<Şampiyonlar Ligi Final Yazısı>
Daha Alman Olanı Kazandı
Sadece adının telaffuzunu sık sık duymak için bile santrfor oynadığı
dönemlerine yetişmek istediğim Gary Lineker’in sözüne ufak bir dokunuş
yapmak istiyorum. Futbol, 40 adamın 90 dakika boyunca bir topun peşinden koştuğu ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur. Evet,
bugün sahada 40 oyuncu var gibiydi. Zira her iki takım da savunmada ve
hücumda aynı sayıyla hareket ediyordu. İnanılmaz bir güç, efor ve
konsantrasyon gösterisi seyrettik…
Rocky Balboa – Apollo Creed maçını fazlasıyla andıran bir final oldu. Bir tarafın kolay kolay yıkılmayacağı çok beliydi. “Neden 44 değil de 40 adam?”
sorusunun cevabı ise her iki takımın kalesinde birer insan değil, tel
örgü olması… Neuer ve Wiedenfeller’den özellikle ilk yarıda “iyi bir
kalecin olsun, stoperlerin San Marino’dan olsun” performansı geldi.
Özellikle Mandzukic’in ‘kafayla attığı’ sert ve düzgün attığı şutun
çıkması imkânsızdı. Demek ki daha imkansızı gerekirdi, Robben’in final sahnesinde yapacağı gibi…
<Şampiyonlar Ligi Final Yazısı>
<Şampiyonlar Ligi Final Yazısı>
Kripton’dan Transfer
Sadece çizgi romanlarda, beyaz perdede değildir süper kahramanlar. Bazı zamanlar futbol sahalarında da onları görürüz, kostümleri formalarıdır, isimleri sırtında yazar ama amaçları aynıdır…
O günden sonra Beşiktaşlı sezona daha umutlu bakar olmuştu.
Sabah çayını yudumlayıp, gazetesini aldığında, artık Beşiktaş sayfasını okurken
şampiyon olabilecek bir takımın taraftarı özgüveniyle geçiyordu satırları. Ali
Eren bile o gözlere Roberto Ayala gibi görünüyordu artık… Çünkü yapboz
tamamlanmıştı, Beşiktaş’ı yeniden Beşiktaş yapabilecek biri vardı. Sergen
Yalçın, bu takıma maç kazandırmanın bir yolunu bulurdu…
Tümer’in sağdan getirdiği o meşhur topa dokunduğu sol ayağı,
Beşiktaş’ı o sezon şampiyon yapmıştı yapmasına da aslında o şampiyonluk,
Sergen’in adı duyulduğunda zaten çoktan gelmişti. Çünkü memleketimizde
şampiyonluk en çok “hava yakalama” işiydi; o hedefe önce kendi kitlenin
inanması ve odaklanması durumu… Beşiktaş sezon başında bunu yaşamıştı, 2-2’lik
İstanbulspor beraberliğiyle bile emin olunmuştu.
Başka gezegenin
insanları
Son iki sezonun
şampiyonu Galatasaray için de o ‘kelebek etkisini’ sağlayan benzer bir isim
vardı zira… Memleket topraklarında yetişen ve Barcelona’ya koysan dahi oyun zekâsı,
yetenek bakımından sırıtmayacak bir ortasaha, Selçuk İnan… Orta sıralarının da
altında sezonu bitirmiş, Avrupa kupalarına katılamayacak olan Galatasaray’ı
tercih ediyordu. Her ne kadar yeni başkan büyük düşündüğünü yaptığı hoca ve
yabancı transferiyle belgelese de; Selçuk’un o tercihi, Galatasaraylıda “evet,
biz hala büyük takımız!” hissini uyandırmıştı. O his, daha ligin başlarında
şampiyonluk havasına büründü ve bugünlerde de etkisi pek geçmiş değil.
Avrupa futbolunda da buna benzer örnekler vardır aslında.
Birkaç sezon önce, Ibrahimovic’i transfer ederek San Siro’daki daha ilk maçında
sanki şampiyonluk maçına çıkıyormuşçasına bir büyü yakalayan Milan gibi… O
büyüyle fark edilmeden yitirilen Andrea Pirlo’ya siyah beyaz çubukluyu giydiren
Juventus gibi…
Onlar, tek başına bir takımı değiştirecek yetenekte
oyuncular olmalarının dışında, geldikleri kulüplerin kaderini etkileyen
insanlardır. Yıldız değil, süper kahraman olarak Kripton’dan transfer
edilmişlerdir… Getirdikleri tek şey futbol lezzeti değil; umuttur, zihinsel
olarak büyüklüktür, inanmışlıktır…
Diriliş zamanı
Günden güne üçüncülüğün başarı olarak görülmeye başlandığı
Beşiktaş’ın da o Kripton’dan bir transfere ihtiyacı var gibi görünüyor… Yeniden
zirveyi ‘gizli’ değil asıl hedef görebilecek bir çatı altında, o hedefi
Beşiktaşlıya da inandıracak, 2003’ün Sergen’i, 1994’ün Ertuğrul’u, 1981’nin Ali
Kemal’i etkisini yaratacak bir isim… Takımdaki futbol olarak mevkisel, kafa
olarak özgüven açığını kapatacak bir süper kahraman, imitasyon yıldızlardan
değil.
O kahramanlar, takım arkadaşları için de bir kalkandır
aslında. Zira kimse takımda Sergen varken Kaan Dobra’nın, İbrahim Üzülmez’in,
Yasin’in yaptığına bakmaz. Odak bellidir, “Sergen elbet çıkar, bir şeyler
yapar”… Geriye kalan takım oyuncular, baskıdan kurtulup işini yaparlar. Çoğu
zaman maçın kahramanı onlardan biri de olur aslında, ama adına “gizli kahraman”
konur. Ancak o kalkan olmayınca, odak onlarda toplanır ve baskı kaldırılamaz
hale gelir. Yapabilecekleri bir şeyler varsa da yapamazlar.
Beşiktaş’ın Necip’i, Oğuzhan’ı, Mustafa Pektemek’i, Olcay’ı
o kalkanı altında parlatacak, siyah beyazlı formayı yeniden ‘büyük takım’
kisvesine dönüştürecek bir kahramana ihtiyacı var, yine yeniden…
Fernandes’in,
özellikle Carvalhal’li dönemde kadro dışından dönmesinden sonraki hali, tam da
o senaryoya uygundu. Ama iki saatlik bir filmin sadece 15 dakikasında görünen
bir süper kahraman olamaz. Feda Zamanı, gerekli bir süreçti ancak Beşiktaş için
artık Diriliş Zamanı… İçindekiler: O dirilişi sağlayacak bir proje, o projeyi
uygulayacak teknik yönetim, o projenin sembolü olacak bir kahraman… Artık Kripton’dan
kim düşerse…
Mustafa Demirtaş
Hayatım Futbol 83. Sayısından
Mustafa Demirtaş
Hayatım Futbol 83. Sayısından
Bobocan
Bu yaz memlekette düzenlenecek olan U20 Dünya Kupası 2005
yılında Hollanda’da sahne alırken; adı sebebiyle iki büyük favori Arjantin ve
Brezilya…
Arjantin’de Barcelona alt yapısından gelmiş ve geleceğinin
çok parlak olduğu söylenen Messi diye bir çocuk var. Brezilya’da ise forvet
ikilisi alışılmışın dışında fizikli oyunculardan oluşmakta; Tardelli ve Bobo…
Tardelli biraz daha teknik, topla da alıp yürüyen bir
yetenek. Bobo olanı ise daha çok fiziğiyle ön tarafı karıştırıyor, sırtı dönük
aldığı toplarda çok başarılı; gol bölgelerine de iyi sızıyor… Yaklaşık bir yıl
sonra deniz şortunu çıkarıp geldiği Beşiktaş’ta da aynı görüntü içersinde, ama
biraz daha hantal…
Nitekim 2-2 sonlanacak, Sergen’in iki gol attığı Kadıköy’deki
Fenerbahçe derbisinde; aslında Sergen’in
attığı ilk golü atması gereken o olacaktı. Önce Kleberson’un ortasına
kafayla ıska geçmiş, sonra da Ahmed Hassan’ın vuruşuna ayak uzatamamıştı. Ama özgüveni vardı, sezgileri güçlüydü, belli
ki ileride olacaktı!
Oldu da aslında… Her geçen gün üzerine koyarak gitti Bobo,
uzun zaman sonra Avrupa futbolunda adını duyuran bir oyuncusu vardı Beşiktaş’ın.
Ama nedense her yaz döneminde “Beşiktaş’ın
forveti değil” sesleriyle karşılaşıyordu. Bir sonraki sezon forvet yine o
oluyor, yine takımın en iyisi olarak sezonu tamamlıyordu; ama yine Beşiktaş’ın forveti değildi…
Bobo, birçok gol rekorunu kırarak Beşiktaş’tan nihayet
ayrıldı bir gün, döndü dolaştı ve bu sezon Kayserispor’un forveti oldu. Mouche,
Cleyton, Sefa üçlüsünü en ileri uçta mükemmel tamamladı. Her hücumda söz sahibi oldu, onlardan 18’i son söz oldu… En
sonuncusu ise Beşiktaş’a karşıydı; sevinmemişti. Çok da güzel sevinmemişti…
Çünkü gözlerinden okunan şey oydu, içinden sevinmek gelmemişti; laf olsun diye
değildi. Zaten o, laf olsun diye iş
yapacak bir insan değildi. Ve belki de bu yüzden Beşiktaş’ın forveti
olamadı… Bobo, memleketimizin her yerinde rastlayacağımız “sadece işini yapmaya çalıştığı için” hakkı yenenlerin forvet
halini almış bir portresiydi… Beşiktaş hala forvetini araya dursun, bu ligin en iyi forvetlerinden biri hala Bobo...
Ayrıca;
Ailemizin Marchisio’su: Samuel Holmen
Juventus’un bir Marchisio’su vardır. Antonio Conte’yle birlikte yükselen takımın içersinde, değeri daha da fazla anlaşılan Marchisio… Orta saha pozisyonunda oynar, ancak onun “orta saha”dan anladığı şey, sahanın her bölgesidir. Özellikle hücum anlamında… En az bir santrfor kadar gole yakın olur attığı koşularla. Belki sayı olarak o kadarına ulaşamaz ancak attığı her bir gol kilit rol oynar, çünkü rakibin savunmada nefes aldırmadığı anda O, bir yolunu, boşluğunu bulmuş ve gol bölgesine sızmış demektir.
Günden güne PTT 1. Lig yolları daha da belirginleşen İstanbul BB’nin Samuel Holmen’i de bir bakıma Marchisio’dur. Onun olmadığı zamanlar takımın orta sahada direnç kaybı yaşamasının yanında, hücumda da renksiz kalınır. Çünkü top, o sarımtırak iki numara saçlı çocukla buluştuğu zaman rakip kale için bir tehdide dönüşeceği kesindir.
Holmen top taşır, ara pası atar, çok iyi topa vurur ve en önemlisi onun olduğu takım +1 forvetle oynuyor demektir. Eğer orta sahada bir işi kalmamış, top hücum bölgesine geçmişse; hemen ceza sahası içersinde biti verir… Belki bir özelliği muhteşem değildir ancak her özellikten biraz biraz koydurmuştur yetenek külahına. İstanbul BB seneye bir alt lige düşse bile, Süper Lig’imizin Marchisio’su, yine buralarda kalıp renk saçacaktır. Ve belki de o takım, Beşiktaş olacaktır.
Belki Beşiktaş'ın kadro yapılanmasına çok uygun düşmeyebilir; ne yaratıcılık ne de savunma önündeki sertlik eksiklikiğini direkt kaldıracak bir oyuncu olmayışından. Ancak Beşiktaş ruhuna, tarzına uyumlu bir isimdir bence Holmen. Özellikle bu sezon zaman zaman ön plana çıkılan coşkulu, çabuk hücumda çoğalan takımlar için değerli bir orta saha modelidir. Bonservissiz ve ne verebileceği belli olan, net bir oyuncu... Realist bir transfer seçeneği.
FourFourTwo.com.tr / Mustafa Demirtaş
Arka sayfalardan: İtalyanca'da Çilingir: Claudio Marchisio
Mini Şampiyonluk
Her zaman “ligde tek şampiyon çıkacak” denir ya… Kağıt üstünde öyle olsa da bu aslında büyük bir yanılgıdır. Zira bazen öyle sezonlar yaşanır ki aralardan “mini şampiyonlar” da çıkar.
Tıpkı Hamza Hamzaoğlu’nun, mütevazı ancak günü kurtarmanın ötesinde,
“futbol oynayarak” lige tat katan, bunu yaparken büyük ihtimalle o ligde
tutunacak olan Akhisar'ı gibi…
Akhisar, dolu tribünler önünde haftalar önce düşen Mersin karşısında o mini şampiyonluk maçına çıktı. Ancak Mersin'in gardı puan duruma nazire yaparcasına hiç de düşmüş değildi. Maçın ilk yarısında oldukça baskın oynadılar. Lawal ve Gosso gibi iki adet geniş alanı parselleyen enerjik isimleri ve önlerindeki Culio ile Akhisar orta sahasına nefes aldırmayan bir Mersin söz konusuydu...
>FutbolBurada.com'daki; Akhisar - Mersin İY maçı analizi<
Akhisar, dolu tribünler önünde haftalar önce düşen Mersin karşısında o mini şampiyonluk maçına çıktı. Ancak Mersin'in gardı puan duruma nazire yaparcasına hiç de düşmüş değildi. Maçın ilk yarısında oldukça baskın oynadılar. Lawal ve Gosso gibi iki adet geniş alanı parselleyen enerjik isimleri ve önlerindeki Culio ile Akhisar orta sahasına nefes aldırmayan bir Mersin söz konusuydu...
>FutbolBurada.com'daki; Akhisar - Mersin İY maçı analizi<
Bir Sonraki Dolmabahçe’ye
Coşku, tempo, zaman zaman önde baskı, herkesin son golü atma
hevesinden midir bilinmez ama bol bol şut… Beşiktaş gibi bir veda oldu, ki
aslında o şık sloganın dediği gibi bu bir veda değil. Yine bir gün Dolmabahçe’de
olacak Beşiktaş, o Beşiktaş’a bugünden taşımak istediklerim var…
Mustafa Pektemek… Herkesin sahada bir mevkisi var, Pektemek’in
ise birkaç tane… En uçtaki adam, oyunun ancak bu kadar içinde olabilir. Bazı
atakların son pasında var, bazılarının en başında. Bir asist, bir asist öncesi
pas, kaçan gollerde de mutlaka dokunduğu parmağı… Savunduğum bir şey vardır
hep, Mustafa sınır ötesinin santrforudur. Avrupa’da parlama ihtimali, bu ligden
çok daha fazladır aslında. Ama önce burada parlasın, adı ne olursa olsun, Dolmabahçe
civarının bir sonraki stadında kendisiyle görüşmek üzere.
Necip’in önde karşıladığı top, Veli’nin şutladığı pozisyon… Carrick
indirmiş de Scholes vurmuş gibi bir şey oldu, tipik bir İngiliz orta sahası
golü. Aslında Veli Rapid Wien’de bolca atardı bu gollerden. Tam o yeteneğini
aldırmış gibi düşünecektim ki bu gol imdada yetişti. Ayrıca rakip ceza sahası
çevresinde ve içinde de çok fazla göründü bu ikili, Necip-Veli orta sahasının
en iyi maçıydı. O orta saha temposunun Beşiktaş standardı olması dileğiyle, bir
sonraki Dolmabahçe’ye kadar.
Escude – Sivok ikilisi de o orta sahanın dirençli kalışı ve
takımın bütün halinde hareket etmesiyle, sadece taktik savunma zekâlarıyla bile
güçlü bir görüntü verdi. En başından neden denenmediyse… Yola o tandem ve Emre
Özkan ısrarıyla çıkılsa, Pektemek’in de dizi yerinde dursaydı, Beşiktaş en
azından ikinciliği evvelden garantilemişti belki de. Şimdi de şansı düşük
değil.
Beyaz tribünler, bir sonraki Dolmabahçe akşamlarına da çok
yakışacak gibi duruyor. Keşke öyle bir gelenek olsa… Beyaz ama ciğerleri biber
gazıyla dolmamış Beşiktaşlıların tek görüntü oluşturduğu bir ortam, muhteşem olurdu.
O stat bazen küfre varan tepkilerle çoğu kez başına yıkıldı,
ama o stadın yıkılmadan bir önceki golüne imza attı. Garip, hoş, anlamlı bir
hikayedir Holosko’nunki. Bir sonraki Dolmabahçe stadında onunla da görüşür
müyüz bilemem, ama keşke her Beşiktaşlı futbolcu onun gibi eteğindeki tüm
yeteneklerini sahaya dökmek için çabalasa ve hiçbir zaman yılmasa…
Türk Müller: Sefa Yılmaz
Dün akşam Kasımpaşa karşısında önce attığı
mükemmel gol, sonra da –her ne kadar Bobo ofsaytta olsa da- yaptığı
asistle maça damga vuran adam oldu Sefa Yılmaz. Ancak kendisinin oyun
tarzına, özelliklerine ve şuanda memlekette örneği pek fazla olmayan bir modele sahip oluşuna bakacak olursak; vuracağı o damga tek maçlarla sınırlı kalmayacak, gayet uzun metrajlı olacaktır.
Aslında o Kayseri’nin değil, Bayern Münih için de “bir başka Müller” demek olabilirmiş, zira Wolfsburg’a gitmeden önce oradan da teklif aldığını söylüyor. Belki onun için böylesi daha iyi oldu. “Ağırlaştırılmış komando eğitimlerini” alırken farkında olmayabilir ama Magath sayesinde o yetenekli ayaklarının üzerine güçlü bir fiziğe sahip olması, onu bugünlerde çok farklı kıldı. Kendisi de bunun farkında;
"A takıma beni ilk çıkaran oydu. 16 yaşımdaydım o zaman. Bana “Çok yeteneklisin ona hiçbir şey söyleyemem ama fizik olarak çok zayıfsın” dedi. Fiziğimi geliştirmem için özel çalışma programları yaptı. Bana ayrıca bir hoca verdi. Onunla iki yıl çalıştık. Tam hazır olduğumda o kulüpten ayrıldı. Tek kârım onun bana verdiği tavsiyeler."Yetenekli bir 10 numarayken Magath’ın ellerinde ‘yıkılmaz’ bir 7 numaraya dönüşmesi ve Prosinecki’nin onu direkt olarak “Türk Müller” yapma çalışmaları derken, ülke futbolunda bir Sefa Yılmaz yükselişi izliyoruz. Öyle bir yükseliş ki onu tekrardan Avrupa sahalarına itebilir…
FourFourTwo.com.tr Mustafa Demirtaş
"Yavaş Di Maria!"
Futbola nasıl başladın?
Önceleri hevesim yoktu. Adana’dan Darıca’ya taşınınca çalışayım dedim, işe girdim. O dönemler baktım sokak arasında arkadaşlar oynuyor, ben de onların arasına katıldıktan sonra futbola başlamış oldum. Önce mahallede oynadım, sonra Darıca’nın altyapı seçmelerine iki defa katıldım ama seçilemedim. Yine de asla bırakmadım. Seçilemediğimden dolayı daha çok hırs yaptım.
Futbolcu olmanın ana sebebi ailene destek olmak mıydı?
Aslında babam çok karşıydı futbol oynamama. Babamı da çok düşünürüm ama o zamanlar asıl annem için çok istedim bunu. Bana çok destek vermişti. Aslında futboldan… Sadece ben istediğim şeyi yapayım diye bana destek olurdu. Sırf onun için bir şeyler yapmak istedim.
Oyuncu olarak en önemli özelliğin nedir, nasıl tanımlarsın kendini?
Çok sert oynarım. Sezgilerim iyidir, haliyle çok top kaparım, bire bir mücadeleyi asla bırakmam. Topla al-ver yapmayı severim. Her yere gideyim, topu bana atsınlar, tekrar geri vereyim… Hayalim hep şudur; son dakikada takımın göbeğinde ayakta kalan tek oyuncu olarak gösterilmek…
Bizim "dışı Di Maria, içi Gattuso" Cumali ile röportaj yaptım. Özellikle Sergen ve Quaresma anılarına dikiz...
Buraya da dergide yer sıkıntısından dolayı ekleyemediğim Beşiktaş bölümünü koyayım;
Beşiktaş’ta zaman zaman A takıma çıktın en çok şans
bulabileceğin zamanlar sakatandın…
A takımla işte dediğim gibi Mustafa hocayla başladık Konya
Şeker maçıydı kupa maçıydı, 80’inci dakikada oyuna girdim inanılmaz
heyecanlıydı, tarif edemem. Bir dün İnönü’ye çıktığım maçta (u20 Portekiz özel
maçı) bu kadar heyecanlanmıştım bir de o maçta. Milli takım formasıyla İnönü’ye
çıkmak, orada top toplayıcılığı da yapan
benim için inanılmaz bir onur. O atmosferi gördüğümüzden dolayı … Şampiyonlar
Ligi gördük bir dünya maçlar gördük…
Ama dönüp geri baktığınızda Tayfur hocayla oynadım Schuster
İle oynadım Schuster ile tam oynayacağım dönemde omzum çıktı, kamptan dönüp
Schuster’in beni oynatacağını söylediği dönemde omzum çıktı üç ay bir uzun süre
oldu o yüzden biraz sıkıntı yaşadık. Benim Beşiktaş’ta kırılma anım o sakatlık
oldu. Çünkü hocanın beni çok tuttuğunu biliyordum bizzat kendisi söylüyordu
bana sezon başı kampını çok iyi geçirmiştim ben orada. Hatta İbrahim Toraman’da
bak sen oynayacaksın bu takımda demişti.
Belki de Guti ile beraber oynayacaktın...
Tabii kadro açıklandığında ben vardım. Ama Guti ile Aurelio
yoktu onlar gelince ben aşağıya indim. Onlar geldi orta saha kalabalıklaştı kim
gidecek; Cumali… Gözümüzün önünde A2’de
oynasın denildi ben öyle aşağıya döndüm. İleriki süreçler farklı oldu ama o
omzumun çıkması benim dönüm noktam oldu.
A2 Liginde duran topları kullanmaya başlamıştın ?
İşte Sergen hocayla oldu o. Bir gün frikik atıyorlar idmanda
hocam bende atabilir miyim dedim. Kalede de kaleci yok sen gel şu barajın
üzerinden at yeter dedi. Topu aldım vurdum, hadi ya güzelmiş dedi gel vur dedi. Sonra
kaleci de kaleye geçti, o günden sonra frikikleri Cumali atacak dedi.
Peki Beşiktaş’la ilgili bir hayal kırıklığın oldu mu ?
Olmaz olur mu… Gençsiniz
alt yapısından çıkmışsınız büyük bir sakatlık yaşamışsınız ama toparlamışsınız
kendinizi. Ben iki maç oynadım 7 ay yattıktan sonra yarım saat 40 dakika
oynamamışımdır. Ama sakatlanmadan önce kendimi
çok iyi toparlamıştım bekliyordum da bunu. Dile getirdik zaten kulübede
gittiğimde de. Rizespor’u da aramışlar yöneticileri, hocaları çok olumlu
referanslar almışlar bizim için ancak büyük bir hayal kırıklığı oldu
gerçektende. Hatta Rizespor’lu bir ağabeyim yönetici aradı beni nasıl oldu
diye. Çünkü onlarda çok bekliyorlardı Beşiktaş’ta oynamamı ve bizde inanılmaz
hazırdık, ben çok üzüldüm belli etmeyeyim dedim ama ben evde üzüldüm çok ...
Ama o kadar büyük bir sakatlıktan sonra bana sahip çıkan
Rizespor’a bana verdikleri desteklere teşekkür etmek için geri gittim.
Bunu da hayra yoruyor musun ?
Bunu da bir hayra
yoruyorum 20 maç oynadım , çünkü şimdi Beşiktaş’ta kalanlarda oynayamıyorlar ...
İleride Beşiktaş’a da geri dönersin beli olmaz bu işler…
Juventus’ta Giovinco’yu bedava yollayıp daha sonra 10 milyon euro’ya geri aldı örneğin.
Allah büyük, sakatlık
olmasın. Benim amacım da burada en iyi şekilde oynayıp tekrardan Beşiktaş’a
dönmek, benim için ayrı bir onurdur. Şimdi öncelikli hedefim bu U20 Dünya Kupası’nda
forma giymek ve tabii ki bir de Rizespor’un şampiyonluğunu yaşamak. Yoksa tabii
ki transfer teklifleri alırsınız oynuyorsanız ve tabii ki benim hedefim büyük
takımlarda oynamak olur ama Beşiktaş’ta ayrı bir olayım var içimde bir şeyler
kaldı. Ama şuan tek amacım dediğim gibi Rizespor’un başarısı için oynamak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)