Reçete: Azerbaycan 1 - Türkiye 0

Teknik olarak nasıl bir yazı yazılır şu maçtan sonra bilmem. Sonuçta, bu takım Azerbaycan’a yeniliyorsa, sorun teknikten fazlasıdır. Zaten ilk 11’e şöyle göz attığımızda, pek itiraz edilemeyecek bir takım görüyoruz; belki Özer’e itiraz edilebilir… Ancak günümüzün modern 4-3-3’lerine bakacak olursak, Özer’in de mantıklı açıklaması var. Bu sistemin kenarlarında oynayan oyunculardan biri “tutucu” diğeri ise “akıcı” olmalıdır. Tutucudan kasıt; adı üstünde, topu ayağında tutabilen, bindiren bekine zaman ve alan kazandıran, gerekli zamanda içe hareketlenip “ortasaha gibi” oynayabilen, gerekli zamanda şut atan, ara pası bırakabilen kanat oyuncuları. Ülkemizde bu konuda Arda tektir yerli olarak. Genel olarak lige baktığımızda bu tarz oyunculara örnekler: Arda, Quaresma, Stoch, Tita ve Özer… Sonuçta Özer de, göz önünde olan oyuncular arasında, bu kategoriden bir oyuncudur. Yetersizdir ya da arkasındaki bek “ileri çıkamayan ve güvenini yitirmiş” Hakan Balta’dır diyerek, bu seçime yanlış diyebiliriz. Bence de yanlıştı, Sercan daha mantıklıydı…

Diğer seçenekler ise, ideal veya ideale yakın oyunculardı. Zaten, aslında takıma isim isim bakıldığında bir sorun çıkmaması gerekirdi. Ama çıktı… Çünkü sorun sadece teknik-taktik konularla açıklanabilecek düzeyde değildi... Emre’nin dillendirdiği üzere; takımda çok sayıda milli takım yorgunu, kendi kulüplerinde tartışılır vaziyette olan, baskıdan – eleştiriden yılmış, kendine güvenini kaybetmiş, Marmara Açıkları’na elinde oltayla yol almasına ramak kalmış oyuncular vardı… Bu durum tüm takıma yansıyor, birlikte hareket edilmiyordu sahada. Bir zaman sonra Türkiye formasyonu: “2 defans – Hamit – Azeri Defansına muz orta yapan kanatlar – Top bekleyen meraklı kalabalık” halini aldı… Bu maç bir bakıma milat kabul edilmelidir. Burada da Hiddink’in “asli görevi” devreye giriyor: Reçete yazmak… Bu ülkeye daha önce de, isim olarak dönemin büyüklerinden sayılan teknik direktörler gelmiştir: Derwall, Piontek… Onların Türk Futbolu’na vurdukları damga; “finallere götürmek” olmamış, yaptıkları darbelerle, yazdıkları “reçetelerle” ülke futbolunu değiştirmeleriyle olmuştur… Ben de Hiddink’ten bunu beklerim, yani “reçete yazmasını”… Ortada yürümeyen bir şeyler var ve birileri, bu yürümeyen ülke futbolunun “ikiye takması için”, itici güç olarak farklı hamleler yapması gerekiyor. Bu da şu ortamda Hiddink’ten başkası olamaz… Zaten kendisinin görevi; mevcut kadroyla şampiyonaya katılmanın ötesinden bir şeyler olmalı. Bu kısa vadeli mücadeleyi, daha az maaş alan ve daha az ismi duyulmuş her hangi bir teknik direktör de verebilirdi…

Milli Takım’a öncelikle bir “ekol lazımdır”… U17 Milli Takımı ile A Milli Takımı, felsefe ve sistem olarak “aynı dili” konuşmalı, bağlantılı hareket etmelidir. Geçtiğimiz Mayıs ayında U17 Avrupa Şampiyonası vardı, İspanya’nın kazandığı.... Birkaç maçlarını izlemiştim; A Takım’ın oynadığı sistemin aynısını oynuyorlar. Iniesta, Villa, Silva “yukarıda” ne oynuyorsa, aynı tarz ve düşünceye sahip küçük Iniestalar, Villalar, Silvalar, genç milli takımlarında da mevcut… Bize bakıyorum; U17 4-2-3-1 oynuyor, Ümit Milli baklava oynuyor, A Milli Takım her maç sistem değiştiriyor falan. Herkes ayrı telden, hiçbir koordineli çalışma yok… Bunu oturtmak, tabii öncelikle “alt yapı” sorununa da esaslı dokunmak lazımdır… Alt yapı sorunlarına “mağlubiyetler sonrasında” yakınan mantaliteden sıyrılıp, 3-2 yendiğimiz Belçika’nın yaş ortalamasına bakıp, “yolumuz yol mu?” diye iyi günde de sormalıyız kendimize. Bunu sorarken de “yabancı kontenjanı çok yahu” diye aynı klişelere takılmamalıyız. Son Avrupa Şampiyonası’nı ve Dünya Kupası’nı alan İspanya’da yabancı sınırlaması mı var? Ya da şöyle sorayım; Bojan Krkic’te ısrar eden Barcelona’nın, ondan daha iyisini almak için parası mı yok?

Mesele mantalitede, o değişmezse; yabancı sınırlaması daralsa dahi, kulüpler hazıra konmaya devam edecek; Necip, Ernst’le rekabet etmek yerine, Uğur İnceman’la rekabet edecektir… Federasyon, çeşitli organizasyon ve fikirlerle; kulüpleri genç oyuncu çıkartmaları adına teşvik etmelidir. Mesela; milli takım düzeyine gelmiş bir oyuncunun, milli maç primine ihtiyacı yoktur. Ona verilecek 100 bin’lik prim, o futbolcuyu yetiştiren kulübe verilebilir mesela, her galibiyette hatta milli takımda her oynayışında… Ya da, Türkiye Kupası’nın şeklini değiştirilir; o kupada “yabancı oynatmama” kuralı konur, 23 yaş altı “Türk oyuncularla” kurulu takımlarla oynanır... Yayın gelirlerinden de ödenek ayrılır, o kupada başarılı olan kulüpler maddi olarak da ihya edilir… Sorunu “yabancı kontenjanını daralt gitsinlerle” arayacak olursak, hiçbir zaman çözüm bulamayız… Öncelikle halk ve futbol yönetimleri olarak bunu “istememiz” gerekiyor…İstenmiyor, yönelinmiyorsa da; bu gibi faaliyetlerle "teşvik etme" yoluna gidilmelidir. Yoksa biz daha çok gurbetçi peşinde koşarız...

5 yorum:

Unknown dedi ki...

Söylediklerine katılıyorum ama Hiddink ekol uygulayacak bir hoca değil. Ne Türkiye'de yaşıyor, ne maçları takip ediyor. Evet daha önceden de böyleydi belki ama bize lazım olan hoca böyle bir hoca değil ne yazık ki. Kore de Rusya da disiplinli, sisteme ayak uydurabilecek ülkeler, kadroları da bizim gibi maçtan maça 11 kişi değişecek kadar farklılık göstermiyor. Dolayısıyla buralarda çok sırıtmayabilir maç seyretmemesi ama bizim gibi kaos futboluyla öne çıkan, "Hadi koçum"la oynayan ülkelerde ekol getirmek çok ciddi bir iş ve bunu bir Kuzey Avrupa'lının yapması çok zor görünüyor (Piontek Terim'le birlikte yapmıştı ama o da tek örnek)

Cartalete dedi ki...

Ata;

Haklısın. Ben de aslında Hiddink bu işi yapar mı emin değilim, sadece "yapması gereken şeylere" vurgu yaptım. Onlar da dediğin gibi; öncelikle bu ülkede yaşaması ve her alanda yakınen ilgilenmesiyle mümkün olacak.

Hiddink şuan "hazır takımı" idare ediyor havasında malesef...

Kalten dedi ki...

Bana aslında Türk futbolcuların fundamental eksikliklerinin bir sebebi de yabancı sınırlaması imiş gibi geliyor.

Misal, İsmail Köybaşı 19 yaşında Gaziantep'ten Beşiktaş'a gelirken fiyatının 6.5 milyon EUR olmasının sebebi yabancı kontenjanını kullandırmayacak olması. Tabii ki yetenekli, potansiyelli bir futbolcu, ama 6.5 milyon EUR para İsmail'e belki bir daha hayatı boyunca ödenmeyecek. Eğer yabancı sınırlaması olmasaydı, Beşiktaş sol bekinde yabancı oyuncu kullanır, İsmail de 2-3 milyon EUR'a doğrudan Avrupa'ya gidebilirdi. Bunun aynısı Mehmet Topuz, Volkan Şen, Sercan için de geçerli. 20 yaşında Ferguson'un öğrencisi olan bir Sercan milli takımın as oyuncusu olmaz mıydı?

Şimdi üç büyük takımdan birine 10 milyona çakılmak için Bursa'da tutuluyor Sercan.

Aslında serbest piyasacı değilimdir ama bu konuda sınırlamanın istediğimiz sonucun tam da aksine yaradığını düşünüyorum..

Cartalete dedi ki...

Kalten;

Katılıyorum kesinlikle. Yabancı sınırlaması, Türk futbolcularını maddi olarak çok çabuk ihya ediyor. Yani, aslında uzun süreli bir başarıyla gelmesi gereken maddi olanağa, hemen ilk parladığı dönem ulaşabiliniyor. Şayet, kafa olarak "mücadeleci", "ilerlemeci" bir hayat felsefesi yoksa o oyuncuda, bu durum hedef sonlandırma noktasına gelebiliyor...

Kabaca; voleyi vurduktan sonra üzerlerine birşeyler koymayı yani gelişmeyi ikinci plana atıyorlar. Birebir tanıdığım bazı futbolcu arkadaşlarımdan da biliyorum bunu.

Bahsettiğiniz üzere bonservis bedeli olarak, genç yaşta ağır yükün altına girmeleri de cabası.

Bir de işin rekabet tarafı var tabii. Dediğim gibi; Necip'in Guti ile Ernst'le oynaması var, Uğur İnceman'la, Fahri Tatan'la oynaması var...

Yetenekli bir oyuncu, kafa olarak da futbolcuylsa zaten yürür gider, yeter ki şans verilsin.
Mesela Bursa Sercan'dan, Volkan'dan aynısını bulamaz yabancılardan, bulsa da maddi gücü yetmez.
Beşiktaş; Necip gibi, o yaşta bir yabancı transferi yapamaz. Keza Arda için, Ceyhun Gülselam için, Gökhan Gönül için de durum böyle.

Yabancı sınırlaması; kafa olarak üst düzey futbolcu olmayan ve olamayacak yerli oyuncuları ihya ediyor, Türk futboluna sağladığı bir faydası yok bu kısıtlamanın.

ederlezi12 dedi ki...

Şu an için yabancı sınırlamasının kalkması , 6+2+2 gibi çalışma izni verip ama oynatmayan sistem yerine sınırsız yapılması daha makul görünüyor.