Bu yazı, devamında “Arjantin takımı içerisinde kaybolan
Messi’nin” savunması üzerine devam edecek. Ama her şeyden önce kabul ediyorum, Messi’nin
ruh haline bakıldığında milli takım içerisinde Cristiano Ronaldo kadar mağrur,
dik, sert bakışlı, gözleri ateş saçan bir lider değil. Hatta sadece Cristiano
değil, Avustralya’daki Aaron Mooy, Danimarka’daki Eriksen, Rusya’daki genç
Golovin kadar da lider değil. Sanki üzerinde bir yılmışlık, vazgeçmişlik ve
buram buram “bu takımdan hiçbir şey olmaz” hissine bürünmüşlük var. Haklı mı?
Galiba fazlasıyla. “Dünyanın en iyisi” Lionel Messi, neden Arjantin içinde
başka bir adama dönüşüyor ve sanki pek kullanmadığı isimlerden Andres
Cuccittini diye “bir şeyler çabalayan ama yetmeyen normal bir 10 numara”ya
dönüşüyor? Bunu biraz açalım.
İzlandalı olsaydı ilerleme şansı daha fazlaydı
Arjantin, takım kalitesi olarak aslında 2002’den bu yana
favoriler arasında değil. Son olarak komple şekilde kaliteli bir kadroya sahip
olduğu yer 2002 Dünya Kupası’ydı. Sorin ve Zanetti’li iki yönü de kuvvetli kenar
oyunculara ve Veron, Simeone, Almeyda gibi kalite orta sahalara sahiplerdi.
Kaldı ki o dönemde orta sahaların bugünkü kadar tempolu olmaları da şart
değildi. Yine de o kadroya rağmen gruplardan çıkamamışlardı.
Sonraki yıllarda sadece kısa çabuk forvet ve kanat oyuncusu
üretimine başladılar. Orta saha, savunma ve özellikle bek oyuncuları konusunda
gittikçe geriye gittiler. Bununla birlikte takım oyunu açısından da hiçbir
ilerleme kaydetmediler. “Biz Arjantin’iz, bir şekilde fark yaratırız” düşüncesi
vardı ama aslında o rahatlığa sahip olmalarını gerektiren bir kadro derinliğine
sahip değillerdi. O nedenle hiçbir formasyonda tutunamadılar ve Messi’ye net
bir oyun formatı sunamadılar. Forvet mi oynayacak, 10 numara mı yoksa orta saha
mı? Buna hiçbir zaman net bir cevap bulunamadı. Ne oynadığı net şekilde belli
olan, hiçbir şey yapamasa bile takım boyunu kısa tutan bir İzlanda’nın içinde
dahi olsaydı Messi, çok daha fazla etkili olabilirdi.
Hücumcular – savunmacılar
19 yaşındaki 2006 Dünya Kupası’nı saymazsak –ki orada doğru
dürüst şans alamadı- “Messi, artık Dünya Kupası’nı kazanmalı” denildiği dönemde
üç kez bu sahneye çıktı. 2010’da Maradona yönetimindeki Arjantin’in belirli bir
dizilişi yoktu, sahada hücumcular ve savunmacılar olarak ikiye ayrıldı. Bu
hastalığı hiçbir zaman atlatamadılar. Takım boyunun biraz kısaldığı 2014 Dünya Kupası'nda da Higuain en iyi yaptığı işi yapsa, Almanya karşısında karşı karşıya kaçırmasa aslında kupayı kazanacak kadar oyun oynamıştı.
Bugüne gelindiğinde de yine Arjantin takımı 2010'da olduğu gibi savunmacılar ve hücumcular olarak ikiye ayrıldı. Hırvatistan karşısında o kopuk takım resmi, tıpkı 2010'da Arjantin'e karşı yapıldığı gibi alenen bir intihardı. Yukarıdaki görselde görüleceği üzere Modric’in haykırarak top istediği anda kadrajda hiçbir Arjantin orta sahası görülmüyordu. Bu kadar kopuk bir takım içerisinde elinde Messi olsa da Rakitic – Modric orta sahasıyla baş etme şansın sıfırın altında.
Bugüne gelindiğinde de yine Arjantin takımı 2010'da olduğu gibi savunmacılar ve hücumcular olarak ikiye ayrıldı. Hırvatistan karşısında o kopuk takım resmi, tıpkı 2010'da Arjantin'e karşı yapıldığı gibi alenen bir intihardı. Yukarıdaki görselde görüleceği üzere Modric’in haykırarak top istediği anda kadrajda hiçbir Arjantin orta sahası görülmüyordu. Bu kadar kopuk bir takım içerisinde elinde Messi olsa da Rakitic – Modric orta sahasıyla baş etme şansın sıfırın altında.
Arjantin’de 31 pas, Barcelona’da 76 pas
Arjantin’in ne denli kopuk olduğunu ortaya çıkaran çarpıcı
bir istatistik var elde. Messi, son Hırvatistan maçında 31 pas yapmış yani bu
demek oluyor ki topla 31 kere buluşabilmiş. Barcelona’yla son lig maçında
Villarreal karşısındaydı ve tam 76 pas yapmıştı, yani 76 kez topla buluşmuştu.
Yani ondan Barcelona performansını beklemek zaten büyük hayalcilik. Orada topu
önde kazanan bir takımın, etrafında sürekli pas yapıp, tekrar alabileceği
oyuncularla donatılmış bir örgünün içinde. Arjantin’de ise topla rakip kale
etrafında etkili olabilmesi için topu orta sahadan alıp, birkaç adamı eksiltmek
zorunda. Ancak İzlanda gibi ilk 11'ini tamamen kaleye yakın çeken savunma takımlarına karşı hücumda daha fazla topla buluşabiliyor. Orada da şut açısı bulmak
için bir adamı geçse, bir metre sonra yenisiyle karşılaşıyor.
Lo Celso büyük şanstı ama…
Futbol artık 80’lerde, 90’larda hatta 2000’lerde olduğu gibi
değil. Tek bir adamın etkisi ancak maç kazandırmaya yetebilir, kupayı ise takım
kazanıyor. Messi, tek bir adam etkisiyle Arjantin’i kupaya getirmişti zaten
Ekvador’a karşı yaptığı hat-trick’iyle. Dünya Kupası’nda biraz daha fazlası
gerekirdi ama bu teknik adam Sampaoli’yle pek de mümkün değildi.
Messi her şeyden önce bir hücum oyuncusu ve hücum
oyuncusunun takımının kaderini değiştirebilmesi için kaleye yakın topla
buluşmak zorunda. Bu iki şeyle mümkün olabilir. Birincisi topun kaybedildiği
yerde pres yaparak, atakları sıfırdan kurma zorunluluğunu ortadan kaldırarak.
Ancak bu Sampaoli’nin temposuz orta saha tercihiyle mümkün değildi. İkincisi
ise orta sahada adam eksiltecek ve kilit pas atabilecek oyuncu kullanarak,
Messi’nin topla buluşması için geriye gelme zorunluğunu ortadan kaldırmaktı.
Bunu yapabilecek tek bir isim vardı: Giovanni Lo Celso.
Lo Celso, 10 numara veya kanat oyuncusu olarak gittiği
Paris Saint Germain’de harika bir orta saha sahaya büründü. Verratti’nin sakatlığından
sonra merkez orta sahada rol almış ve takımının en kilit oyuncularından birine
dönüşmüştü. Hatta 3’lü orta sahanın derininde, yani Pirlo pozisyonunda bile rol
aldı. Arjantin için büyük şanstı, onun varlığıyla takım Messi orta sahaya
gelmeden de ileriye çıkabilirdi. Ama Sampaoli, Lo Celso'yu daha çok bir kanat oyuncusu
olarak gördü. Aslında Haiti ile oynanan özel maçta orta sahada denendi, belki
rakip ölçü alınacak gibi değildi ama sahadaki oyun resmi ve 3 gol 1 asistle
oynayan Messi’nin rakip ceza sahasında rahatlıkla cirit atabilmesi, ipucu
anlamı taşıyordu.
Gelecek nesil Messi’yi nasıl anacak?
Elbette biz istediğimiz kadar Messi’nin milli takımdaki
başarısızlığının arka planında yatanları tartışalım, gelecek nesil tıpkı
bugünlerde bizim yaptığımız gibi “kazananlara” bakacak ve en çok da Dünya
Kupası’nı kazananlarını, kazanamasa bile Baggio gibi kendi hikayesini yaratanları hatırlayacak. Bugünün futbolunu canlı olarak takip
edebilen çoğu insan için dünyanın gelmiş geçmiş en iyisi Lionel Messi. Ama
bugünün futbolunu anılarda, belgesellerde takip edecek sonraki jenerasyon için o
sıralama değişebilir. Belki de daha çok anılan isim, Baggio isyanının bir
benzerini gerçekleştirecek Cristiano Ronaldo olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür, hakaret, sadece başkasının yorumunu yermek için yazmayın lütfen demiyorum, çünkü zaten yapmayacağını biliyorum! (Ooo iyi taktik ama.)