Pazartesi okuldan kaçmak için yeterince nedenim vardı. Beş
gol şakası yapacak arkadaşlar, klasik pazartesi töreni, müdürün uyuz sesi, okul,
pazartesi… İşin acı tarafı evdekiler farkına varmasın diye yine erkenden
kalkıp, yola çıkmak. Güzel tarafı ise bir okuldan kaçma klasiğim olan, kapıya
kadar gidip; surat beş karış halde sıraya giren arkadaşlarına acırcasına bakıp,
yolunu değiştirmek… İnsanın kendine tanıdığı özgürlük gibisi yoktu, bir gün
bile olsa.
Okul Bakırköy’de olunca, dışarıda zaman geçirmek çok da zor
değildi. Ama küçük bir sorun vardı, o da cepte kalan hatırladığım kadarıyla bin
500 lira… Yan sokaktaki fakir dostu bakkalda yarım ekmek arası salam satılırdı.
Salam derken lazerle kesilmiş gibi, içine baktığın zaman karşı taraf
gözüküyor. Ama o bile gelmiyordu. Gelen
tek şey, sahildeki büfede satılan tek dal sigara… Gerçi ben içmiyordum, pek
heves de etmiyordum arkadaşlarımın her zaman “Yak bi’ tane yaa, süt çocuğu
musun?” haykırışlarına aldırış etmeden. Ama o gün, bunu yapacaktım. “Madem
okuldan kaçtık, serseriliğin dibine vurayım!” dedim ve son kalan parayı,
kulağına kalem takmış büfeci abiye teslim ederek tek dal sigarayı aldım. Evet,
o zaman serseriliğin dibine vurmak demek benim için buydu. Hakikaten süt
çocuğuymuş galiba.
Henüz yanmamış sigarayı dudaklarımın arasına koyup, sahilde
usul usul yürümeye başladım. Kravat atkı şeklinde boynumda, ceket elde… Karşıma
çıkan birine ateş sordum, aldım, yaktım… Yoluma dudak tiryakisi bir insan
olarak devam ettim. Kendimi büyümüş hissetmiştim. Çok geçmeden, yolumu biri
kesti. Bu kez ateş istenen taraf bendim. Kendimi daha da büyümüş hissettim.
Sigarasını sigaramla yakan abi, emaneti bana teslim ederken acırcasına bir
bakış attı. Gırtlaktan gelen hafif ve içli bir Bryan Adams sesiyle “Oğlum
yapmayın bu yaşta bee, yazık ediyorsunuz…” dedi. Yanındaki sevgilisi de acınası
bakışlara gözleriyle katıldı. Ama hiç etkilenmedim, üstüme alınmadım. Çünkü
öyle bir şey yoktu. O tek dal sigaradan başkası olmayacaktı, olsa bile yine
“tek bir dal” olarak kalacaktı.
Birkaç fırt daha çektikten sonra sigarayı denize yolladım. O
sözlere karşı hissettiğim “hissizliği” sevmiştim. Ve bir karar verdim. Bundan
sonra canımı sıkacak, beni değersiz hissettirecek her cümleye, her bakışa o tek
dal sigaraya yaptığım son bakışı atacaktım ve onlar da sönüp gideceklerdi.
Sonraki hayatımda bunu çoğunlukla başardım. Ama yine bir tek Beşiktaş… Ona gamsızlık
işlemiyordu işte.