Havyarı Elle Yemek
Son Level
Bir Portekiz Geleneği: Testudo
Yeni Sistem ve Gençler
Mertcan Aktaş oldukça sürpriz oldu, kendisi U18’den direkt A Takım’a geçiş yaptı. Harun Burak Bilgin (kendisi BJK TV için alt yapı maçlarını anlatan spikerdir) Aktaş’ın, Wesley Sneijder model bir oyuncu olduğunu söyler. Sonradan resmi sitedeki bazı u18 maç özetlerine baktım; hakikaten şimdiki Sneijder değil de, Ajax’daki Sneijder’i andırıyor. Hasan Türk, kamptaki gençler arasında A Takım'a en yatkın oyuncuların başını çekmesine rağmen; 4-1-3-2'de tam olarak oturacağı bir bölgenin olmayışı ilginç... Onun "beşbeşlik" pozisyonu; 3'lü orta sahanın solu veya ikili orta sahanın hücuma yönelik tarafı olurdu.
Reyissini
Dün akşam İngiltere’de ortalama 5’lik, 6’lık oyun oynandıysa takımca; Glen Johnson 9’luk oyunuyla çok fark yaratmıştır. İki tane Glen vardı sahada sanki; biri zaten sağbekte, diğer kale alanında… Mükemmel ters kademeler yaptı. Takımının bulduğu, Buffon’un sadece refleksle açıklanamayacak kurtarışıyla sonlanan tek pozisyonda ise; rakip ceza sahasına da bir elçisini göndermişti…
Maç sonunda İtalyan oyuncuların sevinci kesip, İngiliz oyuncuların yanına gitmesi; en az Pirlo penaltısı kadar güzeldi. Almanya – İtalya maçı çok şey vaat ediyor. Bu tip turnuvaların son dönemde gördüğü en sağlam maç olabilir. İtalya, şuan realist hedefine ulaşmış durumda. Bundan ötesi rüya gibi olur İtalyanlar için. Ancak Inception misali bir “toteme” sahipler: Pirlo. Reyissini sahadaysa, o rüya asılında gerçekten yaşanıyor olabilir…
10’a 10 Pas Çalışması
Nasri'nin tek çaresi: Ninja gibi sis bombası atıp, aradan sıyrılmak. |
Taca Gitmeyen Orta
En İyi 11
Yevhen Khacheridi
Voleci Mario
Rüzgâra Karşı Yürümek
Samet Aybaba
Gün geçtikçe, duyduğumuz kadarıyla seçenekler Denizli ve Aybaba arasında daraldı. Şahsım adıma, Beşiktaş’ın planlamasına çok daha uygun olabilecek bir Mehmet Özdilek vardı göz önünde. Düşük bütçeli bir takıma “futbol” oynatabileceğini kanıtlamıştı. Eline Emrah gibi yetenekli bir genç düşünce, parlatabileceğini de…
Carroll İngiltere’dir
Torres’siz İtalya
İspanya 4 farklı kazanınca; genel averajda Hırvatistan'ın önüne geçmiş oldu. O nedenle, her türlü beraberlik onları bir üst tura çıkaracak son maçlar sonunda. O beraberlik 0-0'la gelirse ve İtalya İrlanda'yı yenerse; İspanya'yla "gol atarak" berabere kaldığı için, gol fazlasıyla bir üst tura çıkacak. 2-2 biterse; bu kez Hırvatistan aynı şekilde bir üst turda. 1-1 bitecek olursa; İtalya'nın en az Hırvatistan gibi, İrlanda'yı 3-1'le geçmesi gerekiyor. Bu grupta da işler karışık...
El Harezmî Grubu
***
Shevchenko ve Yarmolenko
Akıl, Yetenek ve Karakter
Basketbolun futboldan en bariz farkı, tamamıyla bir “yatırım” işi olmasıdır. Güçlerin arasında “güçlü” bir takım kurmazsan, ayakta kalma ihtimalin sıfırdır. Beşiktaş genelde Fatih Solakların, Muratcan Gülerlerin çıktığı sadece alt yapıdan oluşan takımlarla mücadele etse de; bazen sponsorsuz zamanlarında bile çok iyi oyuncular yakaladığı olmuştu. Ama imkânlar “güçlü takım” oluşuna izin vermedi hiçbir zaman. Thompsonları, El Aminleri, Vardaları, Bud Eleyleri, Şarapçı Ayusoları izlerken “acaba nereye kadar gideceğiz?” gözüyle bakıyorduk. Çünkü Beşiktaş’ın önünde daha ciddi yatırım yapan, daha geniş kadrolar kuran rakipleri vardı. Birisini geçsen, diğerine mutlaka takılıyordun…
Bugünlerde ligde, geçmişe göre “güçlü takım” sayısında artış var; Beşiktaş içinse durum çok farklı değildi. Yine dar rotasyon, bütün play-off 7 kişiyle oynandı neredeyse… Ama bu takımın farkı, sahadaki ilk 5 ve kenardaki kaliteli bir uzun desteğiyle; dar ama “güçlü” bir takım olmasıydı. İnsana “nasıl olsa kazanırlar” dedirtecek kadar kendine güven, cesaret; en önemlisi de akıl ve yetenek sahibiydi Beşiktaş…
Bu takım, dar rotasyonuyla katıldığı tüm kupaları kaldırırken; biraz da klişeleşmiş şekilde “yüreğe” bağlandı mesele. Oysa bu takım, Beşiktaş tarihinde her hangi bir spor takımının en başarılı sezonunu geride bıraktı. Sadece yüreğe indirgersek, ortaya konan olayı biraz küçümsemiş olur, ciddi bir yanılgıya düşeriz. Kaldı ki, mesele mücadeleyse; Efes de aşağı kalır değildi. Vujacic, Keremler vesaire; parkeyi yaladılar her maçta. Bazen hırstan beyne kan gitmedi, dünyanın yuvarlak oluşuna bile itiraz edecek duruma geldiler.
Beşiktaş yetenekli, fizik olarak dinamik ve “karakterli” oyunculara sahipti. Bunlara sahip olan bir sporcu, mücadeleyi de otomatikman sahaya koyacaktır zaten. Örneğin Atatürk de “zeki, çevik ve ahlaklı” demiştir, orada da bir yürek, mücadele ibaresi yok… Çünkü ahlaklı (karakterli) bir sporcu; zaten mücadele anlamında ne yapması gerektiğini bilir. Buna, yetenek ve kenardaki coach’tan gelecek “akıl” desteği eklenince; ortaya “şampiyon takım” harmanı çıkıveriyor işte…
Bonsu, Ersin, Hawkins, Yağmur, Arroyo; basketbol adına her şeyi yapabilen bir 5’di… Belki yetenek anlamında Yağmur biraz geri planda kalıyor ama onun varlığı, Arroyo’nun daha skora yönelik oynamasını sağlıyor; savunma, topu getirme konusunda yap-boz’u tamamlıyordu. Kenardaki Zoran Erceg jokeri, bir önceli finalist 2005 Beşiktaş’ına göre en bariz farktı… O zamanlar sadece Varda’ya bağımlı kalan Beşiktaş; 4 ve 5 numarayı layıkıyla oynayan 3 oyuncuya sahipti bu kez. Bir de Serhat Çetin var tabi… Takımda en tez canlı, yanlış karar veren adamıydı belki ama; o sahadayken, Beşiktaş skorerlerini dinlendiriyorken, en azından savunma olarak ayakta kalıyordu.
“LeBron James değil de, biraz o işi görecek yan sanayi versiyonu lazım…” amacıyla dünyayı gezsek, en fazla Hawkins kadarını bulurduk herhalde. Adamda her şey var; bazen 2’ye 1 hücuma karşılık tek başına savunma yaparken, heybetli bir şekilde sabit durması bile rakibin eli boş dönmesini sağlıyor… Bazen takımın skor yükünü çekiyor, bazen son maçta olduğu gibi; rakip tamamen onun bu özelliğine odaklanınca, o da pasörlüğünü konuşturuyor… Bir de tam bilmiyorum ama; play-off boyunca en fazla sahada kalan oyuncu olmuş olabilir tüm basketbol tarihinde.
Velhasıl, bu takım yürekten öte şeyler ortaya koydu. O yüzden, az olsalar da rakiplerine ağır bastılar.. Yeri geldi, Kartal’ın bile eli titremedi. Maçta stres boyutu arttıkça, daha çok ayakta kalan onlar oldular. Coach Ataman, her maçı en ince detayına kadar "görerek" oynadı. Yeri geldi rakibe kalan son 7 saniyelik hücumda bile işi şansa bırkamadı; pivotu, tam saha presi daha başarılı yapacak bir kısayla değiştirdi...
Şahsım adıma şampiyon olacaklarını; Fenerbahçe serisinin ilkinde, Ersinsiz oynayıp imkânsızdan çevrilen maçla hissettirdiler. Bu takımı biraz geç keşfettim. Basketboldaki istikrarsızlık, bende odaklanma sorunu yaşatmıştı geçmişte… Ama şahsen hiç de hak etmediğim şampiyonluklar getirdiler bana, hepsine helal olsun. Sene başından beri takımı takip edip, lokavt sonrası alaycı akım karşısında durup, her zaman bu takıma inanlar; taraftar bazında gerçek şampiyonlar. Umarım sponsor sıkıntısı yaşanmaz da (ki o kadar imkanı olup, şu takıma sırt çevirecek Beşiktaşlı zenginler; monopoly’deki gibi kötü bir zar atıp, iflasa otursunlar diyesim var); Euroleague tadı neymiş, aynı takımla yaşarız.
Mavi Juventus!
Total Karambol
Bu iki oyuncunun sahada olduğu maçlar karnesi pek parlak değildi; arada Bulgaristan ve İsveç mağlubiyetleri vardı nitekim… Bunun sebebi, bu maçla da biraz belli oldu aslında. Van Persie bir kenar forvet gibi değil de, ikinci bir santrafor gibi kalıyor o düzende. Hollanda, önde pres uygulamasını da pek beceremeyen bir takım olunca, gereksiz bir kopukluk yaşanıyor; Sneijder’in sırtına eskisinden daha fazla yük biniyor… Takımdaki şuursuzluk, Kuyt’ın sağbeke geçirilmesiyle taçlandırıldı ve sahada tamamıyla "total karambol" anlayışına dönülerek, maç kaybedildi. Geçmişe bakarsak; böylesi ölüm gruplarında ilk maçı kaybeden, ‘bir daha geri dönemedi!" diyebiliriz. Hollanda'nın ilk ikiye girme işi oldukça zorlaştı...
Eski “Yeni Fabregas”: Oğuzhan Özyakup
Çok Tehlikeli Takımsın Rusya!
En az gol kadar, bahsi geçen favori takım da belli aslında. “Tabi ki Çek Cumhuriyeti!” demeyi isterdim, efsanevi şekilde futbola dönen Tomas Rosicky’nin hatırına… Ancak iki gün içersinde Aurelio’yu vatandaşlığa geçirmezlerse (zira defans – orta saha arası ‘buradan ara pası atınız!’ diye bağırıyor) grupta sonuncu olmaları an meselesi. Yine iyi oyuncular var elde; mesela bugün harika bir asist yapan, istikrarın sözlük karşılığı (Bordeaux’da son iki sezon 38’de 38 maç oynamış) Plasil gibi… Hem atletikliği hem de ayağına hâkimiyetiyle dikkat çeken “kavruk sağbek” Gebre Selassie gibi… Nefis hücum aksiyonları yapabilen genç orta sahaları Pilar gibi… Ve tabi ki Rosicky gibi… Ancak geçmişteki kadar güzel bir takım mayası tutturulamıyor nedense.