Yetenekli Çocuktan, Büyük Oyunculuğa



Andrea Pirlo, İtalya’nın bugünlerdeki faal efsanesi. Ama bir zamanlar her futbolcu gibi o da sadece gelecek vadeden, ama o geleceği pürüzsüz şekilde göremeyen, oyun karakteri oturmamış genç bir oyuncuydu.  22 yaşındayken Inter’den pişmesi, oynaması ve hazır dönmesi için bir Serie A takımına kiralanmak istendi, zira orada önü fazlasıyla tıkalıydı. Ancak o dönemde klasik bir 10 numara olan Pirlo, kiralandığı takımı duyunca Interli yöneticilerin bu kararı ispirto koklarken aldığını düşünecekti. Çünkü Brescia’da İtalya’nın gelmiş geçmiş en büyük 10 numarası vardı ve hala sahadaydı: Roberto Baggio.

Ezberciliğin aksine, takım içinde keşfe çıkan, oyuncuların yerleriyle oynamayı ve genç futbolcularla çalışmayı çok seven dönemin Brescia Teknik Direktörü Carlo Mazzone, genç Pirlo’yu kenarda çürütmek istemez. Çünkü ona göre bir oyuncu yetenekliyse bu, onun sahada olması için yeterli sebeptir. Baggio elbette yine takımın 10 numarasıdır. Pirlo ise farklı bir role bürünür, 3-6-1 gibi bir sistemde orta sahanın derininde oynayan ve oyun kuran bir pasör… Bu, aynı zamanda modernleşen 10 numaralar için de açılan bir kapı olacaktır. Futbola klasik 10 numara gibi başlayıp, daha sonra oyunu merkezde hükmedecekleri bölgelere çekilen Verratti, Modric, Kovacic gibi isimlerin de uğrayacağı bir yol…Büyük oyuncu olma yolu!

Mazzone, Lucescu gibi, elindeki oyuncu kadrosunu parlatmayı çok iyi beceren Slaven Bilic’in de Beşiktaş kadrosunda küçük keşiflere çıkacağı aşikârdı. Tabi o keşiflerde ilk olarak Muhammed’in çimler arasında parıldayan potansiyelini fark edeceği de… Artık Muhammed de 10 numaralıktan, “10 numara orta saha oyuncusu” kıvamına gelmesi adına bir yola koyulmalıydı. Ve bu mevzuda Luca Modric gibi bir tez sahibi olan Slaven Bilic, onun için kaçınılmaz fırsat olabilirdi. Elbette kadro içinde kendi saklı yıldızını arayan Bilic için de Muhammed, bir o kadar büyük fırsat olacaktı…

Haber ile ilgili metin girin!.Hazırlık maçlarında görünen odur ki Muhammed, 4-1-4-1 gibi seyreden sistemde merkezdeki iki orta sahadan biri olarak rol alacak. Hatta Southampton’a uyguladığı üzere, tıpkı Serpil Hamdi Tüzün’ün bir zamanlar Sergen’e öğütlediği gibi “çalım yeteneğini tabelayı bozmak için kullanıp, şut atmaktan korkmayacağı”, derin pas seçimlerini daha rahat uygulayacağı ‘sağ orta saha bölgesi’ onun için en ideali gibi gözüküyor. Topu sol ayağına aldığı zaman içe kat ederek düşünme zamanı bulması ve o kararı verdiğinde taç çizgisi yerine merkeze doğru kaymış olması, onu rakip kale için daha tehlikeli hale getirecektir.
İbrahim Akın’ın “geleceğin yıldızı” dönemlerini hatırlarsınız, zaten sadece birkaç ayı kapsar. O birkaç aylık hikayenin içinde Del Bosque vardır… İbrahim, Del Bosque’yi anlatırken bir gün şöyle bir detay düşmüştü; “Antrenman maçlarında attığım gollerde bile dönüp hocama bakıyordum, ve onun mutluluktan uçtuğunu gözlerinden okuyordum. Bu, beni oyunuma çok daha fazla teşvik ediyordu.” 

Türk insanı biraz, aslında birazdan da fazla ‘hadi koçum!’cudur… Oyun karakteri henüz oturmamış, yaptığı işin kendisinin kaçınılmaz mesleği olduğunu tam kavrayamamış genç oyuncular için çok daha geçerli bir şeydir bu. Bilic, şimdilik Türkçe lakırdılarla motive etmeyi bilmez. Ancak o gol sonrasındaki Muhammed’e samimiyet ve mutluluk kokan sarılışı “elli hadi koçum” gücündedir. Belki de Beşiktaşlılar için o çatala giden topun ötesinde asıl umutlanma nedeni, tam da o fotoğraftır…
Denemelere çağırıldığı La Masia’da bile parıldayan yetenekli bir çocuk, ve nihayet o yetenekli çocuğun artık "büyük oyuncu" olma yolunda dilinden anlayacağı ve anlamakla kalmayıp gelişimine direkt katkı sağlayacağı bir hoca... Muhammed için o 11 yaşından beri beklenen çıkış sezonunun “bu sezon” olması, artık sadece kendi ellerinde… Bize göre büyük oyuncu olacaksın Muhammed, peki ya sence?

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com

Bir Kaleciden Fazlası: Tolga Zengin

90’ların ortasında ‘Gol’ diye bir çizgi film düşmüştü ekranlara. Serinin kahramanı Benjamin, İtalya’da top koşturan ve akula vuruşuyla (aquila’dan gelir, kartal vuruşu da denir yani) rakiplerin korkulu rüyası haline gelen bir kardeşimizdi. Top önce havaya yükselir, sonra bir anda kaleye inerdi; Cristiano’nun daha insancıl halini yaratıp, ölü yaprak vuruşu dediği şey aslında... Gol olmama ihtimali yoktu o akula’nın, ta ki Şeker Duvar denilen, cüssesiyle kaleyi kaplayan o kaleci ortaya çıkana kadar… Bir bölümde akula vuruşunu tek hamleyle kurtarmış, mahallemizi derin bir üzüntüye sürüklemişti.

Orada Benjamin’in bir arkadaşı “bu adam kaleci küçültüyor!” demişti… Aynı repliği twitter’da, muhtemelen o günlerin Benjamin izleyicisi bir İtalyan’dan da duymuştum, Giuseppe Meazza’da Inter – Trabzonspor maçı oynanırken şöyle bir şey düştü ekrana: “Bu kaleyi küçültmüşler mi, bana mı öyle geliyor?… Evet, bir akula vuruşu değildi ama kale alanını çizgisinden Diego Milito gibi bir golcünün şutu bile girmiyorsa, bu durumun başka bir açıklaması olamazdı. Tolga’nın kalecilik yetenekleri, o gün o kaleye biraz büyük gelmişti…

Ben aslında Tolga’nın nasıl bir kaleci olduğuna dair notumu, yediği bir golle vermiştim. Eski Açık’tan şahit olduğum, topun daha barajı aştığı anda gol olduğu belli olan ve çatala giden Delgado’nun frikiğini neredeyse çıkarıyordu; oraya yetişmiş ve dokunmuştu da… Keza yine aynı Delgado’nun bir panenka penaltısı denemesiyle, istemeyerek de olsa Tolga’nın diz sakatlığına yol açması, belki de kendisinin daha parlak bir kariyer yaşamasına engel olmuştu. Ki, Trabzsonspor’un Şampiyonlar Ligi’nde oynadığı sezonda da Avrupa’dan ciddi teklifler aldığı söyleniyordu.

Memleketimizde yetenekli kaleci sorunu pek fazla yok aslında, Cenk de onlardan biri zira. Ama her şeyiyle “kaleci” görünümü sunan, file önünde o güveni veren, durduk yere gol yedirmeyeceğini bildiğiniz ve bunun üzerine ekstra yeteneklerini konuşturan isimler çok azdır. Hatta iki tanedir, ikisi de aynı şehirdedir: Tolga ve Onur… Belki Onur yaşıyla daha önde gözüküyordu. Ancak onu transfer etmek ancak 7.5 milyonluk serbest kalma maddesini ödemekle olurdu ki bu durum, Beşiktaş’ın nakit gücünün aşacağının yanı sıra, bir camiayı karşınıza almak demek olabilir, sevimsiz bir ortam oluşturabilirdi. O nedenle Tolga Zengin seçimi, en idealiydi… Zaten Önder Özen’in planında, İspanyol kaleci antrenörüyle eldeki genç ve yetenekli kalecileri parlatmak, uzun vadede işi bu şekilde çözmek var… Tolga’nın yaşı, o zamanı kazanmak için yeterince genç.

Tolga, iyi bir Trabzonlu oluşuyla, o kaptanlık pazubandını sadece koluna değil ruhuna sarışıyla bir kaleciden fazlasıydı Trabzonspor için. Aynı şey, manevi anlamda olmasa da Beşiktaş için de geçerlidir. Şöyle ki; Beşiktaş Tolga’yla birlikte geçen seneye nazaran çok daha büyük bir kaleciye kavuştu. Bununla birlikte bir yabancı kontenjanını arttırmış oldu. Tolga, Beşiktaş’a defansif orta saha bölgesinde veya İsmail dönene kadar sol bekte bir yabancı oynatma hakkını da beraberinde getirecek aslında. Yani Beşiktaş’ın geçen seneye göre daha iyi bir takım olması adına katkısı, şimdiden bir kaleciden fazlası… Dileriz, İstanbul’a asıl geliş sebebi olan Melek anne de, oğlunu yanında hissettikten sonra moralin çok önemli olduğu hastalığını bir an önce atlatıp, şifasını bulacaktır. Tolga’ya ve Beşiktaş’a hayırlı olsun ki öyle de oldu galiba.
Şeker Duvar mı? Bir gün kaçınılmaz son olarak Benjamin’in takımına transfer oldu ve sonrasında onu da çok sevdik…

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com