Dany’nin Prospektüsü




Evet, Beşiktaş tekrar tekrar sıralayarak can sıkmak istemediğim birçok derde rağmen, hala Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılma şansını sürdürmesi büyük iş. Ve yine evet; onca eksikle gidilen, kendisinden çok daha güçlü bireysel silahları olan büyüklerin de (Fenerbahçe, Galatasaray) puan kaybettiği deplasmandan çıkamamak normal. Çoktandır verilen takım fotoğrafını da bir mağlubiyetle yok saymak olmaz. Öncelikle söze böyle girmek gerek. Kaynak: Vicdan ajansı

Ancak, geleceğe umutla bakmak için önce göz önündeki gerçekleri görmek gerekir. Hele de bu maçla daha da kesinleşen, bazı klasik futbol kurallarını benimsemek… Onlardan biri “Dany ve stoperlik” meselesi. Aslında bir oyuncuya zaten yeterince yüklenen varken, yangına benzin atmak pek hoşlandığım şey değil. Amma velakin Dany’nin son golde yaptığı şeyin, aslında bir “hata” olmaması; işin acı tarafı. Çünkü hata olsa, “olur öyle şerler” der geçersin. Ama o hatadan ziyade, zaten Dany’nin oyun stili. Yani kutusunun içinden prospektüsü çıksa, yan etkileri bölümünde “bazı hava topları sonrasında kalbimizde aşırı çarpıntıya yol açabilir” yazılı olurdu.

Sıradan bir hava topunda bile, faul yapmadan alma ihtimali olmayan; hatta etrafında kimse yokken dahi sıçrayıp aldığı hava toplarını saçma sapan yerlere indiren bir stoper, başka hiçbir özelliğine bakılmadan uzak durulmalıydı. Ama Beşiktaş, onun çabukluğuna tav oldu. Geçenlerde FourFourTwo’da stoper dosyası yaptık. Orada “stoper modelleri” diye bir konu yazmıştım. Hız ve çabukluğuyla öne çıkan stoperleri bir model olarak değerlendirmedik, çünkü öyle bir model yok. Dünyada da yok. Stoper için hız, en fazla bir “yan özellik” olur. Zamanında yine çabuk stoper fetişizmiyle yapılan, Ümit Bozkurt’lu, Erman Güraçar’lı takıma karşı Leeds United alman kale oynamıştı. (*Alman kale: Mahalle futbolunda çift kale maç yapacak kadar adam bulunamadığında baş vurulan, orta yapmaya ve top yere düşmeden artistik şut atmaya dayalı bir oyun)

Bir diğer futbol kuralı ise, sahaya çift forvet atmanın size bol pozisyonla geri dönüş yapacağının kesin olmaması. Hele de onlar, Pektemek ve Almeida gibi birbirilerinin alanına girme, sahada iyi dağılım yapamayacak tipte oyuncularsa. “Tamamlayıcı” işini çok daha iyi yapan Olcay (o da bitik ama elde seçenek yok) böylesi maçlarda ikinci forvet ya da forvet arkası rolünü üstlenip, sol çizgide daha iyi adam geçme özelliği olan Frei ya da en kötü Boral seçeneklerine gidilebilirdi.

Bununla birlikte Pektemek’in en alevli pozisyonda bile “Gol olur” hissini verememesi ve bir santrfor için temel kural olan son pas veya şut tercihlerinde genellikle yanlış seçeneği işaretlemesi; Almeida’nın da kalenin biraz uzağında topla buluştuğu zaman “Hiçbir şey olmaz” hissini çok net şekilde vermesi, Beşiktaş’ın gelecek sezonki kadro planında daha bir ekmeğini taştan çıkaran, “vurucu santrfor” ihtiyacını en başa yazma sebebi. Gerçi İngilizler zaten o bölgede oynayacak adama direkt vurucu diyor, bundan daha iyi tanım olamaz.

Sakatlığına ve kadroda net olarak ihtiyaç olmamasına rağmen alınan, daha sonra kadroda kendisinden daha gereksiz adamlar olmasına rağmen kiralanan, kontratında “bize karşı oynayamaz” maddesi konulmayan adamdan galibiyet golünü yiyip, kendisi farklı bir sevinç yaparken klasik taklalı sevincini sahaya giren kankasının yapması; ancak bir Beşiktaş maçı finalinde izleyebileceğimiz şeylerdi.

Demba Ba!



Gökhan Töre'siz Kazanma Planı



Beşiktaş kongre arifesindeydi. Yönetimin kim olacağı net olarak belli olmayınca, haliyle imzası kurumamış olan Önder Özen’in de hareket alanı kısıtlanmıştı. Yine de bir transferde inisiyatif alacaktı. Kendisine göre o isim, seçimden nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, Beşiktaş’ın gelecek sezon hayır dememesi gereken bir oyuncuydu: Gökhan Töre. Aslında onun için kullandığı tabir, birçok şeyi de anlatıyordu: “Problem çözme kabiliyeti gelişmiş oyuncu.”

Gökhan Töre, Ümit Milli Takım’daki daha ilk maçlarında bile Türk statüsünde oynayacak oyuncular arasında çok farklı yerde kalacağını hissettirmişti. Fiziği, top tekniği, koordinasyonu… Aslında sadece “delici” değil aynı zamanda “yaratıcı” özelliklere de sahip bir kanat oyuncusu. Bu sezon

Beşiktaş’ta yaptığı asistleri ve çalım sayısının ötesinde; ters kanada attığı uzun toplarla, merkeze yaklaşıp pas çemberine katılmasıyla da çoğu kez denge bozdu. Bazı oyuncular, çok kötü bir maç çıkarıyor olmasına rağmen sadece sahadaki varlıklarıyla bile tehdit unsuru olabiliyorlar. O yüzden tahtaya tebeşir bitmeden, en başta yazılırlar. Gökhan Töre, onlardan biri… Ancak sakatlığı sebebiyle onu Beşiktaş 11’ine yazmak uzun bir müddet mümkün olmayacak. Alternatifleri de onun kadar “problem çözme kabiliyeti gelişmiş” oyuncular değil. O yüzden Beşiktaş’ın hücum hattı onsuz takım olarak problem çözebilen bir hale bürünmeli.

Slaven Bilic, çoğu zaman Holosko’yu Gökhan Töre’nin alternatifi olarak görmekte. Ve belki de düştüğü en büyük yanılgılardan biri bu… Çünkü Holosko tipindeki, adam eksiltme özelliği olmayan (bir zamanlar hızıyla yapabiliyordu) ancak gol bölgesi koşularıyla santrforu ikileyen kenar forvetlerin anlamı olabilmesi için, ters kanattaki oyuncunun en kısa anlatımla biraz Yusuf Şimşek olması lazım. Aksi halde iki tarafta da “üreten” birileri olmayınca, fazlasıyla merkeze bağımlı kalıyorsun. Oysa Galatasaray gibi bolca yaratıcı orta sahalara sahip takım bile merkeze bağımlı kaldığı zaman çözümsüzlüğe düşebiliyor.

Kerim Frei, topla yetenekler konusunda Gökhan’a en yakın oyuncu. Ancak şu anki hali, o yeteneklerini sonuca yansıtması için pek yeterli gözükmüyor. Pas, şut tuşunu çözememiş ama top sürme işinde başarılı olan bir PlayStation oyuncusu tarafından yönetiliyor gibi. Ayrıca onun etkili olduğu yer, sol kanat. Çünkü topla içeri kat etmekten daha fazla haz alıyor, dışa çalımlara nazaran içe çalımları daha çok başarıyor. Bu durumda Olcay Şahan’ı sağ tarafa atmak gerekiyor ki, kısmen aynı dertler onun için de geçerli.

Galiba Olcay Şahan, zaten Gökhan Töre’siz her ideal dizilişte sol kanattaki yerinden olacak. Çünkü, kağıt üzerinde en güçlü seçene olan Uğur Boral da bir sol kanat oyuncusu. Bu durumda, Olcay Şahan forvet arkası rolüne bürünebilir ki o pozisyon, son zamanlarda düşen formunu törpüleyebilir. Orada, kanattaki haline nazaran topla daha az driplinge ihtiyaç duyacaktır. Aynı zamanda ceza sahası içerisinde çok daha sık görünebilir. Hatırlanacağı üzere, yine bütün yaratıcı oyuncularından mahrum kalan Slaven Bilic, Elazığspor maçında benzer bir sistemle sahaya çıkmış ve takım 4 gol atmıştı. Ondan farklı olarak Oğuzhan’ı o gün sahada olan Holosko’nun yerine sağ kanada yazmak gerek. Zaten yanında Atiba’yı bulan Veli, hemen her maç “asist öncesi pasın” tanımını yapıyor.

Senle Ne De Sensiz




O altın yılları daha net hatırlayanlar, Ali Gültiken için şunu söylerler: “Valla ne yaptığını pek anlamıyorduk ama çıkıp golünü atıyordu!” Beşiktaş’ta modern zamanın Ali Gültiken’i Olcay Şahan için de aynı şeyler söylenebilir. “Anlayamazsınız” dediği 87 dakika vardır, ama geriye kalan üç beş dakikada yaptığı direkt sonuca yönelik işlerle bir şekilde maçı getirir.

Oyun içinde çok fazla gözükmemesinin nedeni, topla yeteneklerinin üst düzey olmaması. Dripling yapmayı, adam eksiltmeyi pek beceremez ve sınırının farkında olarak oynar. Tek pas, tek vuruş, topsuz koşu… Eğer ki sahadaki oyun, ondan daha fazla beklentiler yaratacak şekilde gelişirse; Olcay çekilmez bir adama dönüşüyor. Ancak ne var ki, yine de vaz geçilmez.

Çünkü Beşiktaş’ın 9 numaraları, tek başına ekmeğini taştan çıkarıp, skor yapacak kadar golcü değil. Sol kenardaki delici adam Töre, ilk gollerini Beşiktaş’la attı. Orta sahadakiler de genellikle gol bölgesinden uzak kalıyor. Haliyle, yine Beşiktaş’ta gole en yakın adam, aynı zamanda sahada en formsuz gözüken adamı oluyor: Olcay Şahan.


Beşiktaş’ın yakın tarihinde “hiç sol forvet oynatılmamış en iyi sol forveti” Matias Delgado, bir Rizespor maçında bu golü atmıştı. Çalım, topla içeri kat etme, verkaç ve kusursuz bir gol vuruşu… 

Olcay’da bu senaryonun sadece son kısmı var: Al, ver, şut. Zaten attığı gollere bakılacak olunursa; bütün gollerinin tek vuruş ya da kontrol sonrası şutla geldiği fark edilir. Savunmasında açık veren takımlara karşı bunu çok iyi yapıyor. Ancak moda tabirle otobüsü kale önüne parkeden, kapalı savunma yapan takımlara karşı Olcay kayboluyor.

Kaybolmaması için yapacağı bir şey yok, yetenekleri o kadar. Ancak etrafındaki oyuncular, onu tekrar hayata döndürebilir. Oğuzhan Özyakup ve bugün santrforda oynaması beklenen, en kötü gününde bile “oyuna katkısı olan santrfor” tabirine karşılık veren Pektemek; kısa paslı ve çabuk oyunuyla Olcay’ı yeniden online moduna alabilir. Galiba yine savunmada güçlü şekilde ayakta kalacak ve atacağı bir gole bakacak olan Beşiktaş’ın en büyük gol şansı bu…

Kartpostal Gibi Gol





Normalde tribüne atılan forma geri gelmez, içerisinde bir futbolcu olup olmadığına bakılmadan. Zaten o an Ersan’la kucaklaşan Beşiktaşlının onu geri vermeye pek niyeti yoktu. Galiba son anda Sivok’un sakatlığı, Dany’nin sakarlığı akla geldi; haftaya da lazımdı!

Nasıl güzel ve haklı bir sevinçtir… Öyle bir hava vardı ki hem ıslatan hem de üşüten. En candan sevgiliyle bile bir sonraki pazara plan yaptıran. Hele de buluşma yeri İstanbul’da ufak çapta kasırganın görüldüğü tek mekânsa, aşktan çok daha fazlası gerekliydi. Beşiktaşlının ayrımı olmaz, ama dün akşam çamura bulanacak formayı yalnız bırakmayan Beşiktaşlı, çok güzel Beşiktaşlıydı. Nasıl ki kimi gol sonrasında, asist yapan oyuncuya “Bu gol senin!” dercesine koşulur ya… Ersan da öyle yaptı, en çok hak edene koştu.

Aslında gol de hak edenin sahibini bulmuştu. Ersan, zamanı epey geriye almış. Trabzonspor’a karşı oynadığı bir kupa maçında, takımı galipken ve son dakikalar oynanırken, hala daha önde pres yaparak sakatlandığı o anın öncesine… Üst üste yaşadığı ağır sakatlığın getirdiği ürkeklik, artık pek gözükmüyor. Yine topla birlikte çıkmak isteyen, gözünü sakınmadan müdahaleler yapan, hep daha fazlasını isteyen Ersan, geri dönmüş. Hoş gelmiş. Franco’yla da çok güzel ikili olmuş. Biri aklını, diğeri enerjisini koyuyor birbirlerini tamamlıyorlar; Tango ve Cash gibi…
Zaten Beşiktaş’ın son haftalardaki en büyük farkı, savunmada çok güçlü durması. Bırakın pozisyon vermeyi, neredeyse bir aydır Beşiktaş ceza sahasının içine girmek yasak. Hal böyle olunca, bir atıp kazanıyorsun. Dün akşam olduğu gibi… Aslında geçen haftaya nazaran tek fark buydu. Elbette Gökhan Töre, Oğuzhan gibi yaratıcı ayaklar eklenince, daha galibiyete yakın duran, daha efektif oynayan bir takım vardı. Özellikle de rüzgar arkasından eserken. Ama gol yine “oluruna” bırakılmıştı. Geçen hafta aynı dakikalarda Uğur içeri atamadı ama Ersan başardı.

Takımın iyi yaptığı ve iyi yapamadığı şeyler aynı, sene sonuna kadar da böyle devam edecek. Bu kadar çaba sarf eden, Önder Özen’in tabiriyle forması sıkıldığında yerlerde ufak göletler oluşturacak takım, hele de adında Beşiktaş yazıyorsa; daha ferah dakikalarda ikiyi, üçü atıp çoktan maçı koparması lazım. Ama olmuyor. Nedeni hücumdaki kalite eksikliği… Artık seneye kısmet.

Bugün Slaven Bilic en hareketli, en istekli ve maç sonu demeciyle en “Beşiktaşlı” maçını oynadı. Kazanmayı en çok o arzuladı. Oyuna müdahalede pasif kalmadı ki bu en çok eleştirilen noktasıydı. Hatta müdahale biraz fazla kaçtı. Oyundan düşen Şişmanoğlu’nu bir başka santrforla değiştirmek (Pektemek) makuldü ama üzerine Holosko’nun da bir orta sahayla değişmesi, biraz erkendi. Takımın ritmi bozuldu, dönen toplar Eskişehir’de kalmaya başladı, orta sahada daha eksik kalındı. 
Ama Kerim Frei’in girişiyle, o toplar ceza sahası çevresinde etkili oldu. Topla koordinasyonu çok iyi ve takımının hücumda dağılması için zaman kazandırıyor, Olcay’da olmayan şey… Bir de o golü getiren faulü kazandıran adam vardı tabi, parantez değil paragraf açmak gerek.

Pektemek – Holosko hamlesinden sonra orta sahanın tüm yükü üstünde kalmıştı, maçta da her zamanki gibi kilometre yakma şampiyonuydu. Ama sanki o dakikada bir enerji gömüsü bulmuştu da ısrarla topa hakim olacak takati bulup, faulü kazandırdı: Veli Kavlak! “Askerleriyiz” mottosuna sarılacak kadar onu tutmayanlar bile, eminim ki pazartesi erkenden en yakın Veli Kavlak Şubesi’ne giderek, tecili bozdurup askerlik işlemlerine başlayacaktır. Ben öyle yaptım!

Beşiktaş 1-0 Eskişehirspor
9 Mart 2014




Aynı Baggio'suz İtalya





Beşiktaş, “evi olmayan evinde” 11 puan kaybetti. Hemen hepsi de birbirine yakın sebeplerden. Üretememek, üretilir gibi gözükse de bitirememek… Evet, bu sezon herhangi bir evi olmaması, Beşiktaş için güçlü bir bahane. Ama evinde oynarken de uzun zamandır rakiplerini bayıltan, daha soyunma odasından çıkarken korkutan bir takımdan uzaktı. Şampiyon olduğu sezonda bile iç saha performansı, 10 puan fark attığı Fenerbahçe’yle aynıydı, yine 10 puan fark attığı Galatasaray’dan bir beraberlik eksik…

Balıkçı Mehmet’e selam eden, ellerinden öpen Rasim Kara’nın takımı, iç sahanın en iyi Beşiktaş’ıydı. Şifo Mehmet, Amokachi, Sergen, Ertuğrul, Oktay… Hatta kenardan gelen, bir maçta yaptığı ortayla Sergen’in bütün tribünlerce duyulacak haykırışını sağlayan (“Senin yapacağın ortayı …!”) rüzgârın oğlu Sertan… Averaj farkıyla ikinci olan takımsa, Lucescu’nun 100’üncü yıl çocukları. İlhan Mansız, Ahmet Dursun, Pancu, Tümer, Sergen, Pascal Nouma… Galiba yazının ana fikri için yeterince spoiler verdik değil mi?

Slaven Bilic, Antalyaspor karşısında elindeki yaratıcı oyunculardan mahrum kalmış ve tek plan üzerinden gidebilecek bir seçim yapmıştı. Güçlü orta sahayla birlikte baskı yapıp, rakip çıkmaya teşebbüs ederken kapılacak toplarla fırsat yakalamak. Yetenek eksikliğini güçle, enerjiyle törpülemek… Holosko seçimi de bu yüzdendi, zira geçen sezon bu tip kaos maçlarında bir şekilde aradan sıyrılıp, golünü atıyordu. Bilic için haklı eleştiri noktası, planın tutmadığını görünce ikinci yarıda erkenden farklı bir plana geçmemesi, Kerim Frei seçeneğini dışarıda tutması. Ama kendi planında da “oluruna bıraktığı golü” atıp, kazanabilirdi. Neredeyse…
  
Ancak kalıcı çözüm için, Beşiktaş’ın o büyük resme bakıp hareket etmesi gerek. O büyük resimde görünen şu ki; Beşiktaş kendinden zayıf rakiplerine en başta o psikolojik üstünlüğü sağlayamıyor. “Buradan puan çıkmaz” dedirtemiyor. Derbi performansları genellikle silik, geriye kalanlar ise son Galatasaray maçında olduğu gibi “güzel oynadı ama kaybetti”lerle dolu… Sebeplerin büyüğü, hücumdaki tehditkarsızlık.

Beşiktaş’ın Schürrle’si Cenk Tosun

Şampiyonluk zor, ikincilik uzak değil, üçüncülük neredeyse garanti gibi. Yani Beşiktaş, bir şekilde Şampiyonlar Ligi’nin kıyısında dolanacak. FEDA yıllarında haklı olarak cebe giren akrebi, artık doğa bırakma zamanı. Yatırımın yapılacağı yer ise çok belli, rakip kalenin etrafı… Bu bağlamda Cenk Tosun çok değerli bir hamle oldu. Ancak onunla çok farklı bir projeye girişmek gerek.
Kağıt üzerinde tek forvet oynayan takımlarda, kanatlardan birinin forvet özellikli olması kaçınılmaz. Hele de zirveye oynayan takımsan. Olcay Şahan, o görevi beklentilerin çok üzerinde görüyor. Ancak bazı noktalarda noksan… Adam eksiltme, top sürme özelliği pek fazla olmadığı için “hücum etme yönü” her zaman ters tarafa kalıyor.

Karabük deplasmanında soldan içeriye çalımlarla dalıp, sıfırdan kafasını kaldırarak Traore’ye asist yapan Cenk Tosun’da o eksiklik de yok. Hem delici, aynı zamanda Andre Schürrle modelinde bitirici kenar forvet. Beşiktaş’ın santrforunda büyük oyuncu olma şansı az, ama o bölgeye evirilirse çok fazla…

“Peki Olcay gibi adam yedek mi kalacak?!” gerekirse evet. Zaten sende Olcay ve hatta Veli, Atiba gibi adamlar alternatif konuma düşerse büyük takım oluyorsun. “Şampiyonluğa oynuyoruz” sloganını gür sesle çıkarabiliyorsun. Ne diyorduk? Tümer, Sergen, İlhan, Ahmet, Pancu, Nouma… O takımda Tümer, Pascal Nouma hatta Ahmet Dursun ideal 11’e yazılamayan adamlardı. 

Posterlik golcü

Değeri, yokluğunda daha çok anlaşılan Gökhan Töre’nin zaten bonservisini almama gibi bir ihtimal kalmadı. Asıl ihtimal, yokluğunu daha az hissettirecek bir yerli kenar oyuncusu daha bulmak. Serdar Gürler? Hatta öteki Serdar, aklını başına devşiren eski çocuk? Holosko da bir başka yabancı ve daha yetenekli kenar forvetle değiştirilebilir.

Hakkını yememek gerek, Hugo Almeida yukarıda tam posterlik bir poz vermişti. Ama artık gidecek, seneye büyük ihtimalle yok... “İlle de kalsın” denilecek kadar güvenilir mi? Önünde Dünya Kupası ihtimali yokken de görmüştük zira, şu hallerini pek bir aratıyordu. Ayrıca Beşiktaş’ın “Güzel adam ama…” kısmındaki ama’yı atacak bir golcüye terfi etmesi gerekiyor. Yani posteri asılacak bir santrfora…

Yani, Oktay Derelioğlun’a “Eto’o bitmiş” suflesini veren Onur abinin “basıp gidecek forvet” tanımına uygun, aynı zamanda fizik olarak yıldıracak, yakaladığını naz yapmadan bitirecek bir 9 numara. Gomis? Uyar… Damba Ba? 2000’lerin başında genç olan bizlerin “gelmeyen Patrick Kluivert” hasretini dindirecek, Pascal Nouma’yı çocukluktan hatırlayan bugünün gençlerine anlatacakları anılar dinletecek adam, işte bu adam.

Gençlik, çocukluk demişken… Futbolla 90’lı yıllarda tanışan her çocuğun kaçınılmaz sonu, Roberto Baggio’ya hayran olmaktı. Ebeveynlerden para aşırıp, atari salona giderdik. Street Fighter’la işimiz olmazdı, amaç o zamanki futbol oyununda Baggio’yla bir iki gol atmaktı… Çünkü o, futbolcudan öte bir süper kahramandı bizim için. İtalya topu ona verir, gerisini o hallederdi…

İşte o seri şekilde puan kaybedilen, golün “oluruna” bırakıldığı maçlarda, hele ki forvet arkası mevkisi olan bir sistemle oynuyorsan minyatürü de olsa bir Baggio’ya sahip olmalısın. Manuel Fernandes meselesinde radikal karar alıp, sezona gerçek ve skorer bir 10 numarayla girilmiş olsaydı, şu anki resim çok farklı olabilirdi. Kabul etmek gerekir ki o modeldeki oyuncular, bu ligde çok ciddi şekilde fark yaratıyor. Pablo Martin Batalla ve bir benzerinin her hangi bir Anadolu takımından gelmesi mümkün olmayan başarıyı hatırlamak bile yeterli olabilir.  
 

Beşiktaş yakın dönemlerde, çok iyi savunmacıları olmadığı zamanlarda bile iyi bir “savunma takımı” olmayı başarıyor zaman zaman. Hakkını teslim etmek gerek, Slaven Bilic’in takımı da kaç maçtır rakiplerine ceza sahası içerisinden şut attırmıyor. Ama “ver topu o halletsin” diyeceği adamları eksik… Süper kahraman bulmak zor elbet, ama üçü, dördü bir araya gelince oluşacak voltran’ı bulmak o kadar uzak değil. Aksi halde bu güzelim takım, Osman abinin övgüsüne şu şekilde nail olmaya başlayacak: “Aslanım Beşiktaş be, aynı Baggio'suz İtalya!”

Mustafa Demirtaş 4.3.2014