Fernandes’in çektiği fiş sonucu bizim semtte bile
elektriklerin gitmesi nedeniyle, şarjım bitmeden maç yazısını çıkarayım.
Esasında ilk 11, daha doğrusu savunma hattı açıklandığında; Beşiktaş’ın bu maçı
ancak yediğinden daha fazla atması durumunda kazanabileceği belli olmuştu.
Sakatlıktan çıkan Akgün, 10 yıldır stoper olduğu vakit saçtığı radyasyonla
Beşiktaşlıda tehlikeli hastalıklara yol açan Toraman, yanında bir tamamlayıcı
olduğunda iyi stoper olan ve yine henüz yeni yeni
toparlayan Ersan ve 1982’de bek kavramına
tepki olarak doğmasına rağmen; hoşafına müshil atılmadığı taktirde sol bekteki
yeri hazır olan Uğur Boral. Fantastic Four; tamamdı…
Neyse ki Beşiktaş, Trabzonspor maçının ikinci devresinden bu
yana yakaladığı müthiş hücum ritmini yine sürdürüyordu. Nitekim daha 6 dakika
içinde iki kez aynı şekilde dengeli ve kalabalık geldi Beşiktaş; Oğuzhan
bekinin çıkmasını bekledi, o zaman zarfında ceza sahasına koşular da çoğaldı;
Akgün topla buluşur buluşmaz Hugo’ya kusursuz bir orta yaptı. Ve aynı pozisyon,
birkaç dakika önce yine yaşanmış; bu kez topla buluşan Holosko gelişine vurduğu
topu auta atmıştı. Yani o gol; kesinlikle tesadüf değildi.
Mehmet Akgün beni performansıyla şaşırttı açıkçası. Bindirme
zamanlamaları mükemmeldi. Bununla birlikte topla her buluştuğunda telaş etmedi;
ağrıları nüksedip oyundan çıkana kadar sahanın en iyilerindendi. Sanıyorum
Beşiktaş’ın artık bekini emanet edeceği bir alternatifi var. Daha erken ama
öyle bir his verdi açıkçası.
Manuel Fernandes, Almeida’nın şifresini çözerek bizim eskiden
“kepçeleme” diye tabir ettiğimiz; profesyonel futbol sahasında ender görülen
asistlerden birine imza attı. Zira ben öyle bir asisti en son
Ertuğrul Sağlam’dan görmüştüm, bir Fenerbahçe maçında… Golü atan da bugün karşıdaki güzel takımın, güzel hocasıydı. Hafif alley-oop’u da
andırdığından mıdır nedir; istemsiz olarak Kaan Kural
ohohoho’su geldi bende de
tepki olarak. Hugolina tribünde miydi bilinmez; bugün Hugo’dan ilk Beşiktaş
hat-tricki geldi..
Yükselen performansına çok yakıştı, sevindim onun adına. Gollerden birinin sol
ayağının içinden çıkmış olmasına daha da sevindim.
Beşiktaş’ın savunma önünde, kısaca “önlibero” denen
bölgesinde Necip Uysal vardı. O çocuk; taktiksel olarak maçın sonlarını sağda
tamamladı ve o sürede hafif bir 2002 model Joaquin performansı sergiledi. Beşiktaş’ın
savunmadan ötesinde nasıl bir hücum takımı olduğu buradan da belli biraz
aslında… Ön taraf futbolu ve akıcı oyunu bilen oyunculardan oluşunca ve de
“yakın” oynanınca ortaya nefis hücum aksiyonları çıkabiliyor. Böyle olunca lig
ikincisi 3 gol atmasına rağmen puan alamadan otobüsüne binebiliyor…
Ama şu var ki Beşiktaş her maç 3 yemek zorunda değil -bu durum McGregor'u da kötü gösteriyor ki bugün 3 gole rağmen oldukça iyiydi-; işin
bu tarafı can sıkıcı. Hele de takım bu kadar yakın oynuyor ve önde baskıyı
zaman zaman çok iyi yapıyorken… Evvela o Sivok – Ersan tandemiyle oynamamak
lazım; hani bir maça kızıp orta ikiliyi bozmak pek görülmüş iş değil. Aynı
zamanda savunma önündeki “iyi Toraman’dan” da mahrum oluyor takım… Bugün Necip
iyi bir tüyo verdi; kenarlardan biri o olabilir, Toraman da savunma önüne geçebilir.
Hücum anlamında pek bir şey değişmez zira takım bir şekilde atıyor…
Sol bek içinse Emre Özkan; en azından o 2. golü yedirmezdi
diye düşünüyorum. Hani Uğur Boral’ın çok fazla içerde kalıp, Diarra’nın bomboş
vurduğu pozisyon… 8-0’lık Liverpool maçında İbrahim Üzülmez’in hallerini
hatırlattı ve unutmam biraz uzun sürdü… Diyeceğim odur ki; Beşiktaş o 2007’deki
gibi “mecburiyetten” kötü savunan bir takım olmamalı. Bence çözümü bulunabilir.
Aksi halde Zeman’ın Roma’sı Beşiktaş’ın kardeş köyü olmuş durumda… En azından iki farklı öne geçince “maçı
aldık!” diyelim yahu!
Şu sıralar Oğuzhan sebebiyle Arsenal fanıyım diyebilirim,
maçlarını da kaçırmıyorum zaten. Fernandes dahil; topu ayağına aldığında
“rahatlama” hissini en çok veren oyuncu. Uygulamaları bir yana; evvela doğru
tercih oranı %95’lerde. O %5’i, içeri kalabalıkken attığı şut dolayısıyla
kestim… Bugün 5. gol öncesi “oyun nasıl öldürülür ve sonunda pozisyon
yaratılır” dersi verdi: Sürebildiğin kadar sür ama pas opsiyonu yakaladığın an
ver! Bu ders bilhassa Fernandes’eydi… Attığı gol harika, ama maç 4-3 giderken
ayağına aldığı her topu gereksizce ezdi ve Antalyaspor ataklarına çevirdi.
Velhasıl Beşiktaş, ligin zirve takımlarından birine de 5
attı ve o zirveyle arasını 3 puan kadar yaklaştırdı… Ki oyun anlamında sürekli
yükselen, ligin en iyi hücum yapan takımı da Beşiktaş. Zamanla daha zor yiyen
takım olma ümidiyle… Son olarak; bu takımın 5 gol atması mı yoksa maçın başında
“santra pozisyonu da almışken” taraftarın çağrısına kayıtsız kalamayıp
tribünlere gitmesi mi daha güzel karar veremedim. Galiba ikincisi…
Osman Ağabey'e saygılar...
Antalyaspor 3 - 5 Beşiktaş