Aaron Ramsey Mucizesi

Bugünlerde Arsenal’de, oynadığı pozisyon için “orta saha” denilmesini yetersiz kılan, başka bir boyutta futbolunu oynayan uçuk, kaçık bir kardeşimiz var…

Shawcross Katliamı’nın üzerinden üç buçuk yıl geçti. O gün kaval kemiği ikiye ayrılmış halde sedyeyle dışarı alınan ‘geleceği parlak’ çocuk, artık o geleceği eskisi kadar parlak göremeyecekti. Çünkü o sakatlık, fiziksel olarak geçse bile zihinsel olarak kalıcı izler bırakacak cinstendi. Belki de her topa dokunuşunda, her çalım girişiminde aklında o sahne parıldayacaktı. Zira bunu hocası Arsene Wenger de itiraf ediyordu; “Ramsey’in mental olarak kendini toparlaması üç yıl sürdü…”

Hani bir dönemde ne zaman gol atsa bir ünlü hayatını kaybeder ve bunun adına “Ramsey’in laneti” denirdi ya… Bu çocuk gerçek laneti o gün yaşamıştı ve unutmayacaktı. Stoke City maçından birkaç gün önce ona Shawcross hatırlatıldığında dilinden şu cümle dökülmüştü; “Maç öncesinde elini sıkacağım. Ama bu dost olduğumuz anlamına gelmeyecek.”

Aaron Ramsey artık ruhen ve bedenen çok güçlü. Ve çok genç yaşlarda müjdelediği “başka oyuncu” modelini bu sezon sergilemeye başladı. Ki aslında o sinyalleri, daha Fenerbahçe’yle oynanan play-off maçlarında vermişti. Oyun zekâsı, topla buluşmadan önce alınan pas kararları, hareketli oyunuyla fark yaratan Ramsey, bir merkez orta saha oyuncusu olmasına rağmen artık gole de yok yakın. Son 9 resmi maçta 8 gol… Hatta gollerinin dışında son üç maçta şu istatistikleri de dikkat çekici: 20 top kazanma (tackle) ve 4 pas arası. Yani Aaron, işin savunma tarafında da kendini gösteren komple bir orta saha kıvamında.

Jack Wilshere’in de artık takıma girmesi ve Mesut Özil transferiyle, bu sezon ezberleri bozan, orta sahada kadife ayaklıları anlamlı kılacak bir oyun oynayan Arsenal de Ramsey’in parlamasında direkt etkili. En uçtaki Giroud dahil –kendisi top class santrforlardan biri olmasa da sürekli oyunun içinde olan ve etrafını oynatan bir forvet oluşuyla Arsenal sistemine çok uygun- takımdaki herkes hücumda çok yardımlaşarak oynuyor. Bazen tek bir atakta, tüm orta sahanın, kanatların ve forvetin ayağının topa değdiğini görebiliriz. Özellikle Gnabry’nin yine Ramsey’in nefis asistiyle Swansea’ye attığı gol, öncesinde yaşananlarıyla buna çok iyi bir örnek. Top bütün şehri dolaşmış ve sonra gidip olmuş…
Artık Ramsey atınca kimse ölmüyor, zira aksi halde sıra figüranlara bile gelebilir. Galiba artık “lanet” sözcüğünü bir kenara bırakıp, Aaron Ramsey’in futbol mucizeleriyle ilgilenmek gerekiyor. Çünkü karşımızda dünya futbolunun ‘bir sonraki paha biçilmezi’ durmakta…


Tek Gol Dört Hata

Önder Özen’in ulusa seslendiği konuşmada en dikkat çekici anekdot şöyleydi; “Teknik ekibimiz maçı derinlemesine inceledi, çarpıcı detaylar keşfedildi. Mesela ilk golde Serdar dışında üç hata daha varmış!”

Derbi sonrasında yaşananların, Beşiktaş için asla bir son olmayacağını, “atılan adımların tek maçla, olayla kaybolmayacak kadar büyük” olduğunu söylerken, tam da bundan bahsediyorduk aslında. İnsanlar enseyi karartırken, Beşiktaş’ın teknik ekibi “neden böyle oldu?” sorusunu soruyordu kendine. Sadece Serdar Kurtuluş’u kuyuya atıp, kurtulmanın derdinde değildi. Daha iyisi için, öncelikle neyi, neden yapılamadığını irdelemek gerekirdi. Önder Özen der ki; “Bu maçın sonucunda öyle bir çalışma çıkarttılar ki kendimce fark etmediğim birçok detayla karşılaştım.”Bunu söyleyen insan, memlekette sahaya bakıp, üç perde sonrasındaki gerçekleri görebilecek bir futbol adamı.
Bu anekdottan sonra o golü tekrar izlemek icap ederdi. Çünkü söylenene göre, Serdar’ın hatasından geriye kalan üç hatadan biri olmasaydı, o atağın sonu yine de golle sonuçlanmayabilirdi. Birinci hata Serdar, o cepte… Galiba son hata olarak da Tolga’ya yazılmış. Çünkü yakın mesafe olmasına rağmen Drogba çok iyi bir vuruş çıkaramamıştı. Normalde Tolga’nın çıkarması gereken bir şuttu. Geriye kalıyor iki hata…

Pozisyon geçti, dağılın!

Gol dikkatlice izlendiği zaman, Serdar Bruma’ya karşı ikili mücadelede avantaj sağladığı anda geriye kalan Beşiktaşlı oyuncuların pozisyon bitmiş gibi hareketlerini sonlandırdıkları fark ediliyor. Onlardan biri de pozisyona en yakın olan isim Atiba Hutchinson. Eğer Atiba koşuşunu sürdürüp, Serdar’a yakınlaşsaydı; belki de Serdar orada topu korumak yerine Atiba’ya pas atıp, ikili oyuna girebilirdi. Bu durumda Bruma oyundan düşmüş olacaktı. Eğer Serdar yine aynı hatayı yapacak olsaydı bile, Atiba’nın oradaki varlığıyla önü golde olduğu kadar açık olmayacak, Drogba’ya o rahat pası atamayacaktı…

Atiba Hutchinson’dan sonra, pozisyon bitti gözüyle bakıp hareketini sonlandıran bir diğer isim Gökhan Töre. Aslında Serdar ve Bruma arasında mücadele yaşanırken, Drogba’yla aynı hizada. Ancak Drogba pozisyondan umudunu kaybetmeden dikkatini sürdürürken, Gökhan için aynı şey geçerli değil. Böyle olunca, Drogba o umudunu golle taçlandırmış oldu. Eğer Gökhan pozisyonuna olan odağını sürdürüp, Drogba’ya yakın oynamayı sürdürseydi, belki de o vuruşu ya hiç yaptırmayacaktı ya da o kadar rahat vurdurmayacaktı.

Teknik ekipten çıkan rapor da böyle midir bilinmez. Onlara göre çok daha fakir seviyedeki futbol bilgimizce çıkan sonuç bu. Futbolda, hele de söz konusu derbi maçıysa; asla odağını, dikkatini kaybetmemelisin.

Benitez'in Aykırı Napoli'si

Maradona, 1986’daki San Siro deplasmanında Napoli’nin ikinci golünü atarken, bir başka yetenek fabrikası Ronaldinho’nun 2005’deki Stamford Bridge golüyle oldukça benzerlik taşıyan zeka dolu bir vuruş yapıyor ve takımına 2-1’lik galibiyeti getiriyordu. Napolililer, yeni bir San Siro galibiyeti için 27 yıl bekleyecekti. Üstelik bugün o galibiyeti alan takım, Marek Hamsik’e sahip olmasına rağmen tek adama bağımlı değildi. Benitez’in aykırı Napoli’si, sahada birçok şeyi birlikte yapan, çok iyi yardımlaşan, tempolu oynayan bir takıma dönüştü. Serie A’da en son Milan galibiyetiyle süslenmiş 4 maçlık galibiyet serisi ve Borussia Dortmund zaferiyle Şampiyonlar Ligi’ne muhteşem başlangıç...

Oysaki bu yaz kutsal golcü Edinson Cavani gitmişti ve Rafael Benitez’le sistem olarak da çok farklı bir yola girilecekti. Napoli, Serie C’den bu yana 3’lü savunmayla oynayan bir takımken, artık 4-2-3-1 sistemiyle tanışacaktı. Her ne kadar Gonzalo Higuain, Raul Albiol, Callejon, Mertens, Reina transferleriyle kadro olarak gücünü düşürmenin ötesinde arttırmış gibi gözükseler de bu kadar değişim yaşayan bir takımın, böylesine bir sezon başlangıcı yapması kimse tarafından beklenmiyordu. Kendilerini daha sezon başından tekrar üçüncü ilan eden Napolililer dahil olmak üzere...


Rafael Benitez’in savunma çizgisini öne çıkaran, çoğunlukla topun kaybedildiği yerde karşı prese kalkan, savunmada yardımlaşmayı önplana çıkarak felsefesi çok çabuk sonuç verdi. Hatta Dortmund’da karşı ‘Dortmund felsefesiyle’ karşı durdular, ayakta kalan taraf oldular. Görünürde 4’lü savunma varmış gibi gözükse de aslında gerçek anlamda savunma odaklı tek bölge Britos – Albiol tandemi. Zira sol bek Zuniga ve sağ bek Maesto ya da Maggio, yıllardır orta saha 5’lisinin kenarlarında oynamaya alışkın, hücum çıkışlarını çok fazla yapan isimler. Ancak Napoli’de takım olarak hareket etme ve yardımlaşma meselesi o kadar güçlü ki bazen orta saha Behrami’yi dahi stoper oynuyor sanılabilir.

Yaşasın yeni kral!

Ancak Napoli, bu sezonki asıl farkını hücumda yaratmaya başladı. Walter Mazzari yönetiminde Edinson Cavani’ye çok fazla bağımlı kalan, işler sıkıştığında Gökhan Inler’in karşı köyden vuracağı uzak şutlara bakan takım, bugünlerde hücumda çok daha çeşitlilik sunuyor, tehlike saçıyor. Evvela ‘Napoli’nin çocuğu Lorenzo Insigne’nin takıma kalıcı şekilde dahil olması çok şeyi değiştirdi. Forvet arkasındaki üçlünün solunda yer alan Insigne, topla içeri kat etmeleriyle hem gerisindeki Zuniga’ya alan açıyor hem de savunma odağını üzerine çekerek, Gonzalo Higuain’in boşa çıkmasını sağlıyor. Ayırca o içe kat ettiği toplarla hem şut hem de kısa derin paslarla etkili oluyor. Zaten ters tarafında, işin “tamamlayıcılık” görevini üstlenen bir isim mevcut: Callejon. 3-5-2’de Maggio’nun üstlendiği sürpriz golücülük sanatını, nufüsüne geçirmiş durumda.

Yeni Napoli, Marek Hamsik üzerinde de olumlu yönde etki yarattı. Daha coşkulu, topu daha fazla önde kazanan ve daha fazla hareket alanı sağlayan takımda, onun da aslında Rafael Benitez’in tabiriyle “paha biçilemez” bir oyuncu oluşunu ortaya çıkardı. Atakları yönetmesinin dışında, muhteşem şut özelliği de artık daha fazla gösterebiliyor. Geçen yılı 11 golle tamamlamıştı, bu sezon şimdiden 4 golü... Gol demişken. Edinson Cavani’nin bıraktığı görevi devrelan Gonzalo Higuain, son dört resmi maçı boş geçmiyor ve çoğunlukla kritik gollere imzasını atıyor. Ama onun asıl güzelliği, sistemle olan uyumu. Maçı oynayan değil “yaşayan” santrforlardan... Her topu zorluyor, her taşın altına bakıyor. Ve nihayet özlemini duyduğu değeri, San Paolo’da bulmuş gibi gözüküyor...

Çekilerek Risk Almak

Sahaya girenlerin ne amaçta olduklarını bilmiyorum, ama çok daha kötüsünü gören, evinde şampiyonluk verdiği derbileri yaşan “Beşiktaşlı taraftarın” o uzatmalarda ne olursa olsun, ilk olarak aklının Fernandes ya da Muhammed’in kullanacağı yaydaki frikikte olacağını biliyorum. “Beşiktaş sezonu yaktı” sonucu da çıkmaz o akşamdan. Saha kapama cezası yağsa bile, çok fazla etkilememeli. Zira Beşiktaş bu sezon zaten “evinde” değildi.

Neyse, bu maçtan arda kalan bazı detaylar vardı Beşiktaş adına. Artık onları bir düşelim...
Fernandes’in daha maçın başlarında yakaladığı fırsat, önde baskıyla kazanılan bir topla gelmişti. Beşiktaş için en ideal olan hücum şekli de buydu. Özellikle de yine orta saha ağırlıklı çıkmış, merkezde baskı uygulandığı anda hareket alanı kısıtlanacak Galatasaray’a karşı. İlk yarıda yine ara ara şok preslere başvurdu Beşiktaş, gol öncesinde de yine orta sahada kazanılan bir top vardı. Almeida’nın kafasından önce, Gökhan Töre’nin Melo’ya attığı çalım sonrası koşu gösteren sağ bekinin önüne attığı pasla gelen bir goldü o… Gökhan, Bursaspor deplasmanında da yine asist öncesi pasla Beşiktaş’ın ilk golünün yaratıcısı olmuştu. Artık sadece teknikten, top sürmekten ibaret değil…

Ancak o presi tüm maç boyunca yapmak zor. Hele de 1-0’ı yakalamışken, rakip Galatasaray’ken, psikolojik baskı altındayken…  Öyle durumda takımın aktif dinlenme yapması gerekir. Barça, Juve gibi takımlar topu hemen kazanır ama hemen hücuma kalkmazlar mesela, dolandırırlar topu. Ama Beşiktaş’ın oyun ve oyuncu kalitesi henüz o seviyede değil. Hal böyle olunca top, Galatasaray’da kalmaya başladı, iyice Beşiktaş yarı sahasına yerleşildi. İkinci yarıdaki geri dönüşün sinyalleri, ilk yarının sonlarında verilmeye başlanmıştı.

Alanı savunamamak

Beşiktaş, geri çekildiği anda sıkı bir alan savunması yapabilecek bir takım değil. Zaten oyuncu grubu buna müsaade etmiyor. Olcay ve her ne kadar savunma yardımlarını arttırmış olsa da Gökhan Töre, yerleşik savunmada beklerine yapışacak kadar savunmacı değiller. Fernandes zaten önde kalıyor. Veli de etiket olarak “savunmacı orta saha” ama takım geri çekildiğinde işe yarayan bir savunmacı değil. Veli, farkı enerjisiyle yaratıyor. Beşiktaş önde baskı kurduğu anda, maçı koşu maçına çevirdiği anda çok iyi açık kapatıyor, dönen topları alıyor. Ama bazen an gelir, Mehmet Topal gibi belli bir bölgeyi savunmak gerekir. Pozisyon bilgisiyle, tackle becerisiyle, fizik olarak doldurmakla… Beşiktaş’ın orta sahasında savunma yapmayı gerçek anlamda bilen tek adam: Atiba Hutchinson’dı. Bununla birlikte, solda sorun yok ama sağ tarafta Serdar Kurtuluş da birebirlerde şuuru kapanan, fizik olarak sorun çıkaran bir bek…

Kontraatak eksikliği
Eğer bir takım, geriye çekilmiş olmasına rağmen iyi savunma yapamıyor, topa da sahip olamıyorsa yapacağı tek bir şey vardır: Kontralarla rakibi tehdit etmek. Beşiktaş’ta Olcay, Gökhan Töre gibi kontraya meyilli oyuncular olsa bile, bu konuda da epey aksaklık söz konusuydu. İkinci yarının başındaki Gökhan Töre’nin ayağından kaçırdığı top haricinde hiç hızlı hücum gerçekleştirilemedi. Bunun da nedeni aslında o kontraları sağlayacak pası atacak adam eksikliği. Bursaspor maçında Olcay rakip yarı sahada cirit atarken, orta sahada Oğuzhan Özyakup vardı. Hatta yakalanan en net fırsatta onun uzun pası söz konusuydu. Oğuzhan’ın yokluğu, çok büyük eksiklik. Son 45’de oyuna dahil olsa bile çok şeyi değiştirebilirdi. Hal böyleyken, Beşiktaş hücum ederken değil “çekildiği anda” risk altında olacak gibi gözüküyor. Belki her zaman Drogba’yla karşılaşılmaz, ama bir kısa vade çözümü bulmak şart. Belki de o, Muhammed... Hala kafa olarak "olmamış", taç çizgisi dolaylarında attığı şuttan beliydi. Ama ufak çapta bir fark yarattı, ikinci yarıda tüm hücum girişimlerinde o vardı. Kötü attığı şut bile tehditkar gidiyor, "biraz sonra görüşürüz" diyordu sanki kaleye...

Fırat Aydınus içinse; Burak’ın kolla kontrolünü görmemiş olabilir. Ben, hakemi irdelerken pozisyon pozisyon bakmak, hata ayıklamak yerine, genel olarak etkisini, tavrını gözlemlerim. Hakem, maç Ali Sami Yen Arena’da oynanıyormuş gibi yönetti. Taa ki skor 1-2 olana kadar. İnsanlar, o skordan sonra başlayan eyyamı görünce daha da rahatsız oluyor. Haliyle “e bu skoru beklemişsin” hissi uyanıyor…

Milat Derbisi

Yaklaşık 11 yıl öncesiydi, Beşiktaş 100. yılında Galatasaray'ın Fatih Terim için cami avlusuna bıraktığı Lucescu yönetiminde şampiyonluk hedefliyordu. Ancak ligde epey maç kazansa da en akılcıl ve güçlü futbolu oynasa da o "şampiyon" sözcüğü zihinlere tam olarak oturamıyordu. O nedenle Beşiktaş'tan bir "şampiyon hamle" beklenmekteydi. Ali Sami Yen deplasmanında İbrahim Üzülmez telefon kulübesine gidip, içinden Nedved çıkararak sahaya dönmüş ve golünü atmıştı. O, galibiyetten öte bir şey oldu Beşiktaş için. Psikolojik olarak da atılan kocaman bir adımdı, hem takım hem de taraftar adına... Kısacası "milattı"...

Bugünlerde de Beşiktaş en doğru, en akılcıl futbolu oynayan takımlardan. Ve uzun zaman sonra böylesi maçlar öncesinde "sağ bekini, kanat, sol bekini orta saha yapma" gibi eylemler dışında mutlaka Beşiktaş'ı Beşiktaşlıktan çıkarmayacak hamleler düşünen, taraftarına "vardır bir bildikleri..." güvenini veren bir teknik ekibi var. Eksik kalan parça ise yine "şampiyon bir hamle"... Bu akşam, tıpkı 11 yıl öncesinde olduğu gibi psikolojik olarak da çok şeyleri değiştirecek, kelebek etkisi yaratabilecek bir derbiyle karşı karşıyayız.

Zaten şunun şurasında 3 saat kalmış, hiç taktiksel detaylara girmiyorum ki zaten bu işi hakikaten fazlasıyla bilen adamların elinden çizilmiş notlar şu sıralarda takıma işleniyordur. Bize kalan şey, onların kararlarının sahaya yansımasını gözlemlemek ve üzerine yorumlamak olur. Dileriz, bu miladı başaracak kararlardır onlar... Ama yine de klasik tahminimi yapayım, Olcay'ın golü var.

Hugo'nun Hakkı Hugo'ya

Beşiktaş’ın göze hitap etmeyen ama perde arkasında olumlu anlamda dengeleri bozan Portekizlisi Hugo Almeida... Artık galiba hakkını vermek gerekiyor, zira onunla ve onsuz Beşiktaş’ın arasında belirgin bir fark söz konusu.
Beşiktaşlının aklında, hayalinde çizdiği bir golcü modeli vardır; yırtıcı, arzulu, güçlü ve en önemlisi yakaladığı fırsatlarda daha topa vurmadan “gol!” hissini verecek kadar bitirici. Yıllardır kavuşulamayan, ismi saklı bir 9 numara... Hugo Almeida’nın bu tarife bir türlü uyum sağlamadığı bir gerçek. Son dönemlerde kıpırdanma yaşasa da o arzulanan düzeyde bitirici bir golcü olamadı, keza yaşadığı sakatlıklar, her deparında korkutan arka adalesi cabası...  Ancak şu gerçeği de unutmamak, Hugo’nun hakkını Hugo’ya vermek gerekiyor. O, güçlü şekilde sahadaysa Beşiktaş, rakipler için çok daha fazla tehditkar oluyor ve takım olarak “daha golcü” kimliğine bürünebiliyor.
Şimdi sizlere Almeida’nın perde arkasındaki faydaları sıralamadan önce, geçtiğimiz sezondan bu sezonun ilk 4 haftasına kadar “Almeidalı ve Almeida’sız Beşiktaş’ın” farkını rakamlara dökelim.  (Not: Çok erken sakatlanıp çıktığı Karabükspor ve Mersin İdman Yurdu maçlarında ‘oynamamış’ kabul edilmiştir.)

Almeidalı Beşiktaş: 18 maçta 40 gol (2.22 ortalama)

Beşiktaş, Almeida’yla sahadayken maç başına 2’den fazla gol atma ortalaması tutturmuş gözüküyor ki bu oldukça çarpıcı bir rakam. Hugo’nun, ceza sahasına attığı koşularda tüm savunmayı kendi üzerine çekmesi ve Olcay, Holosko başta olmak üzere kendisi dışında yine kale etrafına koşu atan oyunculara boş alan bırakması, bu istatisiğin en büyük nedeni. Yine aynı sebeplerle en formsuz zamanında bile Portekiz milli takımınca vaz geçilmiyor. Euro 2012’de Portekiz Ronaldo’nun kafasıyla Çek Cumhuriyeti’ni 1-0’la geçerken, Almeida her zamanki gibi iki stoperi üzerine çekmiş ve o dakikaya kadar açılamayan boşluğu, fırsatı yaratmıştı (Buraya tıklayarak golü izleyebilirsiniz). Bazen hiç topa dokunmamasına rağmen atılan gollere dolaylı yoldan etki sağlayan bir oyuncu olabiliyor.

Almeidasız Beşiktaş: 16 maçta 28 gol (1.75 ortalama)

Görülüyor ki Beşiktaş’ın Almeida olmadığı zamanlar gol atma ihtimali ciddi bir oranla düşüyor. Ayrıca Beşiktaş’ın gol atma şansı dışında, ileride Almeida’sı olmadığı zamanlar topu hücum alanında tutamam sorunları yaşadığı da bir gerçek. Hugo, hava toplarından stoperlerden bolca şarj, dirsek yemesine rağmen çoğunlukla o topları karşılıyor ve kendi kalesine çabucak geri dönmemesini sağlıyor. Hatta onun sahada olmadığı zamanlar takımın gol yeme ortalamasının da artması, Önder Özen planlamasını Pedro Franco gibi "topu pivot santrfora şişirmeden de çözüm üretecek stoper" arayışına itmişti... Bu sezonun Beşiktaş’ı her ne kadar topa hakim olmayı hedeflese de yine stoperlerinin uzun topa zorlandığı anlarda Almeida’nın varlığı önem kazanıyor.

Ayrıca bu istatistiklerde yer almayan ve Hugo Almeida’nın sonradan dahil olduğu 4 maç söz konusu. O 4 maçta Beşiktaş, Almeida’nın oyunda olmadığı zamanda 1 gole sahipken, Almeida oyuna girdikten sonra 5 gol atmış gözüküyor.

Hugo Almeida, her ne kadar bu sezon golleriyle de ön plana çıkıyor olsa da (11’de sahaya çıktığı 5 resmi maçta 6 gol) biraz arzulu ve güçlü olduğu zamanlar tabelaya direkt etki etmese bile Beşiktaş için durdurulması güç bir silaha dönüşmekte. O nedenle -ben de dahil- Beşiktaşlının hayallerindeki golcünün karşılığı olmasa bile, şu haliyle gerçekçiliğin ve rakamların ışığında bir tutam saygıyı hak ediyor.

Ramon Motta Etkisi

Bir bek neleri değiştirebilir? Beşiktaş’ın Brezilyalısı Ramon Motta, Bursaspor karşısındaki oyunu ve yakaladığı bazı istatistiki rakamlarla gösteriyor ki; çok şeyi...

20: Rakip atağı kesme

Barcelona başta olmak üzere, Juventus, Borussia Dortmund gibi oyun kalitesini üst düzeye çıkarmış bazı takımların savunma stratejileri çok farklıdır. Hatta Jürgen Klopp durumu şöyle açıklar: “Eğer siz rakibe karşı alanda basar, kalenize yaklaştırmazsanız; zaten savunma yapmanıza gerek kalmaz!” Bunun açılımı, top kaybedildiği zaman ya da rakip takım atak geliştirme eğilimindeyken, takımda geri koşmak yerine topun olduğu yere baskı yapmaktır...

Beşiktaş, Bursaspor’u çözümsüz kılarken bu yolu seçmişti. Her koşulda kendisine boş alan yaratan Batalla bile topa etkili alanda neredeyse hiç dokunamadı. Çünkü Beşiktaşlı oyuncular tüm yolları kapatmıştı. Ancak bunu sağlarken, geride hızlı bir oyuncu da barındırmanız gerek. Çünkü o baskıyı ne kadar iyi yaparsanız yapın, mutlaka o top bazen arkanıza atılacaktır. Barça, o ihtimale karşı Mascherano’yu stoper oynatmaya başlamıştı.

Beşiktaş’ta ise o sigorta görevini Hutchinson’la birlikte üstlenen adam Ramon Motta’ydı. 20 kez rakip atağı kesti Motta bu maçta, asıl çarpıcı olanı bunların 9’unun orta sahada kapılan toplar olmasıydı. Ramon, Beşiktaş’ın pres oyununda dolaylı yoldan kahramanlarından biriydi.

41/41: Pas opsiyonu yaratma

Futbol litaratüründe “topsuz oyun” denince aklıma ilk olarak savunma prensibi gelir. Ancak o topsuz oyun kabiliyeti, asıl olarak hücumlarda önemlidir. Dünya futbolunda başta İspanya olmak üzere iyi pas yapan takımların birincil özelliği, oyuncuların çok fazla hareketli oynaması, kendilerini sürekli topa göstererek arkadaşına pas atma seçeneği yaratmasıdır. Barcelona’nın bu konuda nirvanaya ulaşması, Daniel Alves transferiyle başlar. Çünkü Alves’le birlikte Barça, sadece merkezde değil, yeri geldiğinde kenarlara da açılarak topa sahip olabildi. Keza İspanya’da Euro 2012’de aynı etkiyi Jordi Alba yarattı.

Beşiktaş’ta Ramon’un 41 kez pas alanı açması ve 41’inde de topu alması, ona topu atan oyuncunun yeteneğinden çok Ramon’un “topsuz oyun” kabiliyetini gösterir. Ramon, duracağı yeri çok iyi bilerek takımını merkeze bağımlı olmaktan kurtarmıştır. Aynı şeyi Hutchinson’da Gaziantepspor’a karşı sol bek oynarken yapmıştı. Ancak Erciyesspor maçında sol bek Ersan’ın pas alma sayısı 24’dü... Artık Beşiktaş orta sahasının veya stoperlerinin, baskı yediği zaman kafasını sola çevirdiğinde görebileceği bir “sol bek”i var.

46/48: İsabetli pas atma

Ramon Motta, maçın Beşiktaş adına en fazla olumlu pas atan oyuncusu oldu. Aslında bir bek oyuncusunun bu istatistiklerde önlerde çıkması gayet olağan. Hatta ideal hücum gelişiminde, kaleciler topu evvela beklerine vererek topu oyuna sokarlar. Ancak Beşiktaş İsmail Köybaşı’ndan uzak kaldığından bu yana o tip bir bekle karşılaşmadı. Hatta geriden oyun kuran bek modelini, çok kısa zamanlarla da olsa sadece Tello’nun sol bekte oynadığı maçlarla gördü. Ramon Motta, bu açığı kapatacak gibi gözüküyor.

Beşiktaş gibi, topu hakimiyeti altına almak isteyen takımlar için beklerin orta sahanın içlerine gelip, pas alan oyunculardan oluşması çok değerli. Ramon Motta sadece çizgiye bağımlı kalmayan, kendini merkezde de topa gösteren bir bek oyuncusu. Ve topla buluştuğu zaman da ne yapacağını biliyor, öncelikli olarak dikine oynamayı hedefliyor. Derinden, önünde koşu yapan oyuncuya pas atıp, tekrar boşa hareketleniyor. Rolanti oynamaktan kaçınan ve dikine oynamayı seven bir oyuncunun 48’de 46 olumlu pasla gecenin “pas lideri” olması, oldukça çarpıcı...

Taktiksel detaylar dışında Ramon, o savaşçı yapısıyla ruhen de bir boşluğu dolduracak gibi Beşiktaş’ta. O hırsını abartıp, zaman zaman mantık şalterini indirerek kolay kart görebilecek bir izlenim sunmuş olsa da; gözünü toptan ve rakipten sakınmayan, sert oynamayı dert etmeyen oyunculardan birkaç adet lazımdır. Hele de söz konusu lig Süper Lig’se...
*İstatistiklerde matchstudy.com verileri kullanılmıştır.

Adamlar Yapmış!


Maç öncesi heyecanınız üstünüzdedir, birkaç saat sonra sahaya çıkacak olan rakip ne kadar güçlü olursa olsun umutlusunuzdur. Santraya daha çok vardır ama enerjinizi boşaltacak yer arasınız, bu sebeple takımdan kim o koridordan dışarı kafayı uzatsa kısa bir süreliğine “Messi ilgisiyle” karşılaşır. Bu, genellikle yedek kaleci olur… Rakip sahaya çıkar, yükselen şey ıslık değildir de sanki İsrafil sur’u üflemiş sanırsınız, kıyamet yakındır…

Maç başlar… İlk 5 dakikada o umutlar tazedir, 10. dakikada “yok, olmayacak galiba…” dersiniz, zaten 15 dakika dolmadan da ilk gol gelir. Sonrasının da geleceği bellidir, arada fark vardır. Finalde “neyse, adamlar yapmış abi… kemik gibi takım” der evlere dağılırsınız… Birkaç beden büyük gelen Avrupa takımları, bizlere birçok buna benzer rituel yaşatmıştır. Bu gece Bursa için o Avrupa takımı, Beşiktaş’tı…

Normalde milli maç araları formda takımlar için ritim kaybı olabiliyor. Bu tehlike Beşiktaş için de geçerliydi. Ama o arada hızlandırılmış bir Borussia Dortmund kursu geçirilmiş gibi… Maçın başından, 3-0’la girilen son 10 dakikaya kadar; rakibine ne koşu ne de pas atma fırsatı tanımayan, takım olarak önde baskılarla ve kararlı şekilde tüm kanalları kapatan, kaptığı toplarla da yine aynı kararlılıkla hücuma çıkan Beşiktaş… Bazen yapılan pas hatası bile, sanki bir sonraki perde için kurulmuş tuzak anlamı taşıyordu. Öylesine “bütün” oynayan bir takım söz konusu. Bireysel olarak kötü oynamanın çok zor olacağı bir takım oyunu…

Şu saatlerde yine takımı için gece taksiye çıktığı söylenen Atiba Hutchinson mesela. Başta Serdar Kurtuluş’un sağ bek pozisyonu olmak üzere dört farklı mevkide kademe alırken görüldü. Beşiktaş 4-5 adamla ön alan baskısı yaparken, oradan çıkan birçok topu tek başına süpürdü… Zaten bir gün “büyük takım olan” veya o hedefe yürüyen herkesin baş vuracağı o “topun kaybedildiği yerde baskı” stratejisiyle, Oğuzhan da gayet savunmacı orta saha Fernandes de… Böyle oyunculara “30-40 metre geri koş, savunma yap” demeyince enerjileri de üzerlerinde kalıyor.

Aslında o önde baskı, savunmadan daha çok bir hücum sanatıdır. Çünkü rakip atak eğilimindeyken, dengesiz şekilde topu kaybetmiş olabiliyor; tıpkı ilk gol öncesinde olduğu gibi… Bursaspor savunması ani bir atak yediği için ofsayt çizgisine dikkat edemedi. Orada Gökhan Töre’nin asist öncesi pası da mükemmel. İçe kat ettiği toplarla şut veya ara pası atarak etkili olmaya başlamıştı. Menüsüne, bu tip çaprazdaki boşluğa atılacak pasları da ekleyecek olursa; Beşiktaş’ın da milli takımın da sağ kenarı 10 yıllığına kiralanmış demektir.

Beşiktaş, bu sezon ilk 11’ine yaptığı hiçbir transferde ıskalamamış gözüküyor. Onların sonuncusu Ramon Motta… Öncelikle savunmadaki atletlik sorununu tek başına tolere edecek gibi… Takım önde bastığı zaman arkada o çabukluğuyla sigorta görevi üstleniyor. En önemlisi de ayağının düzgün olması. Attığı hiçbir top ezbere değil, derinden içe doğru pas atıp, tekrar boşa hareketleniyor. O topu hiç geri alamasa bile, önde yarattığı sayısal çoğunluk rakip savunma dengesini bozması için yeterli.

Bugün Beşiktaş için görünen tek sorun, hızlı hücumların çok basitçe heba edilmesiydi. Duran toplar olmasaydı, bu kadar üstünlüğe rağmen bir farklı skor uzun süre devam edecekti. Böylesi durumlarda 111’i arayıp Mustafa Pektemek’i daha acilinden çağrılması gerekiyor galiba… Ama lafın kısası; Bilic haklı. Bu maçta Beşiktaş, 10 üzerinden 10 olacak bir futbol oynamıştır. Ve şu dakikalarda, yaşadığı keyiften evlerinin tapusunu istesiniz hayır cevabını alamayacağınız Beşiktaşlılar için 12  puandan daha güzel bir şey vardır; 80. dakikada 3-0 önde olan Beşiktaş'ın, hala Frey'e 10 metre uzaklıkta topa basması... Oyuna giren her oyuncunun, o topa dokunmak için bir uçağı kaldıracak kadar benzin yakması...

Veli'siz ama Oğuzhan'lı

Veli Kavlak'ın olmadığı bir gün de akla ilk gelen isim Necip Uysal'dır elbette. Ama bugün Slaven Bilic'ten Oğuzhan seçimi gelebilecek gibi gözüküyor. Çünkü Beşiktaş, bu sene planını yaparken topu rakibe değil, kendisine yazıyor. Zaten Oğuzhan, bir forvet arkasından çok merkez orta sahadır. Bugünlerde nitelik olarak ikili orta sahasında hiç "defansif tarafı güçlü" oyuncu kullanmayan Arsenal de onu merkez orta saha için eğitmiş, gelecekte bugünkü Wilshere - Ramsey'in olduğu yere düşünmüştü...

Zaten Veli Kavlak'ın o riboundları, ani top kazanımları defansif hareketten çok birer hücum aksiyonuydu. Elde öyle bir silah varken kullanıp, Atiba Hutchinson'ı hücuma kırılan orta saha rolünde oynatmak mantıklı. Ama bu halde Atiba standart görevine, Oğuzhan'sa son Antep maçında olduğu gibi "asist öncesi pasların adamı" rolüne bürünebilir. Belki her zamanki kadar ön plana çıkmayabilir ama gelişen hücumların daha çok "mutfak" görevini üstlenir.
 Oğuzhan bir Veli, Necip kadar ikili mücadelede üstün çıkacak tipte bir oyuncu değil. Ama işin savunma tarafında "doğru pozisyon almayı" gayet beceriyor. Gaziantep maçında orta sahada top kazanma sayısı 10... Bunların çoğu pas arası şeklinde, kendini heba etmeden, rakibin topu nereye atacağı sezilerek kazanılan toplardı.

Beşiktaş'ta bir de artık Ramon Motta gerçeği var... Olcay'in içe koşularıyla, önünde bolca koşu atacak alan bulabilir Ramon. Ancak o koşuları görebilecek bir ayak olmadıkça, hiçbir anlamı kalmaz. Oğuzhan, Beşiktaş orta sahasında "kendini boşa çıkarna oyuncuları" görme potansiyeli en yüksek oyuncu. Hatta bazen kendini boşa çıkardığının farkında olmayan oyuncuları da görebiliyor (Erciyesspor 4. gol, Almeida)... Sonuç olarak Beşiktaş'ın Veli'nin yokluğunda yapacağı Oğuzhan seçimi, belki biraz risk gözükse de aslında stratejik ve psikolojik olarak takımı önde oynamaya teşvik edebilir.

***

Ramon Motta demişken, Önder Özen'in bir dönemler "1'e alıp, 2'ye satılacak sol bek" projesine çok yakın bir isim vardı: Ali Adnan... Şu sıralar, herkesin baktığı sıralar kendisini "görüp, alan" Rizespor'un formasını giymekte ve çılgınca işler yapmakta...

Futbol Burada'dan: "Gareth Bale Bir Zamanlar Ali Adnan'dı"


Nöbetçi Sol Bek: Ramon Motta

Bugün Tekirdağ’da iki solak sahaya çıktı. Biri İsmail… Sakatlıktan önce müthiş bir gelişim ivmesi gösteren, hasta hasta Dinamo Kiev maçında ortaya koyduğu mücadeleden, enerjiden öksürük krizine giren, Stoke City gibi bir takıma karşı bile ters kademlerde aman vermeyen, eksik görülen savunmasını hücumdaki gücünün bile ötesine geçirmeye başlayan, hatta milli maçta yine o müthiş ters kademelerden birini yaparken sakatlanan ve bugüne kadar dönemeyen ‘bizim İsmail’
Diğeri ise, her şeyden önce “ben futbolcuyum!” dese peşinen inandıracak, kolaylıkla lisans çıkartacak bir isme sahip olan Ramon de Morais Motta… Önder Özen projesi dâhilinde “İsmail Köybaşı kendini tekrar bulana kadar” sol bekteki nöbeti devralacak Brezilyalı. Beşiktaş’ın eksik kalan en büyük parçası da böylelikle doldurulmuş oldu. Kimine göre o boşluk, daha net ve uzun vadeli düşünülecek bir isimle doldurulmalıydı. Ben ise Önder Özen gibi İsmail’i planda tutan ve kıyamayan taraftayım. Oraya bonservis verilerek yapılacak uzun vadeli bir transfer, hepten “İsmail, artık senden bir şey olmaz” mesajı içerirdi. Geçtiğimiz sezon tam dönecekken tekrar sakatlanan, psikolojik olarak ağır darbe yiyen İsmail, bunu kaldıramaya bilir o “kesin dönüş” için yeterince konsantre olamayabilirdi.

İsmail Köybaşı, bek tarımına hiç uygun olmayan topraklarımız için çok değerli bir oyuncudur. Hele de seneye 5+0+3 kuralı bozulmayacak olursa, çok daha değerlidir. O nedenle İsmail’in nasıl döneceğini görmek, ona hak ettiği bu zamanı tanımak gerekliydi. Önder Özen bunu yaptı. Ramon Motta, geçiş transferi anlamını taşıyacak. Peki, Ramon Beşiktaş’ta neleri değiştirebilir?

Taraftarın bile kademesine girer!

Brezilya futbolunu çok takip ettiğim söylenemez. O nedenle Ramon hakkında Beşiktaş’la adı geçene kadar bir fikrim yoktu. Neyse ki internet teknolojisi var. Artık sadece saçlarına ve Milan’a attığı gole tav olunan Osvaldo Nartallo için “Kempes gibi adam almış Beşiktaş!” denilen günler geride kaldı. Ramon’un youtube’da dönen videoları dışında, Andre Santos’un kendisini kesmeden önceki dönemlerden birkaç maçını bulup, 90 dakika izledim. Ve oyuncu hakkında yeterince fikrim oluştu, aktarayım.

Öncelikle işin savunma tarafına bakmak gerek. Ramon, fazlasıyla çabuk ve süratli bir oyuncu. Ve bu özelliğini çok iyi kullanıyor. Rakibiyle birebir kaldığı zaman çabukluğuna güvenerek acele hamle yapmaktan kaçınıyor ve ayakta kalmayı tercih ediyor. Hamle yaptığı zaman ise gayet kararlı ve sert müdahaleler yapmaktan kaçınmıyor. Boyunun biraz kısa olması ve yapı olarak çok güçlü bir oyuncu olmaması, ona hava toplarındaki ters kademelerde başına iş açabilir. Ancak yerdeki toplarda, sağ bekinin bile arkasını kollayacak kadar dirençli, çabuk, sezgileri yüksek… Vedat Okyar’ın tabiriyle, “gerekirse taraftarın dahi kademesine girebilecek” bir bek izlenimini sunmakta.

Beşiktaş savunması, Escude ve Serdar Kurtuluş’un da 11’e dahil olmasıyla yavaşlık sorunu çekmeye başlamıştı. Savunma hattı kurulurken, oyuncularda “yavaş-hızlı” dağılımını iyi yapmak gerekiyor. Örneğin sol stoper çabuk bir oyuncuysa, sol bekin yavaşlık eksiğini kapatabilir. Geçen sezon Galatasaray’daki Danny-Rieira ikilisi bu bağlamda iyi bir örnek. Aynı şey, “çabuk sol bek, yavaş stoper” için de geçerli. Beşiktaş’ın sol stoperinde bu sezon Escude veya Franco oynayacak. İkisi de hızlanma problemi çeken oyuncular. O nedenle Ramon Motta’nın bekteki varlığı değerli… Çünkü izlediğim kadarıyla Ramon, maçı sürekli yaşayan, konsantrasyonunu kaybetmeyen ve alması gereken kademelere çabuk uyanan bir oyuncu. Bunu Santos – Flamengo maçından birkaç kareyle açıklayalım…

Bekte Ramon, hücumda Motta

İşin hücum tarafında da klasik bir Brezilyalı bek görmekteyiz. Zira Brezilya’da artık düğünde bile 4-2-2-2 oynandığından (Şifo Mehmet’ten esinlenilmiştir), bek demek aynı zamanda kanat da demek oluyor. Ramon Motta da o alanda gidiş-gelişleriyle iki kişilik performans sunanlardan. Bekte Ramon, hücumda Motta… Teknik, top sürme, pas & orta hakimiyeti mükemmel değil, ama kötü de değil. Ama mükemmel olan bir şeyi var ki o da koşu atacağı yerleri çok iyi bilmesi. İbrahim Üzülmez’in ezbere koşuları vardır mesela, topu verip hiç arkasına bakmadan, o pasın tekrar kendisine gelip, gelemeyeceğini düşünmeden giderdi…

Ramon Motta öyle değil. Rakip defansın açık bıraktığı alanlara, rahatlıkla pas alabileceği pozisyonlara yöneliyor. Bu da hücum çıkışlarında rakip savunmanın dengesini bozan bir etken olacaktır. Hele de sol önde Kerim Frei oynayacak olursa, oyunun içinde çok daha fazla gözükebilir. Zira Kerim, içe kat edip bekine zaman kazandıracak ve o koşu geldiğinde topu önüne bırakabilecek bir oyuncu. Gerçi Olcay da o konuda gayet iyi. Ramon topla buluştuğunda ise, derinden orta yaptığı zaman çok daha etkili gibi. Savunmayla, kaleci arasına topu indirmede başarılı…

Beşiktaş’ın acil tarafından bir sol beke ihtiyacı vardı. O nedenle orta karar bir bek bile birçok şeyi değiştirebilirdi. Ramon Motta o orta kararın bir iki tık üstü görünüyor. Özellikle o çabukluğu, takımda eksik olan bir şeydi. Henüz 25 yaşında olması, kendisini ispat çabasını birlikte getiriyor. O yüzden bir yıllık anlaşma onun performansını düşürmeyecektir. Zaten karakter olarak öyle bir izlenim vermedi, Brezilya Ligi uzmanı Alper Öcal da daha önce kaleme aldığı yazıda kişilik olarak “pes etmez” bir karakterden bahsetmişti. Memleketinde ona “Savaşçı” lakabı da boşa takılmamıştır herhalde. Beşiktaş’ın solu, tekrardan bir deliye kavulmuş gibi gözüküyor…

Okan Aydın

Yakın zaman önce Almanya’da genç bir jenerasyon söz konusuydu hatırlarsanız. Süper Lig’e koysanız, yabancı sınırlamasına takılmayacak kadar Türk oyuncu barındıran… Emre Can’ın en parlak potansiyel olarak dikkat çektiği takımda, golcü Samed Yeşil ve kanatlarda oynayan Okan Aydın da kalite olarak sivriliyordu. Ancak Okan Aydın, içerindeki “en Türk Alman’dı” oyun tarzı açısından. Çok yetenekli olsa da takım disiplininden kopabilen, takımı tempoyu düşürmüş olsa bile topu yakaladığı zaman direkt kaleye giden bir oyuncuydu. Ve bir gün yolunun Türk Milli Takımına ve hatta Süper Lig’e düşeceği aşikârdı…
Bu, aslında onu değersizleştiren bir şey değil. Bilakis, zaten genellikle bireysel ayaklara bakılan milli takımlarımızda da ligimizde de böyle oyuncuların varlığı daha önemli. O nedenle Okan Aydın’ı kadrosuna katan Eskişehirspor değerli bir yatırım yaptı, en az Erkan Zengin kadar. Hatta yakın gelecekte değerini fazlasıyla bulan Erkan Zengin’i 6-7 milyon Euro’ya çevirme hakkı kazanıldı…

Okan Aydın, her iki kanatta da oynayabilen ve topla müthiş şekilde kat edebilen bir oyuncu. Bir takımı tek başına hareketlendirip, karşı yarı sahaya taşıyacak nitelikte… Akdeniz Oyunları’nda final oynayan U19 Milli Takımı’nda da fazlasıyla parıldamıştı bu sebeple. Ancak onun asıl güzelliği, içe kat ettiği topları kaleye müthiş şekilde şutlaması. Klasik Mirolav Stoch, Belçikalı ve Napolili Mertens, ve yine bir başka Napolili Insigne kıvamında, direkt tabelaya etki eden, ayağına ters tarafta oynatılması daha makbul olan kanat oyuncusu…

Sonuç olarak, bu sezon bir gözünüz de Eskişehirspor’un maçlarında olsun derim...

Bugünün Jokeri, Yarının Yıldızı: Kerim Frei

Brezilya basına göre, en son Flamengo formasını giyen sol bek Ramon, bu satırlar yazılırken bavulunu hazırlamaya başlamış hatta dayıdan, amcadan uzun yol harçlıklarını toplamış ve Beşiktaş’la imzalamak üzere yola çıkmış durumda. Bu hamle, sadece birkaç saat önce tüm haber kaynaklarınca “bitti” denilen Kerim Frei transferini daha da değerli kılıyor. Çünkü Ramon; Sivok, Escude (Franco), Hutchinson, Fernandes ve Almeida’dan sonra Beşiktaş’ın ideal 11’i için 6. yabancı demek olacak. Haliyle her iki kanada da A planında yerli oyuncu yazılmak durumunda.

Beşiktaş’ta Olcay ve Gökhan Töre’yi yedekleyecek, hatta top taşıma ve oyunu genişletme açısından tek ideal kanat olan Gökhan Töre’nin üzerindeki ağır yükü alacak bir oyuncu eksikliği söz konusuydu. Ayrıca onları yedekleyecek oyuncunun hem  ideal 11’deki dengeyi bozmaması hem de yeni kural sebebiyle kulübede oturabilmesi için yerli statüsünde olması kaçınılmazdı. Kerim Frei, her iki kanadın da direkt adamı, hatta aslen “forvet arkası”… Sırf bu joker haliyle bile, yukarıdaki sorulardan ilki için “mükemmel cevap” kıvamında. Peki ya işin “yetenek” kısmı?

Hem akışkan, hem topa basan

Öncelikle şunu söylemek gerekir; Beşiktaş için alınabilir yerli oyuncular havuzunda bu mevkide Kerim Frei’dan daha ideali yoktu. Aslında takıma uyum sağlayarak çok parlak performans sergilemediği U20 Dünya Kupası’nda bile bunu kanıtlamıştı, özellikle 20 dakikalık Kolombiya maçında. O maçta 70. dakikaya kadar oldukça çözümsüz kalan, bırakın pozisyon bulmayı, kaleye yaklaşmaya bile mecali olmayan takıma dahil olmuş ve epey hareket katmıştı. Turnuvadaki izlenimler pek ölçü değil elbette. O nedenle Fulham’da süre aldığı bazı maçları edinip, izledim. Özellikle 11’de şans bulup 83 dakika sahada kaldığı Swansea maçı bana epey ipuçları verdi, paylaşayım…

Sahada rastladığınızda acilen 155 aramanız gereken bazı tehlikeli oyuncular vardır. Onlardan bazıları, topu ayağına yapıştırarak dripling yapanlar… Kerim Frei da o çılgın gruba dahil olmakta. Özellikle önünde boş alan bulursa hiç affetmiyor. Ancak, topa o kadar hükmeden bir oyuncu olmasına rağmen rakipleriyle 1’e 1 kaldığında başarılı çalım ortalaması düşük gibi… Bazen o zorlamalar top kaybına ve ters zamanda, rakip atağa dönüşebilmekte. Bu, belki de Kerim’in en büyük eksi tarafı. Ancak topu rakibinin üzerine değil de cepheye doğru, boş alana sürdüğünde oldukça tahmin edilmesi güç oyuncuya dönüşüyor. Rakip savunmanın blok halde odağı üzerindeyken, araya veya kanatlara nefis toplar bırakabiliyor. Tabi bu zamanı kazanması ve içeri kat ettiğinde o topun sağ ayağında olması için, sol kanat pozisyonunda rol alması gerekmekte. Zaten onun en ideal mevkisi de orası gibi…

Kerim Frei’ın asıl güzel tarafı, topla akışkan bir oluşu kadar gerekli zamanda da frene basıp, takımına nefes aldırması. Topla hızlanmışken, yeterli desteği alamadığını görünce birden durup, boş arkadaşına pas atıyor ve tekrar o topu almak için koşu atıp, arkadaşına pas opsiyonu yaratıyor. Onun bu gerekli zamanda frene basma ve hareketli pas oyununa yakın tarafı, Bilic’in son model Beşiktaş’ına oldukça uyum sağlayacak nitelikte. Ve hatta Olcay Şahan’dan bu konuda epey önde gözüküyor.

Ani pres ve top hırsızlığı

Yine Bilic’in, tıpkı lise sıralarındaki en önde hatta öğretmen masasının dahi önünde oturan disiplinli ve çalışkan, ancak sadece sınav günleri tercih edilebilecek arkadaş olan öğrenciyi andıran Beşiktaş’ı için bir diğer güzel tarafı daha vardır Kerim’in: Topsuz oyundaki savunması. Takımı alan savunmasına geçtiğinde mutlaka bekinin önündeki yerini alıyor. Elbette top kapma becerisi böyle durumlarda çok fazla ortaya çıkmamakta. Ancak sadece orada sayılsal çoğunluğu yaratması bile takım savunmaları için “çok şey” demektir… Kerim’in gizli olan “top hırsızlığı” ise ani presleriyle ortaya çıkmakta. Bu konuda sezgileri oldukça yüksek bir oyuncu… Birkaç perde sonrasını düşünerek, aniden bir topa basıp ölü atağı canlandırabilir. Bahsi geçen Fulham – Swansea maçında öyle bir pozisyon yaşandı, daha yeni santra yapılmışken. Resimlerle anlatalım…



Kerim’in bu savunma özelliği de Olcay’da pek olmayan bir şey. Hatta Olcay’ın olmadık zamanda ortaya çıkan o sihirli golcülük özelliği, Kerim’e nazaran tek artısı gibi gözüküyor. Hal böyleyken alternatif olarak adım attığı Beşiktaş’ta sol taraftaki formayı sırtına geçirirse pek de sürpriz olmayacaktır. Ancak Olcay Şahan’sız bir Beşiktaş daha zor skor değiştiren bir takıma dönme riski göze alınmayacaksa bile, Kerim Frei kulübedeki varlığıyla da büyük güç. Kenardan gelen oyuncu her şeyiyle takımı hareketlendirecek özelliklere sahipse, skor ne olursa olsun mutlaka değiştireceği bir şeyleri olur…

Her mükemmel oyuncu, mükemmel transfer demek değildir. Zira bazen mükemmel olmayan oyuncular, takımdaki duruma göre mükemmel transfer kabul edilebilir. Kerim Frei, bugün ve yarın için mükemmele yakın bir hamle oldu Beşiktaş adına. Hele de 1 ayda Gökhan Töre’ye değen Bilic eli ve Önder Özen’in Milan Lab gibi uzun vadeli oyuncu geliştirme projeleri gözetilirse… 1993 doğumlu, İsviçre alt yapısı almış, Premier Lig görmüş bir yerli oyuncu. Eksileri elbette var ama artıları bugünden bile tartıda ağır basmakta. Beşiktaşlının umutlu olmaması için bir nedeni yok. Hele de kadroda potansiyellerinin ucu açık genç ve yerli oyuncu sayısı artarken…

114. Yıl Takımı

İkinci yarının ortalarıydı. Gökhan Töre, sol tarafta o çok sevdiği boş alanlardan birini yakalamıştı. Ancak kendisine destek verecek Beşiktaşlılar epey uzakta görünüyordu. Normal şartlarda Kabataş’ta topla buluşsa, Sarıyer’deki kaleye bile topla gitmek isteyecek ruh haline, alışkanlığına sahipti Gökhan. Ama topa basmayı tercih edecekti… Durdu, sağ bek Serdar’a verdi, serdar stoperlerine… Karşısında gerçekçi bir hücum imkanı olmadığında topa, hatta daha doğru tabirle “ayağını yere basan” bir takıma dönüşmüştü Beşiktaş. O sahne, bunun en büyük kanıtıydı…

O nedenle Almeida’nın attığı ilk gol, Beşiktaş için skor olarak öne geçmekten çok daha fazlasıydı. Beraberlikleri bozacak her Beşiktaş golü de bu anlamı taşıyacak… İlk golle maçın ışıklarını hafif hafif söndürdü, penaltıdan kazanılan golle ise şalteri indirdi Beşiktaş; maçın temposunu değil süresini ayarladı resmen. Dakika 55, 60’lardayken Gaziantepspor bu maçı kaybettiğini kabul etti. Hatta belki daha da erken… Elbette maçların zorluk derecesi arttıkça bu formülün tutmadığı anları da görebiliriz. Ama ortada bir formül, sistem, oyun aklı var Beşiktaş adına. Zamanla daha iyiye gidebilecek bir felsefe…

Sol bekte de “üç” Atiba…
Caddede top oynayan çocukların maçına dalan heyecanlı, kösele ayakkabılı ağabeylerden mutlaka gözünüze takılan olmuştur. Atiba Hutchinson, onların sahaya inmiş hali… Trömsö maçının ikinci yarısında olduğu gibi sol bek oynadı, ama topu kazandıktan sonra yine bildiğimiz Atiba’ydı. Sol bek olarak topu kapıyor, sonra sol iç orta saha oluyor, hatta sol forvet… Atılan ilk golde hepsinden oldu mesela. Beşiktaş onu alarak transfer yapmamış, resmen yerde yatan okeyi çekmiş, ıskartasına koymuş. Artık hangi pere lazım olursa…
Ancak sol bek mevkisi üstüne sinmemeli, zira oraya net bir transfer ihtiyacı söz konusu. Atiba’nın o goldeki hücum desteği, iyi bir sol bekin nasıl renk katacağına işaret. Çünkü Beşiktaş tıpkı 100. yıl takımında olduğu gibi sağlam duruyor ama ağır hücum ediyor. Ağır hücum eden takımlar, beklerine fazlasıyla zaman kazandırır. Geriden destek verecek olan bek, ayağı ve oyun zekası düzgünse fazlasıyla fark yaratır. Bir dönem Fenerbahçe’de Andre Santos’un yaptığı gibi. Belki tempolu takımlarda nefesi yetmezdi ama Fenerbahçe’nin paslı, kontrollü hücumları onu da oyunun içine atıyordu.
Haber ile ilgili metin girin!.
Ribaund kralı Veli
Gökhan Töre’den sonra Oğuzhan’ın da 11’e yazılması, Beşiktaş’ın tüm kartlarını açık oynaması demek. Çünkü kenardan çok fazla hamle şansı kalmıyor bu gibi durumlarda. Olası sol bek transferiyle Atiba Hutchinson’ın orta sahaya kaydırılması, Oğuzhan’ı tekrar kulübe silahı konuma itecektir. Bana göre bir an önce futbola da kazandırılması gereken “ribaund istatistiklerinde” Veli’nin ciddi bir fark yaratışı var. Orta sahada dönen topları alıp, ölen atakları canlandırıyor. Zaten asla unutulmaması gereken bir felsefe vardır; hücum etmek istiyorsan, önce o topu bir şekilde geri kazanmalısın…

Artık o müthiş hızını savunma için de kullanan (kendi ceza sahası içersinde, topla rakip arasına girişi vardı, muhteşemdi) Gökhan Töre, ciddi bir boyut atlamış durumda. Olcay Şahan’ın 1 yılda yapamadığı savunma desteğini sağlıyor, o topla delici işlerinin dışında… Zaten Olcay’da hafif bir Ahmed Hassan sendromu başladı. Yavaş hücum eden takıma pek ayak uyduramamış gözüküyor, zira maçın en telaşlı hamlelerini onda rastlıyoruz. Ama ortada fol, yumurta yokken, hatta bir köşede sağ beki kesseler kimsenin ruhu duymayacak ortamdayken çıkıp gol atabiliyor. Bu da onu vazgeçilmez kılmakta…

Klasik bir hava topu pozisyonunda, sırtına dirseği yemesine rağmen yine de topu indirmeyi başardı Almeida ve o top, pozisyona dönüştü. Attığı iki golden de öte dikkat çeken bir şey. Biraz kendini maça verdiği zaman, ortaya çok saygı duyulacak performanslar çıkarabiliyor. İnsan ister itemez o, oyunun daha fazla içinde gözükecek, topu hafif kenara çekip köşeyi bulacak bir santrfor hayalini rafa kaldırıyor. Derken yine arka adalenin çekmesi ve yine kritik bir derbi maçını kaçırma ihtimali… Nasıl olacak bu işler…
Muhammed Demirci’nin barajın üstünden direğin içini görmesi, hiç şaşırtıcı değildi. Zaten Gökhan Töre’nin savunma performansı gibi “şaşırtıcı bir şey” ortaya koyduğu zaman, çok başka bir oyuncu olacak…

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com