduğu kadar, Beşiktaş’ın vasat yerlilere ödediği küçük
harcamalardır batıran…
Kaldı ki; sen daha Necip’i beğenmiyorsan, belli bir zaman
sonra homurdanmaya başlıyorsan: Messi’nin o ortamda çıkacağı varsa da çıkmaz.
Tello’nun, şampiyonu tayin edecek El Clasico maçında “iki net gol” kaçırmasına
rağmen, kenara alkışlarla alındığı yerde çıkıyor işte Messi… Ki orada da bir
tane Messi var zaten. Gerisi; Tello’dur, Cuenca’dır, Montoya’dır… Bizde çıksa
“bu muymuş alt yapı?” denilecek adamlardır kısaca…
Beşiktaş, en şaşalı dönemini Metin’le, Feyyaz’la, Ali’yle,
Ulvi’yle, Şifo’yla yaşamış bir takımdır. ‘Birinci sayfa takımı’ tabiri de, o
yolda gelen oyuncular da oturmamıştır hiçbir zaman, o yama tutmamıştır. Aksine
batmışızdır… Beşiktaş’ın gerçeği: Quaresma’nın, Simao'nun, Guti’nin maliyetlerini
forma alarak karşılayamamaktır. Bu kanıtlandı zaten, yıldızların düştüğü
sezonla bir önceki sezon arasında “saha dışı gelirlerde” pek değişme olmadı…
Sevinmedim mi bu adamların gelişine? Sevindim elbette… Ama kafamda “nasıl
olacak bu işler?” sorusu hep vardı, kemiriyordu… Bugün gördük ki, boşuna kemir miyormuş... "Muhasebeci misin taraftar mı?" denilen adamlar, haklı çıktı. Ama olsun; uyanalım da varsın şu saatten sonra uyanalım ve özeleştirimizi yapalım. Evvela kendimizi düzeltelim, sonra herşey düzelir zamanla...
FEDA organizasyonu mükemmel… Sokakta bu tişörtle gördüğüm insana sarılasım geliyor… Peki gelecek sezon maçlarda, 10 saniye sürecek bir küfürle bile; 10'larca kişinin FEDA kazancını yakacağımızın farkında mıyız? Bunu yapacak insan, artık sen de bir Demirören'sin! FEDA demek yetmez, bunu hayat felsefesine de dönüştürmek gerekir. Canınızı istemiyoruz zaten Beşiktaş için, o Şeref Bey’lere özgü bir şeydir… Artık şu beklentinizi, nefretinizi FEDA edin de, Beşiktaş rahatça yeni ve 'genç' sayfasını açsın; çok şey mi istiyoruz? Ayrıca bu yolun sonu Beşiktaş için başarısızlığın aksine, başarıdır aslında; tarih yalan söylemez.
En başta anlattığım küme düşme ve sonrasındaki şampiyonluk
hikayesini ben yaşamadım; 1980’de de, 1982’de de dünyada yoktum henüz. Ama
anlattılar, olmak istedim… O Zonguldakspor maçına sadece “Beşiktaş için” gelmiş
insanlarla bir arada, omuz omuza durmayı çok isterdim…
Şimdi bizim jenarasyon için de böyle bir fırsat doğdu.
Beşiktaş’ın dirilişi için, sadece Beşiktaş’ı düşünelim. Araya kendi nefsimiz
girmesin bir müddet… Aksi halde olmuyor, görüyoruz. Uğruna FEDA diyeceğimiz bir
camia kalmayacak ortada…
Morpheus’un Neo’ya sarfettiği bir cümle bizler için de söz konusu: Gerçek dünyaya hoş geldin
Beşiktaşlı…Matrix'de çok bile kaldın aslında.
Konuyla alakalı bir başka yazı: Şanlı Beşiktaş'a Dönüş Yolu