Geçenlerde Flipped adında bir filme denk geldim. Film seçerken genelde konu ya da yorum okumam, ortalama bir puanı varsa izlerim; daha sürprizli oluyor... Filmin vasat oğlu vasat çıkması, yani bir bakıma “ters köşeye yatırması” durumunda da ortadan kesmeyi yeğliyorum…Flipped de ilk bakışta “çocuk filmi bu yae” izlenimi uyandırıyordu, ama konunun işleyişi ilginçti… O nedenle seyre devam ettim ve sonunda hiç de pişman olmadım. İki çocuğun arasında geçmesine rağmen, bence asla bir çocuk filmi değildi. Film, bana çocukluk dönemimden asıl özlemem gereken şeyi anlattı. Çocuklar halen “çocuk” olduğu için, onlara anlatamazdı ama bize anlatabiliyordu…
“Saflık”… En çok özlediğim şey buymuş. Çok genel bir kavram aslında; küçük şeylerden mutlu olma, yine küçük şeylerden “büyük anlam” çıkartma, gerçek anlamda “anı yaşamak” gibi şeyler çocukluğa mahsustu. Gerçekten de, çocukken beslenen sevgi ve nefretin büyüklüğü de çok farklıydı. Büyüdükten sonra bana hata yapan insanları kolaylıkla affedebiliyorum. Ancak küçükken “uyuz olduğum” insanlara, bugünlerde de selam vermekten kaçınıyorum. 20 senedir mahalle değiştirmediğimiz için, bu hissi çok iyi biliyorum…
Futbol ve Beşiktaş’a da bakışımız “safçaydı” daha doğrusu amatörceydi çocukken ve daha mutluyduk… Detaya inmezdik, tek görmek istediğimiz Beşiktaş’ın “gol atmasıydı” gerisi teferruattı… Taktikle, sistemle hiç ilgilenmezdik, zaten anlamazdık da… O nedenle karşımıza Milan çıksa yine de umutlu olurduk. Gerçekçilikten uzaktık, sadece sevgiyle bağlıydık takıma. Bir “gol” her şeyin anlamıydı…
Bizim için her transfer büyüktü. Google zaten yoktu da, spor programlarında dahi gelen oyuncuların tarifi pek yapılmazdı. O nedenle Nartallo’yu da büyük futbolcu belledik, hatta “büyüyene kadar” öyle bildik... Kaçırdığı golleri saçına bağladık. 7-1’lik Trabzonspor maçında, renkli tokasıyla arka direkte uçan kafayı vurunca “bak işte yaa” dedik, “adamın ağzı burnu kırıldı yine de seviniyor! Topçuya bak bea!” diye iç geçirdik…
Hatta haberi mahallenin iki Beşiktaşlı ağabeyi vermişti bize; “Nartallo’yla Osvaldo gelmiş lan Arjantin’den!” diyerekten. Sonra 2’ye 2 bir maç çevirdik, ağabeylerin biri Nartallo diğeri Osvaldo olmuştu. Maç boyunca “Nartallo’dan Osvaldo’ya, şimdi Osvaldo tekrar Nartallo!!” diye beynimizi yediler… Sonra anladık ki; adam tek bir futbolcuymuş. Hatta o bile tartışılırmış. Neyse…
Ufak yaşlarda futbol hastalığına tutulunca “çocukluk kahramanlarımızın” da futboldan olması kaçınılmazdı. Saat 9’da namaza kalkar gibi uyanır, Benjamin’in akula vuruşlarını izlerdik… “Gol” adındaki çizgi filmi izlemeden, gün başlamazdı. Cesar’ın magnum vuruşunda; kaleciye “içeri girmesin” diye tüm takım arkadaşları destek verir, sırta omzu dayardı… Terler boşalırdı ama sonuçta o top, Battal Gazi’nin üstüne kümelenen düşmanları savurduğu gibi herkesi dağıtır ve gol olurdu. Eee topa Cesar vurmuştu… “Bu ne lan!” demezdik ya da “bir atak niye 3 bölüm sürer ki?” diye sorgulamazdık… Bizim çizgi kahramanlarımız da onlardı.
“Küçük şeylerden büyük anlam çıkartma” durumu futbolda da geçerliydi. O dönemlerde “tam bir meraktı” bizim için futbol… Güzel bir golü hafta boyunca anlatır, “farklı bir şey” gösteren de kısa ya da uzun süreli idolümüz olurdu. 94 Dünya Kupası’nda Siasia, kale boş olmasına rağmen aşırtma bir gol atmıştı Arjantin’e. Bizi bu vuruş stiliyle tanıştırmıştı… Aslında tam aşırtma bile denemezdi ama ne bilelim işte… O günden itibaren, mahallede ne zaman lob bir vuruşla gol atsak, “siaasieaaa” diye yırtınırdık. Birkaç sene sonra Galatasaray’a Ilie diye bir adam geldi. Onunla “aşırtma gol” çok basit bir şeymiş gibi göründü, O gidince tekrar zorlaştı…
Sıradan bir mahalle maçında gol olmuşken “santrayla başlayın olum” diye beklenmedik bir çıkış yapmıştım vakti zamanında… Görünen sebebim ise maçların daha “gerçeğe benzer” olmasıydı. “Olmaz” diyene, “kornerleri de kaldıralım lan o zaman” tarzında çemkirmiş ve sonunda kabul ettirmiştim… Çünkü Feyyaz, birkaç gün önce Galatasaray’a gol atmış fakat sevinmemişti. Topu alt köşeye gönderir göndermez; filenin içinden alıp, santraya yönelmişti. Attığı gol, durumu 1-2 yapıyordu ve Beşiktaş’ın kupayı alması için kazanması gerekiyordu. Ulvi son dakikalarda 2-2 yaptı ama yetmedi… Final kaybı aslında “büyük” üzüntü sebebiydi, ama ben Feyyaz’ın topu koltuk altına alıp, santraya yürüyüşüne takılı kalmış ve yine küçük bir andan, büyük anlam çıkartmıştım…Mahalleye yeni kuralı benimsetme çabam bundandı. Hatta takım gerideyken, net pozisyonlarda “bam diye” vurmak yerine, topa “kale arkasındaki tümseği” geçmeyecek kadar hız vererek şut atma, eski tabirle “teknik vurma” sebebim de… Çok kez böyle gol kaçırmışlığım, takımda istemeyen adam ilan edilmişliğim vardır. Aklım sıra; gol attıktan sonra topla santraya yürüyecektim, manyaklık işte… Ne bileyim, Feyyaz’ın o şekli çok karizmatik gelmişti bana, özendik... Keza aynı şekilde; arka direğe gönderilen topları rahatlıkla boş kaleye vurmak varken, Feyyaz gibi “kayarak tamamlama” hevesim de mevcuttu…
Bir de çocukluk kahramanımdı tabi Feyyaz…Topu alıp, santraya koşan bir çok forvet görmüştüm belki daha önce ama farkına varmamıştım… Feyyaz başkaydı; 89. dakikalarda, derbi gollerinde, Göteborg’a attığı uçan kafada, 3-1 yenildiğimiz milli maçların tek golünde… Her yerde Feyyaz vardı, yeri çok ayrıydı ve değişmezdi, değişmeyecekti.
Bunu bir sabah gazetenin arka sayfasına bakınca anladım. Dev posteri vardı fakat forma rengi siyah-beyaz değildi; sarı-lacivert çubuklu… Bir de altına “Feyyaz’dan Fenerbahçeliler’e sevgilerle…” diye not düşmüş, imza çakmıştı. Çok üzüldüm, ama kızamadım. Nefret hiç edemedim… Aksine, 200. golünü kovalamak uğruna 2. lig yoluna düştüğünde; TRT’nin 2. Lig Dosyası programına tahammül ederdim. "Kuşadasıspor’da Feyyaz gol atmış mı?” tek bir sorunun cevabı için merak eder, izlerdim… Livescore’umuz da yok tabi… Bu arada çağın icadı internetmiş, şuanda anladım.
Sahi, neyse ki artık internet var. Futbol merakını daha çabuk gideriyor ve Beşiktaş’a da hep yakın oluyoruz… Bugünlerde de, ara ara kamp resimlerini görmek babında resmi siteyi tıklamayı ihmal etmiyoruzdur. Malum; Schuster’in deyimiyle “Junior Quaresma” da (Muhammed Demirci) oralarda… Lakin, birkaç zamandır Bobo’nun gül cemalini görememekteyiz. “Sakat dediniz geldik!” dercesine, ayağının tozuyla takımın ilk idmanına katılmış, kampa da adını yazdırmıştı hatırlanacağı üzere… Ancak hiçbir karede yok. Çok mu paranoyağım bilemiyorum da, kıllanmadım değil. Neyse, toplu fotoda gördük kendisini…
Evet, çocukluğuma dair en çok “mantıksız sevgileri” özlemişim, küçük şeylerden çıkan büyük anlamları… Bugünlerde, aslında tamamen bu tip duyguları terk etmediğimi anladım. Çünkü Bobo kalsın istiyordum… “Mantıklı baksam, kalsın demezdim” anlamı yok bunda, sadece “Bobo kalsın” var… Başarı, yetenek, sistem, sakatlık, para pul vesaire… Her şeyi bir kenara bırakıp, Bobo kalsın diyebiliyorum. Gayet amatörce, başka bir sebep aramadan… Artık çocuk değilim ama gençliğimin son dönemlerinde hep O vardı. O nedenle “gençliğimin kahramanı” diyebilirim sanki Bobo için…
Belki de bunun sebebi “sebepler bütünüdür”. Son 5 yılda her önemli başarı ya da büyük galibiyetlerde, mutlaka “Bobo” adının yazılı olmasındandır. Henüz bir iki maça çıkmışken, forumlarda hakkında “Somos todos Bobo” adlı savunma yazısını yazmış ve sonunda mahcup edilmemiş olmamdır… Belki de; kendi diktiği fidanı, ağaçken kesemeyen insanın ruh halidir bu… İlk derbisinde; aynı pozisyonda topa iki kez ıska geçip “Brezilya’dan avukat getirsen bu kadar oynar” diyen ağızlara, 5 sene sonra aynı derbide “Bobo neden oynamaz!” dedirten bir gelişimi izlememizdendir… Yıldız denince akla forvet geldiği, sürekli "değişim" ve heyecan beklenen bir mevkiyi kapattığı için; her sene adı “satılacaklar" listesinin başını çekmesine ve yönetim cephesinden aksi iddia edilememesine rağmen, attığı gollerle bu forma altında kalışındaki “direniştir” belki de kahramanlık sebebi…Eminim ki Bobo bu direnişi sürdürecek. Aksi bir plan varsa da, her zamanki gibi “plan bozacak” ve Beşiktaş’ta kalacak… Belki his, belki de böyle istediğim içindir, bilemiyorum… Bildiğim bir şey var ki; uzun zaman sonra bir futbolcuyu “futbolcudan öte” benimsedim ve Feyyaz gibi bu da geçmeyecek gibi… Umarım sonu benzemez!
Futbolsuz ve haliyle “yazısız” geçen bugünlerde; genel bir “iç dökme” ya da ruh hali yansıtması yaşadım sanırım. Mevzunun bu kadar uzayacağını sanmıyordum, hatta işin ucu Bobo’ya dokunacağını da yazarken öğrendim. Ama merak etmeyin, çocukluğuma indim ama orada kalmaya niyetim yok. Sezer de gelmiş diyorlar, yine sistematik ve mantıklı futbol yazılarına devam edeceğim. “Bobo imzaladı” haberine ise çocuk gibi sevineceğim… Okuduğunuz için teşekkürler.
12 yorum:
Keyifli bir ''iç dökme '' yazısı olmuş . Ben de artık şu Bobo imzaladı haberinin çıkması için sabırsızlanıyorum .
Teknik , taktik ,sistem için düşündüğüm zaman da kalsın diyorum , duygusal düşündüğüm zaman da kalsın diyorum .
Ernst ile imzalar atıldı . Demirören Yüzde Yüz Futbol programında Bobo ve Ernst ile de imzaları uzatıp transferi kapatmak istiyoruz demişti sanırım .
Sabah sabah bir insanı ağlatmak ayıp değil mi?
Bu aranın bu kadar uzun olması deli ediyor beni, ne Beşiktaş var sahada, ne de sevdiğim bloglar her zamanki kadar aktif. O yüzden pazar sürprizi oldu bu yazı benim için :)
Sezer ya da başkası umrumda değil, ben de dört gözle Bobo imzaladı haberini bekliyorum. Şöyle bi 10 senelik hem de, gına geldi artık periyodik 'Bobo gidiyor' haberlerinden.
Benim Bobo'nun kalmasını isteme sebebim daha da çocukça: Bobo'yu her gördüğümde gülüyorum. Golden sonra o ellerini yana açıp oynatışı, gülümseyişi falan, e kaç yıl oldu, kardeşimi görmüş gibi oluyorum. Sevimli işte kerata.
Aman mutlu oldum sabah sabah :) Bu arada yazı gerçekten akmış, naçizane tavsiyem maç beklemeyin yazmak için, daha sık sürpriz yapın.
Kolay gelsin.
Uğur
eline sağlık abi.
Bobo'ya şu imzayı attursunlar artık, rahatlayalım. kaç gündür bunla yatıp kalkar olduk.
ya ben hala taktikle, sistemle ilgilenmiyorum :) siyah&beyaz formalı on bir tane maymun çıksın sahaya, tepiştirsin fark etmez benim için.
bobo için de benzer hisler içerisindeyiz. hatta şöyle söyleyeyim; yok maaşı çokmuş, indirim yapalım demişler yanaşmamış, böyle beşiktaş'ın çocuğu mu olur filan falan laflarına bakmadan, ben daha nihat'a kızamadım "essahım"la...
yazı güzel olmuş. "fwd: süper beşiktaş, sonuna kadar oku mutlaka" şekline dönüşmeye aday :)
mami de q7 jr. olmasın. guti&q7 karması olsun mümkünse...
Forzadan bi arkadas dayanamamis Serdal Adaliyi aramis adali Schusterin Bobo ile ilgili olumsuz bir dusuncesi yok cikan haberler dogru degil demis sozlesme konusunda bir sey soylememis . Imzalayacaktir Bobo imzalar imzalar
"Guti, Quaresma ve Bobo'nun üçü birden yokken, normal bir takımdan farkımız kalmıyor." diyen bir adamın Bobo'dan nefret eder hale gelmesi kadar saçma bir olay yok zaten.
Her zaman ki basın tarafından lanse edilen "istenmeyen Bobo" 5 senedir değişen pek bir şey yok. Değişmeyen ise Bobo'nun bir şekilde Beşiktaş'ta kalması ve Beşiktalı'nın sevgisini sürdürmesi. Umarım yine değişmez...
Güzel yorumlarınız için teşekkürler arkadaşlar. Bu aralar tekrar yoğun yazmaya başlayacağım, klavyeyi pas tutturduk :)
seviyorum abi seni, yazı aralarını sık tut da bol bol okuyalım seni...
kubilay yılmaz marmara üni.
EkşiBeşiktaş - Erns'in Uzatılan Sözleşmesi Başlığına yapmış olduğum Yorum..
-alakalı olsa gerek !
*******************************
Blogger JimmyLue dedi ki...
Bobo'nun sözleşmesi kesinlikle uzatılmalı.Seneye Türk statüsünde oynarsa fantastik olur.
Her daim hakkının yenildiğini düşünmüşümdür Bu adamın.
Bize geldiğinde çocuktu..Bizim çocuğumuzdu! Hatırlar mısınız Sevimli Kahramnanlar : Bobo - Gökhan Güleç!
Bizimle beraber büyüdü Bobo.Büyük maçları sevdi hep : Fb'yi,Gs'yi,Trabzon'u,Liverpool'u,Marsilya'yı,Porto'yu...
Yıllardır Bobo'nun oynadığı kadrolara bakın ve ne kadar yaratıcılıktan yoksun,kısır topçularla oynayıp ne kadar verimli olduğunu görebilirsiniz.
Gol attıktan sonra Tebessümü..Kollarını kanat yapması..
ColaTurca yazmasa önünde o formayı alıp arkasına Bobo yazdırırdım sanırsam.
Ps: Üzerinde Beko yazan formamda halen Feyyaz yazar.
Cok tatlısın..Çok harikasın Bobö !
07 Ocak 2011 14:43
"sebepsiz sevgiler" olayı hakkaten de fena. ama 'günümüz futbolunda' çoğu şey gibi, bu sebepsiz sevgilerin de yeri kalmadı gibi. mantıklı açıklama yapamadığım ama çok sevdiğim adamlar tek tek gönderiliyor. delgado acısı hala içimdeyken:) fink ve rıdvan'dan sonra bobo da giderse çok fena olurum.
JimmyLue, kesinlikle alakalı. Ağzına sağlık...
tannhauser, Toraman mevzusunda bu duyguları hala bırakmadığını hatırlıyorum. Şanslısın :)
Teşekkürler arkadaşlar tekrardan, Bobo da kuşların söylediğine göre Schuster'in as 11'inde yer almış son çift kalede.
"Bobo istenmiyor" mevzusu her zamanki gibi şehir efsanesi. Hocadan korkum yok ama fon bulmuşken daha iyisini bulalım diye bir gaflete düşebilir yönetim, ondan çekiniyorum.
Ben de vaktinde Bayram ve Murat Alaçayır ın gelmesine çok sevinmiştim. Şu an alınmış olsalardı demirören e demediğim kalmazdı. Bir de bi maçı izlemek için oturduğumda sahada tek ön liberolu bir sistem, bobo yerine nobre, her hangi bir futbolcu yerine tabata ya da holoskonun sol kanat halini görünce o maçtan hiç bir zevk almayıp maç boyunca teknik drektöre sayıyorum. Bazen çok şey bilmek (ya da bildiğini zannetmek) o masum sevgiyi bir anda nefrete dönüştürebiliyor. Yazı için teşekkürler. Nartallo kazmasını hatırlayacak yaşta olmasam da yazının her satırında kendi hislerimi gördüm..
Ben de aynı transferlere sevinmiştim, özellikle Bayram'a. Altay'dayken İnönü'de bi frikik sallamıştı, 35 metreden direkten dönmüştü. Futbola bakışımız gayet "basit" olduğundan, uzaktan şut yeteneğine tav olup "şimdi onlar düşünsün" moduna girmiştim.
Ve evet, artık 11'i görünce maçtan umudu kesip, 90 dakika TD'ye salladığım anlar çok oluyor. En çok da, sorgusuz sualsiz oturup maç izlemeyi ve sadece sevgi odaklı olmayı özlüyorum işte.
Yorum Gönder