Tek Dal Sigara

90’lı yılların sonlarıydı, Çelik’in Hercai’si bile artık pek dinlenmez olmuştu. Kocaeli’nin Kocaeli, Kaan Dobra’nın Dobrowski olduğu zamanlar.  Çamurlu bir nisan gününde Beşiktaş, Dolmabahçe’de beş gol yemişti. O gün uyumak sorun değildi ama uyanmak… Çocukluk, gençlik döneminde sevdiğiniz takımın yenilmesi çok farklı bir duygudur. Çünkü o günlerde dert edecek pek fazla neden olmazdı, sadece bir tane: Beşiktaş.
Pazartesi okuldan kaçmak için yeterince nedenim vardı. Beş gol şakası yapacak arkadaşlar, klasik pazartesi töreni, müdürün uyuz sesi, okul, pazartesi… İşin acı tarafı evdekiler farkına varmasın diye yine erkenden kalkıp, yola çıkmak. Güzel tarafı ise bir okuldan kaçma klasiğim olan, kapıya kadar gidip; surat beş karış halde sıraya giren arkadaşlarına acırcasına bakıp, yolunu değiştirmek… İnsanın kendine tanıdığı özgürlük gibisi yoktu, bir gün bile olsa.

Okul Bakırköy’de olunca, dışarıda zaman geçirmek çok da zor değildi. Ama küçük bir sorun vardı, o da cepte kalan hatırladığım kadarıyla bin 500 lira… Yan sokaktaki fakir dostu bakkalda yarım ekmek arası salam satılırdı. Salam derken lazerle kesilmiş gibi, içine baktığın zaman karşı taraf gözüküyor.  Ama o bile gelmiyordu. Gelen tek şey, sahildeki büfede satılan tek dal sigara… Gerçi ben içmiyordum, pek heves de etmiyordum arkadaşlarımın her zaman “Yak bi’ tane yaa, süt çocuğu musun?” haykırışlarına aldırış etmeden. Ama o gün, bunu yapacaktım. “Madem okuldan kaçtık, serseriliğin dibine vurayım!” dedim ve son kalan parayı, kulağına kalem takmış büfeci abiye teslim ederek tek dal sigarayı aldım. Evet, o zaman serseriliğin dibine vurmak demek benim için buydu. Hakikaten süt çocuğuymuş galiba.

Henüz yanmamış sigarayı dudaklarımın arasına koyup, sahilde usul usul yürümeye başladım. Kravat atkı şeklinde boynumda, ceket elde… Karşıma çıkan birine ateş sordum, aldım, yaktım… Yoluma dudak tiryakisi bir insan olarak devam ettim. Kendimi büyümüş hissetmiştim. Çok geçmeden, yolumu biri kesti. Bu kez ateş istenen taraf bendim. Kendimi daha da büyümüş hissettim. Sigarasını sigaramla yakan abi, emaneti bana teslim ederken acırcasına bir bakış attı. Gırtlaktan gelen hafif ve içli bir Bryan Adams sesiyle “Oğlum yapmayın bu yaşta bee, yazık ediyorsunuz…” dedi. Yanındaki sevgilisi de acınası bakışlara gözleriyle katıldı. Ama hiç etkilenmedim, üstüme alınmadım. Çünkü öyle bir şey yoktu. O tek dal sigaradan başkası olmayacaktı, olsa bile yine “tek bir dal” olarak kalacaktı.

Birkaç fırt daha çektikten sonra sigarayı denize yolladım. O sözlere karşı hissettiğim “hissizliği” sevmiştim. Ve bir karar verdim. Bundan sonra canımı sıkacak, beni değersiz hissettirecek her cümleye, her bakışa o tek dal sigaraya yaptığım son bakışı atacaktım ve onlar da sönüp gideceklerdi. Sonraki hayatımda bunu çoğunlukla başardım. Ama yine bir tek Beşiktaş… Ona gamsızlık işlemiyordu işte.