Maç Öncesi: Orduspor – Beşiktaş


Orduspor tıpkı Beşiktaş gibi, topu rakibe verdikten sonra oynamayı daha çok seven bir takım. Bununla birlikte direkt hücumlarda oldukça başarılılar ve o hücumlar genellikle Umbides’in olduğu kanattan şekilleniyor. Hani Beşiktaşlı için Elm Sokağı’na dönüşen o sol bek tarafı…

Fernandes’in yokluğunda ise hem Oğuzhan’ın “odak noktası” olduğu bir maçta nasıl performans göstereceği hem de Necip’in, orta saha arkasındayken bile sıklıkla gerçekleştirdiği topla çıkışlarının daha da anlam kazanacağı “merkez orta sahada” neler yapabileceğini gösterebilecek; her anlamda ÖSS gibi bir maç olacak Beşiktaş için…Tıpkı Oğuzhan'ın Fernandes sayesinde rahat topla buluşup, insiyatif alması gibi; bu maçta da Necip, odağın Oğuzhan'da toplanacağı orta sahada fazlasıyla ön plana çıkıp, denge bozabilir.
Sırf duran toplardaki etkisiyle bile Fernandes’in varlığı önemli, eksiklik büyük… Lakin bu aynı zamanda fırsat olarak dönebilir Beşiktaş adına. Zira belki de Fernandes çekincesiyle bir forvet düşürüp; orta sahada bir adam fazla oynatmayı planlayan Cuper, 4-4-2’sinden vazgeçmeyecek… Buna karşılık –büyük ihtimalle- Toraman’ın süpürücü orta saha pozisyonunda olduğu ve öndeki Oğuzhan – Necip ile topsuz oyunda çok daha kompakt kalacak bir yapıya bürünebilir Beşiktaş.

Orduspor ilk golü atan taraf olduğunda kolay kolay aman vermeyen bir ekiptir halihazırda. O nedenle bu maçta evvela savunmada tıpkı Kasımpaşa karşısında olduğu gibi “bütün” kalırsa Beşiktaş; bu aralar alev alev yanan ve bu tip maçları çok seven bir Holosko’yu barındıran hücum hattı, elbet bir boş an yakalayacaktır. O ilk golü atan Beşiktaş olursa, oradan dönüş Orduspor için çok daha zor olacaktır. Zira sene başındaki form grafiğini kaybetmiş durumdalar.
Gerçi Beşiktaş’ın özellikle sol tarafı; “this is Sparta!” tekmesini yiyen talihsiz elçiyi bile geri getirir. O yüzden orada her şeye rağmen Emre Özkan oynamalı tekrar. Belki çok ışık saçmamış olabilir, belki ağır kalıyor da olabilir… Amma velakin Uğur Boral çevikliğini avantaja çevirecek yapıda bir savunmacı değil. Feyk yemesine gerek kalmadan kendi kendini oyundan düşürüyor zaten. Emre ile orada bir bek hissediyorsun en azından; rakibi karşısına aldığı vakit müdahale yapma ve doğru pozisyon alma şansı daha fazla.

Bu maçı kazanırsa Beşiktaş, devreyi yüksek ihtimal lider kapatır. 


Batuhan’ı Kurtarmak


Maçı çok dikkatli gözlerle izlediğim söylenemez. Hem sahadaki oyunculardaki rahatlık vardı, hem de ortam nedeniyle muhabbet arası maç gibi bir durum söz konusuydu. Bir gözüm de kapıdaydı zira; maç boyunca her an yorumcunun içeriye girip “ne biçim maç izliyorsunuz kardeşim siz!” diyecekmişçesine bir tedirginlik hâkimdi.

O yüzden şöyle aklımda kalan notlar şeklinde gideceğim. Zaten sanki moral bulsun diye “Batuhan’ı Kurtarmak” adlı, senaryosu önceden yazılmış ve ona göre oynanmış maç oldu. Eğer bu turu getiren gol ona güven ve çalışma çalışma azmi aşılarsa iyi de olur; zira Almeida’dan sonra o yükü kaldırabilecek tek alternatif her şeye rağmen kendisi.

Muhammed’i 11’de görmek heyecanlandırdı. Ama onu genel hatlarla acemi ve konsantrasyon açısından kopuk maçlarda izlemek, tam anlamıyla fikir vermez. Orta sahada onu odak noktası haline getirmek de şuan için çok erken. Oynayacaksa Fernandes veya Oğuzhan gibi, top kullanma görevi daha fazla dağılmış bir takımın merkezinde ya da kenar forvetinde oynatmak gerekiyor sanki. Zira bu tip yetenekli oyuncular, evvela kenarlarda daha rahat top alıp, kat edeceği bölgelerde oynatılarak; orta sahadaki keşmekeşten uzak tutuluyor. En bariz örnek Iniesta…

Moralli bir Holosko’yu, mahalle maçında bile izlerim, orası ayrı… Ama bugün onu yormak ve riske atmak biraz gereksizdi sanki. Gerçi Samet Hoca, Almeida’nın olası yokluğunda onun santrafor performansını da görmek istemiş olabilir. Özellikle prese dayalı oyunda oldukça ters işler çıkarabileceğe benzer o pozisyonda da…

Uğur Boral sol bek değil ama cami avlusuna bırakılacak bir oyuncu da değil sanki; kanat performansı -A Planı olmamak şartıyla- o bölgede denemeye değer olduğunu gösterdi. Ki bu yeni bir şey de değildi zaten… Bu maçın adına, rakibine bakmaksızın; kendisini daha fazla gösterme zorunluluğu olan oyuncuların başını Emre Özkan çekiyordu. Ama fazla tutuk kaldı. Sol bek transferi yapmadan bir devre arası geçirmek; sezonu oldukça riske atan etken olacaktır. O yüzden en azından İsmail’in sağlıklı dönüşüne kadar orayı layıkıyla kaldıracak ve direkt oynayacak bir oyuncu şart görünüyor.

Erkan Kaş ise bir kanattan ziyade direkt olarak sol kanattır. Başka bir bölgede oynaması sorun yaratır. Çünkü Hazard, Mertens, Stoch gibi içe çalım atmada başarılı bir oyuncu değil; genellikle sağ ayağıyla feyk yuvarlağı çizip, soluyla topu rakibin dışından atıp gitmeyi sever. O yüzden ters kanatta verimi %80 oranında düşer.

Hilbert’in “Alman usulü penaltısı”, şu günlerde net bir penaltıcısının bulunmadığı Beşiktaş’ta o eksikliği giderebilir. Nadiren yakaladığı gol fırsatlarında olduğu gibi, orada da net bir vuruş yaptı.

Bunların dışında, özellikle olumsuz taraflardan; maçın düşük konsantrasyonu sebebiyle pek ölçü alınacak argümanlar olmadığını düşünüyorum. Veli’ye “eh be abi…” demek dışında tabi…

Milan Kalesi

Hafta arası oldukça kritik dönemden geçerek Şampiyonlar Ligi maçlarını kazanıp, Pazar akşamına moralli giden iki ekibin karşılaşması haftanın maçıydı şüphesiz. Maçın başından sonuna kadar galibiyeti daha çok arzulayan; çok iyi bir taktik maçı oynayıp, sağlam bir motivasyon patlaması yaşayan taraf ise Milan’dı.

Her ne kadar tartışmalı bir penaltı golüyle öne geçilse de, maçın gidişatı dengenin Milan tarafından bozulacağına işaret ediyordu sanki. Gerektiği zaman önde presle, gerektiği zaman takımca topun arkasına geçilerek uygulanan sert alan savunmasıyla Juventus’u çözümsüz bırakıyorlardı. Golden sonra ise o savunulan arkası fileli üç direğe neden “kale” denildiğini daha çok anladık. Zira Juventus’un o kale içine ulaşması, Dol Guldur’u ele geçirmekten daha zordu!

Milan- Juve maçı başta olmak üzere, Serie A 14.hafta notları; Milan Kalesi

Ayrıca yazıda da atıf yaptığım üzere, haftanın "görmeniz gereken golü"; Nicola Sansone'den

Oğuzhan Özyakup Etkisi


Arsenal’in eski ‘Yeni Fabregas’ı Oğuzhan Özyakup, siyah-beyazlılar için gelecek vaat eden transfer konumundaydı belki de. Ancak o, ilk 11 fırsatını bulduğu Trabzonspor maçından bu yana kısa zamanda çok şeyi değiştirdi. Onunla Beşiktaş, başka bir takım oluverdi!
Bir futbolcunun doğuştan gelen top yeteneği işlenmemiş elmas gibidir. Yine değerlidir elbet, ama vitrine çıktığında olması gerektiği kadar dikkat çekmez. AZ Alkmaar ve Arsenal, o elmasları işletecek en doğru fabrikalardır şüphesiz; bilhassa Arsenal… Oralara uğrayan “yetenekli futbolcular” belli bir zaman sonra o yeteneğinin farkında değilmiş gibi oynarlar. Basit oynanması gereken yerde eksantrik hareketlere girişmezler, aynı adamı üç kez çalımlamaya çalışmazlar; kısacası seyirciye sevimli gelmek yerine, takım için en doğrusu neyse onu yapmayı tercih ederler. Futbolun sadece topla değil, “topsuz zamanlarda da” oynanan bir oyun olduğunu unutmazlar. Oğuzhan’a da, Gunners altyapısında olan şey tam da budur.

Sistem anahtarı

Bu sezon ‘daha sade ama daha takım’ olma yoluna giren Beşiktaş’ta, hemen her oyuncu gücü yettiğince özverili oynuyor; savunma hücum, hücum ise savunma desteğini unutmuyor çoğunlukla. Ancak futbol “topa hükmetme” oyunu olduğu için, Oğuzhan öncesinde Beşiktaş bir nevi langırt takımı havasını veriyordu. Sahada 11 adet Ekrem Dağ olsa, belki fır-fır yapma şansı olurdu ama mevcut halde çoğunlukla iki seçenek kalıyordu: Fernandes görünür bir yerdeyse ver, yoksa Almeida’ya şişir!

 Hayatım Futbol 57. sayısında Oğuzhan'ı yazdım; 

Arka sayfalardan: Eski "Yeni Fabregas"


7 Dakika


Özgüven; hayatın her yerinde insana lazım olan şey… Şayet futbolcuysan ve de forvet oynuyorsan daha da önemli. Holosko sezon boyunca birçok maçta faydalı işler yaptıkça “özgüven point” topladı ve bu günlerde o bar iyice kırmızıyla dolmuş ve taşıyor durumda... Normal şartlarda cılız bir pasla içeriye çevireceği topu, tavan diye tabir edilen yere mermi gibi yapıştırmasını başka türlü açıklayamayız.

Beşiktaş iki de gol bulduğu ilk 7 dakika içersinde; yine bilindik kalabalık ve baskılı hücumlarını gerçekleştirdi ve maçı kafasında kazandı. Zira geriye kalan sürede kontrollü oynayayım derken genelde dağınık bir görüntü veren bir takım izledik. Bu yeni bir şey değildi zaten; hele de Ersan’ın olmadığı, üzerine Toraman’ın serpildiği savunma, kendini geriye atan bir görüntü çizmişti sezon boyunca. O savunmanın geriye çekilmesi; zincirleme olarak orta sahanın da pres gücünü zayıflatan etkendi. Ama bu maçta tam tersi oldu sanki; orta sahanın pres zayıflığı (rehaveti) savunmayı geri atmak zorunda kaldı.

Aslında Samet Hoca Ersan’ı dinlendirme maksadıyla bu seçimi yapmış, kendi söylediğine göre. Zira Uğur Boral da aynı şekilde; sol bekte Beşiktaş kalesine yaptığı etkili bindirmeler nedeniyle yorgun düşmüş sezon boyunca. Hoş, belki Emre Özkan bugün çok göze batmadı. Ama bir bekin, özellikle de savunma yönü ağır basan bir bekin “fazla göze batmaması” olumlu… En azından orada bir “bek” olduğunu hissettirdi bana açıkçası.
Hilbert, belki çok fazla teknik bir oyuncu olmasa da çok iyi bir “bitirici”. Nadiren yakaladığı bu tip fırsatları affetmiyor. Almeida’nın pası da mükemmel; bu hafta Giroud’dan sonra gördüğüm en iyi santrafor asistiydi… Bu kadar formdayken bir lig maçında cezalı olması kötü olurdu, kupa maçı tam zamanında araya sıkışmış. Zaten hiç de hak etmediği bir karttı ikinci sarı. Rahatlıkla “ikaz edilerek” geçiştirilecek bir elektriklenmeydi, ne darp vardı ne bir şey…  Ancak böyle fırsatları değerlendirmeyi iyi bilen, düdüğünü sıklıkla ego tatmini için kullanabilen ve bunun için genellikle Beşiktaş maçlarını seçen Halis Özkahya, atmayı tercih etti.

Velhasıl, Beşiktaş kazaya uğramaması gereken bir maçı daha başında kazandı ve pek de tehlikeye sokmadı. İsmail şokunu yeni yaşamışken, üzerine iki oyuncunun sakat sakat oyunda olması gibi sebeplerle bu maçta konsantrasyon kaybı da normaldi. 7 dakika sonrasında sandığa konan o “tempo” ilerleyen haftalarda daha da lazım olacak.

96. dakikada Olcay'ın kaçırdığı pozisyon sonrası yere serilen takım; o gün bugündür en az 3 atıyor ve en nihayetinde maç fazlasıyla da olsa lider. Pota Kartalları'nın da Top 16’ya kalmasıyla, akşam her yönüyle umulduğu gibi güzel sonlandı. Bunun keyfiyle geçirilecek hafta sonunun kötü olması mümkün değil de adettendir: İyi hafta sonları...


Beşiktaş 3 - 1 Akhisar BLD.
(Holosko 2, Hilbert ; M. Aşan)

Maç Öncesi: Beşiktaş – Akhisar BLD.


Beşiktaş’ta bu sezonun ideal 11’i varsayarsak; eksik yok. Hatta o ideal 11’den düşmesi beklenen Boral’un yerine Emre Özkan’a şans verilme ihtimali çok yüksek. Orta saha ve hatta hücum hattı oldukça formda. Muhtemelen hafta boyunca hat-trick yaptığı topla uyuyan Hugo, belki de kariyeri boyunca kendi dilinden en iyi anlayan takımı yakaladı.

Yine bol gol atması ve savunmada kendilerine daha az sıkıntı çektirmesi muhtemel bir rakip var karşısında Beşiktaş’ın. Basket maçının aynı saate denk gelmesi dışında; hiçbir olumsuzluk gözükmüyor. İsmail haberi dışında tabi… O sakatlık; sezonun da, transfer harekâtının da planını bozdu şüphesiz. Ancak Emre Özkan bu maçtaki fırsatını iyi değerlendirir, kendisini diğer 4 maçlık seride de gösterme şansını elde ederse; bir Ersan Adam Gülüm çıkışını görebiliriz. Böylelikle planlar tekrar yerli yerine oturur.
Bir Beşiktaş maçı zaten başlı başına en puslu akşamı bile güzelleştiren etken. Lakin bilhassa Oğuzhan’ın her topa dokunuşunda zeka akan ‘merkez orta saha’ oyununu izlemek ve Necip’in; vücut çalımıyla 2-3 rakibi oyundan düşürüp, boş alanı topla kat edişini artık standart hale koymuş, sürekli grafiğini yükselten bir oyuncu olarak görmek ayrı bir lezzet konusu.  Beşiktaş’ın resmi görsel efekti Fernandes, zaten ayrı.

Biraz tahmini, biraz da gönülden geçen 11 oldu yukarıdaki. Zira ben Samet Hoca’nın yine süpürücü orta saha bölgesinde Necip’ten vazgeçmeyeceğini, ancak Toraman Kaptan’ı dışarıda bırakmamak için Sivok’un yerine stoper bölgesinde oynatacağını düşünüyorum. Belki Cenk sürprizi de yaşanabilir, zira McGregor –bana göre fazla hak etmediği- epey eleştiri toplamaya başladı.

Akhisar cephesinde ise, benim için hala yerli oyuncu bazında "kenar forvet" örneklerinden biri olan Kenan Özer, en dikkat çekici oyuncu. 5-6 yıl öncesi Beşiktaş alt yapısının en iyi oyuncularından biriydi.


Olcay’ın yine golü var.

Dolmabahçe Yolu Değil, Rakip Ceza Sahası


Geçtiğimiz günlerde ben de memleketin %80’inde olduğu gibi gribal enfeksiyonla tanıştım. Pazar akşamından bu yana antibiyotik olması maksadıyla Beşiktaş’ın son Antalyaspor maç özetini izleyip duruyorum ve işe yarıyor da… Özellikle 1. ve 4. goller direkt şifa kaynağı oldu. Nitekim aşağıdaki fotoğraf ilk golün öncesinden: Beşiktaş yerleşik savunma yapan Antalyaspor’a karşı “eşit oyuncu sayısıyla (6)” hücum ediyor… Ve bu bir seferlik olan bir şey değil; hemen her atakta bu “hızlı çoğalma” olayı gerçekleşiyor.

Bundan daha fazla Beşiktaş formalı insanı, ancak maç günleri o ağaçlı ve büyülü Dolmabahçe yolunda görebilirsiniz. Düne kadar değil 6 kişi, 2 adamla hücum ediyordu Beşiktaş; kanattan 5 kişiyi çalımlamakla yükümlü bir winger ve 5 savunmacı arasında kafa topu bekleyen tek santrafor…  Şimdilerde ise 4. golde olduğu gibi; takım 5 adamla hücum ederken top, o 5 adamın da ayağına değerek gole çevriliyor. Çünkü son derece bilinçli ve yardımlaşmalı ataklar söz konusu.

Beşiktaş her dönem zaman zaman iyi bir savunma takımı oldu ama şu görüntüyü görmeyeli uzun zaman olmuştu. Belki biraz Rasim Kara döneminde böyle hücum ediyordu takım, o kadar… O yüzden akıl tutulmasıyla yenilen gollere bile kızgınlığım iki-üç saniye ile sınırlı kalıyor. Çünkü gerçekten gerisi “düzeltilebilir” teferruat.

Diyeceğim odur ki; Beşiktaş bu sene kesinlikle “güzel takım ama yarışamaz” kategorisinde değil. Güzel ve zirve yarışı yapabilecek bir takım. O yüzden bu devre arası çok önemli. İsmail’in uzayan yokluğunda mutlaka takıma savunma dengesi kazandıracak bir sol bek transferi şart. Keza kenar forvet bölgesine de, en azından alternatif bir isim… Ve bu "yakın oynayan" takımda süre aldıkça fark yaratıp, tıpkı Oğuzhan'da olduğu gibi "neredeydi şimdiye kadar?" dedirtme ihtimali olan Muhammed biraz takıma ısınsın...

Şampiyonlar Ligi’nden gelecek para, 1 milyon FEDA tişörtüyle karşılanamayacak miktarda. O yüzden bu “güzel takıma” yazık olmasın; ilk 2 için sonuna kadar yarışsın! İçten içe beslediğim duyguları dışa aktarayım dedim...

El Shaarawy Parlıyor


Haftanın maçında Milan, 0-0’dan bile geri dönüşün çok zor olacağı San Paolo’nun boğucu ortamında 2-0’dan gelmeyi başararak 1 puana tutundu. Aslında o geri dönüşü Milan mı yoksa bu sezon yaşından, boyundan, beklentilerden çok yukarıda bir performans gösteren El Shaarawy mi yaptı; ondan emin değilim… Bence o da ne yaptığının farkında değil henüz. Biri gelip kulağına “genç… Milan’ı sırtlıyorsun!” dese, birden irkilip kalacak sanki… Özellikle attığı ilk gol; 1992’da doğmuş bir çocuğun değil de o dönemler Serie A’da boy göstermeye başlamış bir ustanın işiydi; Del Piero gibi mesela…


Serie A'da 13. hafta notları: El Shaarawy Parlıyor

Aslanım Beşiktaş, Aynı Roma!


Fernandes’in çektiği fiş sonucu bizim semtte bile elektriklerin gitmesi nedeniyle, şarjım bitmeden maç yazısını çıkarayım. Esasında ilk 11, daha doğrusu savunma hattı açıklandığında; Beşiktaş’ın bu maçı ancak yediğinden daha fazla atması durumunda kazanabileceği belli olmuştu. Sakatlıktan çıkan Akgün, 10 yıldır stoper olduğu vakit saçtığı radyasyonla Beşiktaşlıda tehlikeli hastalıklara yol açan Toraman, yanında bir tamamlayıcı olduğunda iyi stoper olan ve yine henüz yeni yeni  toparlayan Ersan ve 1982’de bek kavramına tepki olarak doğmasına rağmen; hoşafına müshil atılmadığı taktirde sol bekteki yeri hazır olan Uğur Boral. Fantastic Four; tamamdı…


Neyse ki Beşiktaş, Trabzonspor maçının ikinci devresinden bu yana yakaladığı müthiş hücum ritmini yine sürdürüyordu. Nitekim daha 6 dakika içinde iki kez aynı şekilde dengeli ve kalabalık geldi Beşiktaş; Oğuzhan bekinin çıkmasını bekledi, o zaman zarfında ceza sahasına koşular da çoğaldı; Akgün topla buluşur buluşmaz Hugo’ya kusursuz bir orta yaptı. Ve aynı pozisyon, birkaç dakika önce yine yaşanmış; bu kez topla buluşan Holosko gelişine vurduğu topu auta atmıştı. Yani o gol; kesinlikle tesadüf değildi.

Mehmet Akgün beni performansıyla şaşırttı açıkçası. Bindirme zamanlamaları mükemmeldi. Bununla birlikte topla her buluştuğunda telaş etmedi; ağrıları nüksedip oyundan çıkana kadar sahanın en iyilerindendi. Sanıyorum Beşiktaş’ın artık bekini emanet edeceği bir alternatifi var. Daha erken ama öyle bir his verdi açıkçası.

Manuel Fernandes, Almeida’nın şifresini çözerek bizim eskiden “kepçeleme” diye tabir ettiğimiz; profesyonel futbol sahasında ender görülen asistlerden birine imza attı. Zira ben öyle bir asisti en son Ertuğrul Sağlam’dan görmüştüm, bir Fenerbahçe maçında… Golü atan da bugün karşıdaki güzel takımın, güzel hocasıydı. Hafif alley-oop’u da andırdığından mıdır nedir; istemsiz olarak Kaan Kural ohohoho’su geldi bende de tepki olarak. Hugolina tribünde miydi bilinmez; bugün Hugo’dan ilk Beşiktaş hat-tricki geldi.. Yükselen performansına çok yakıştı, sevindim onun adına. Gollerden birinin sol ayağının içinden çıkmış olmasına daha da sevindim.

Beşiktaş’ın savunma önünde, kısaca “önlibero” denen bölgesinde Necip Uysal vardı. O çocuk; taktiksel olarak maçın sonlarını sağda tamamladı ve o sürede hafif bir 2002 model Joaquin performansı sergiledi. Beşiktaş’ın savunmadan ötesinde nasıl bir hücum takımı olduğu buradan da belli biraz aslında… Ön taraf futbolu ve akıcı oyunu bilen oyunculardan oluşunca ve de “yakın” oynanınca ortaya nefis hücum aksiyonları çıkabiliyor. Böyle olunca lig ikincisi 3 gol atmasına rağmen puan alamadan otobüsüne binebiliyor…

Ama şu var ki Beşiktaş her maç 3 yemek zorunda değil -bu durum McGregor'u da kötü gösteriyor ki bugün 3 gole rağmen oldukça iyiydi-; işin bu tarafı can sıkıcı. Hele de takım bu kadar yakın oynuyor ve önde baskıyı zaman zaman çok iyi yapıyorken… Evvela o Sivok – Ersan tandemiyle oynamamak lazım; hani bir maça kızıp orta ikiliyi bozmak pek görülmüş iş değil. Aynı zamanda savunma önündeki “iyi Toraman’dan” da mahrum oluyor takım… Bugün Necip iyi bir tüyo verdi; kenarlardan biri o olabilir, Toraman da savunma önüne geçebilir. Hücum anlamında pek bir şey değişmez zira takım bir şekilde atıyor…
Sol bek içinse Emre Özkan; en azından o 2. golü yedirmezdi diye düşünüyorum. Hani Uğur Boral’ın çok fazla içerde kalıp, Diarra’nın bomboş vurduğu pozisyon… 8-0’lık Liverpool maçında İbrahim Üzülmez’in hallerini hatırlattı ve unutmam biraz uzun sürdü… Diyeceğim odur ki; Beşiktaş o 2007’deki gibi “mecburiyetten” kötü savunan bir takım olmamalı. Bence çözümü bulunabilir. Aksi halde Zeman’ın Roma’sı Beşiktaş’ın kardeş köyü olmuş durumda…  En azından iki farklı öne geçince “maçı aldık!” diyelim yahu!

Şu sıralar Oğuzhan sebebiyle Arsenal fanıyım diyebilirim, maçlarını da kaçırmıyorum zaten. Fernandes dahil; topu ayağına aldığında “rahatlama” hissini en çok veren oyuncu. Uygulamaları bir yana; evvela doğru tercih oranı %95’lerde. O %5’i, içeri kalabalıkken attığı şut dolayısıyla kestim… Bugün 5. gol öncesi “oyun nasıl öldürülür ve sonunda pozisyon yaratılır” dersi verdi: Sürebildiğin kadar sür ama pas opsiyonu yakaladığın an ver! Bu ders bilhassa Fernandes’eydi… Attığı gol harika, ama maç 4-3 giderken ayağına aldığı her topu gereksizce ezdi ve Antalyaspor ataklarına çevirdi.

Velhasıl Beşiktaş, ligin zirve takımlarından birine de 5 attı ve o zirveyle arasını 3 puan kadar yaklaştırdı… Ki oyun anlamında sürekli yükselen, ligin en iyi hücum yapan takımı da Beşiktaş. Zamanla daha zor yiyen takım olma ümidiyle… Son olarak; bu takımın 5 gol atması mı yoksa maçın başında “santra pozisyonu da almışken” taraftarın çağrısına kayıtsız kalamayıp tribünlere gitmesi mi daha güzel karar veremedim. Galiba ikincisi…

Osman Ağabey'e saygılar...

Antalyaspor 3 - 5 Beşiktaş