Futbolun en güzel tarafı, her zaman yeniden başlamasıdır… Tuttuğun takım kötü gitse de, bilirisin ki birkaç ay sonra yarış yeniden başlayacak, puan farkı otomatikman kapanacaktır. Benim gibi futbol aklı 90’ların ortasında çalışmaya başlayan Beşiktaşlılar için, yaz aylarında umulan şampiyonluk hesapları %15 - %20 arası bir ihtimalle sezon sonunda gerçeklik kazanır, takım şampiyon olur…
Şampiyonlukla nihayete ermese de, güzel hatırlanan sezonlar vardır. Bunun için şampiyonluğa oynanmış olması yeterdir aslında… 100. yıldan, Tigana dönemine kadarki buhran dışında Beşiktaş, her sene şampiyonluk şansını son haftalara kadar taşıyan bir takım halini almıştı. Bu sene yeniden eskiye dönüş yaptık o anlamda…

Ancak geçen senenin de, futbol anlamında birçok yenilik olması bağlayıcı unsurdu. Skor olarak her zaman iyi sonuçlanmasa da, Schuster’in aşılamaya çalıştığı önde basan, bütünleşik oynayan ve topa sahip olmaya çalışan takım yapısı; ara ara süre alan genç oyuncuların performansı; Guti ve Quaresma gibi sadece imzasıyla bile tribünleri dolduran oyuncuların göz pası silmesi gibi durumlar… Puan durumu ışık saçmasa da, Beşiktaş’ın her maçını iple çekilir bir hale gelmişti, en azından benim için böyleydi…
Beşiktaş takım oyunu anlamında çok başarılı maçlar çıkardı; iki Porto maçı, içerideki Bursaspor ve Helsinki maçları bunların başını çekiyordu. Hücumsal zenginlik açısından İnönü’deki Ankaragücü ve Buca maçlarının yeri ayrıdır… Gençlerbirliği ve Galatasaray deplasmanlarında ise, kadro kurma sıkıntısı çekilmesi sebebiyle alternatif formasyonlar, maçın her anında hamleler anlamında taktiksel zenginlik vardı… Bununla birlikte istenilenin alınması, ortada pek oyun olmamasına rağmen bu maçları güzel kılmıştı.
Aslında sene başında beklenti zaten büyüktü… Erken rotasyon hamleleri, Schuster’in takımda zamanında denenmiş şeyleri denemesi sebebiyle bazı gereksiz puan kayıplarını beraberinde getirdi. Akabinde, asıl rotasyon gerekilen dönemde de; bu kez zirveden kopmamak için rotasyon yapılamadı ve üst üste sakatlıklar başladı. Bu sakatlıklarda kondisyonerin uyguladığı antrenman sisteminden de şikâyet ediliyordu… Aslında Schuster’in uygulamaya çalıştığı sistem, oldukça iyi öğreniliyor hatta sonuçlar alınıyorken; bu sakatlıklar takımın gidişatını baltalıyordu…

İkinci devrede yapılan transferler, söylemler, beklentiyi iyice tavan yaptırıyordu. Schuster de, elindeki yeni ve eski yıldızlarından bir harman yaparak; “ya herro ya merro” görüntüsünde bir sisteme dönüş yaptı. Aslında, Quaresma – Simao- Guti – Almeida gibi oyuncuların hepsinin birden sahada olunması isteniyor ve aynı zamanda "17'de 17" bekleniyorsa, böyle bir taktik kaçınılmazdı… Beşiktaş ilk yarıdaki 4-3-3 sistemini terkediyor, kalkansız şekilde taarruza kalkıyordu... Ya "yarıp geçecek" ya da ilk darbede yıkılacaktı. İBB deplasmanında o darbe geldi ve sezon lig anlamında zihin olarak bitti… Futbol anlamında yapılan güzel hamleler de, bir noktadan sonra insanları kandırmamaya başladı. Özellikle ikinci devrede şampiyonluk planlarının tamamen dışında kalınması, her anlamda manasız maçlara çıkılmaya başlanması Beşiktaşlı'nın kalbini kırıyordu. Açıkçası, son dönemde öyle noktaya geldim ki ben de; puan kaybına üzülmeyi bile özledim diyebilirim...
Yeni planlamalarda, geçtiğimiz sezonun iyi etüt edilmesi gerekir… Her şey kötü değildi çünkü, bazı nüanslar Beşiktaş’a istediğini aldıramadı. Geçen sezondan iyi işleyen şeyler de vardı, onları hepten hiçe saymamak gerekir… Mesela, Guti’nin dışında iki net ortasahanın daha olduğu (genelde Necip – Ernst) ve önde baskı yapan bir 4-3-3’le Beşiktaş çok iyi maçlar çıkarmıştı… Kadrodaki derinlik zaafı, bu sistemi birkaç oyuncunun avucuna bırakmıştı.
Bu sezona girilirken kadronun genişletildiğini görüyoruz. Özellikle stoperde, gelecek sezonda mecburiyetten Aurelio’nun falan devşirilmeyeceğini biliyoruz artık… Geçen sezonun 4-3-3’ünde tek delici kenar oyuncusu Quaresma iken, şimdilerde oraya devre arası dahil olmuş Simao ve bu yaz gelecek olan Veli, Burak gibi isimler dahil olacak… Bobo’nun santrafor yedeği sadece Nobre iken, gelecek sezon bu bölgede Pektemek, Mehmet Akyüz gibi isimler alternatif oluşturacak… Hatta bir forvetin daha alınacağı söyleniyor, ben pek gerekli görmesem de…
Geçen sezonla, gelecek sezonun arasındaki en büyük fark da “beklenti” durumu. Yapılan transferlerin taraftarı heyecanlandıracak cinsten olduğu söylenemez. Bu durum Beşiktaş adına iyi haber aslında... Daha önce de bahsettiğim gibi, Beşiktaş taraftarı kadrodan beklentisi olmadığı sezonlar, takımın en büyük yıldızı olmuş, takımın itici gücü olma konusunda mecburiyet duygusu yaşamıştır… Aksi halde “gelip iki hareket izliyim” düşüncesindeki taraftar yoğunluk kazanıyor ne yazık ki…
Beşiktaş’ın sağbeke yabancı almayacağı kesinleşti, hatta hemen hemen her bölge netlik kazandı bu konuda. Tayfur Hoca, bunca stoper derinliği içersinde Toraman’ı yok saymak istemeyecek ve onu sağbek bölgesinde değerlendirecektir… Sağbeke kaliteli bir oyuncu transferini isteyen biri olarak, bu durumun bana teselli oluşturduğunu söyleyebilirim. Toraman’ın A Planı’nda sağbek olduğu bir yapıya itirazım olamaz…
Tigana döneminden bu yana ara-ara bek oynayan Toraman, Denizli döneminde işin ofansif tarafı konusunda da ilerleme kaydetmişti aslında. Yani sadece savunmacı bir bek olarak da görmemek lazım, topla dengeli çıkabiliyor zaman zaman. Erhan Güven’den iyidir bu konuda mesela… Son şampiyonluk sezonunda; 3-0’lık Antep deplasmanında bir sıfıra inişi vardı, sağbek hücumu konusunda zirve anıdır Toraman’ın. Bir de şampiyonluk golü var tabii…

Aslında sistem olarak da, şampiyon Beşiktaş’a dönüş yapılıyor ufaktan… 4-2-3-1 sisteminin, genel olarak Süper Lig CV’si iyidir, hemen hemen her şampiyon bu sistemi oynadı son dönemde… Mustafa Denizli’nin geç de olsa Cisse – Ernst ortasahasına dönüşüyle birlikte, bu sistem daha iyi uygulanabilir bir hale çevrilmiş ve şampiyonluk geliyorum demişti… Yine ortasaha kilit nokta olacaktır…
Necip, o iki ortasahadan biri olacak orası kesin… Hem yerli oluşu, hem de temposuyla mecburi bir seçimdir. Hatta alternatifi bile gözükmüyor… Yanındaki isim Fernandes ya da Ernst olacak. Aslında ideali Ernst’tir, ancak o da eski seviyesinde değil gibiydi en son gördüğümüz kadarıyla. Ben Fernandes’in, Beşiktaş’ın kontratlı oyuncusu olmasından sonra işini daha ciddiye alacağını ve en az topla yeteneklerinde göze battığı kadar, savunma anlamında da disiplinli oynayacağını düşünüyorum… Yani seçimim Fernandes olurdu, ki Tayfur Hoca’nın da öyle olacak gibi.
Forvet arkasında o dönem Tello vardı. Biraz durarak oynar, oyunun içersinde pek dahil olmazdı ancak oyun zekası baya iyi olduğundan fazlasıyla fark yaratmış, asistleriyle ön plana çıkmıştı. Aslında o dönemde şanslıydı da, Denizli 4-3-3 oynasa kenar forvet yapıyor; 4-2-3-1 oynasa forvet arkasına alıyordu Tello’yu. Sistem ne olursa olsun, kendisine en uygun olan mevkiye kavuşuyordu. Aynı şans, Beşiktaş kariyeri boyunca Delgado’da olmadı mesela…
Guti de aynı modelin daha gelişmişi, oyun zekasıyla takıma büyük katkı yapacaktır ancak skora katkısı düşük olacaktır… 2009’un Beşiktaş’ı, bu bağlamda farkı Holosko’nun uzak forvet oyunuyla yaratmıştı. Hatırlayacağınız üzere, özellikle ligin son haftalarında Holosko hemen her maç golle tanışmıştı, şampiyonluk maçı da buna dahil…

Ancak şimdiki kanat oyuncuları (Simao – Quaresma) topsuz koşularını genelde kenara doğru yapar, içeride pozisyon almazlar. Almeida’ya çok fazla yaklaşmazlar… Aslında Simao bitiricilik anlamında takımda en öne çıkan isimdir. Ancak bu tipte pozisyonları sık bulacak kadar topsuz koşu dengesi yok onun da, ayrıca diğer kenarda Quaresma olunca o mecburiyetten biraz geride kalıyor…
Bu sistemin tam olarak ideal olması için; Guti’ye Amerika yolunda izin verilmesi ve o bölgede daha skor vasıflı ve daha hareketli bir 10 numara alınması gerekirdi. Küme düşen Monaco’daki Park Chu-Young gibi mesela… Aynı zamanda sağlam tekliflerin olduğu iddia edilen Quaresma’nın satılması ve daha takım oyuncusu, uzak forvet koşularına sahip bir winger alınması gerekirdi. Holosko’nun iyi dönemlerindeki gibi, hatta daha iyisi bir oyuncu… Örnek olarak
Huseklepp,
Maiga gibi…
Quaresma’nın gelmesini çok istiyordum, resmi açıklama yapıldığı zaman da çocuk gibi sevinmiştim yalan değil… Ancak, peşinden Simao gelmişken ve yerli olarak da alternatifler çoğalmışken “Quaresma’yı satmıyorum” demek marifet değildir bana göre… Satmak, vizyon kaybı olarak görünse de aslında tam tersidir. Beşiktaş, bir oyuncuyu tekrardan canlandırmış, milli takıma aldırmış ve yeniden Avrupa piyasasına sürmüş olacaktı Quaresma’nın satışı sonrası… Bu durum, gelecek için de olumlu referans oluştururdu. Mesela Real Madrid’de yedek kalmaya başlayan Higuain gelir, yeniden Beşiktaş’la parlama umudu taşıyabilirdi…
Bir tek Carew’de bu doğru hamle yapıldı, yeri doğru doldurulamadı orası ayrı… Ama Beşiktaş gibi kulüplerin, aldığı bir oyuncu değer anlamında iki katına çıkmışsa elinde tutma lüksü yoktur. Hele de bizim gibi tez canlı, bakış açısı çok kısa süre içinde değişebilecek bir ülkede… Hedefe varılamamış bir sezon sonrası Quaresma gibi oyuncuların hem fiyat, hem de taraftarın gözü açısından değeri düşer…
Neyse, sonuç olarak önümüzdeki sezonun Beşiktaş’ı bellidir ilk planda. Tayfur Hoca, belki aklında başka fikirlere sahip olsa bile “idare etmek için” bu tip bir sistemle yola çıkacaktır… Yine aynı mantıkla, Sidnei yeni bir transfer olduğu için en başta onu oynatacaktır diye düşünüyorum.
Bu sistem, Guti – Pektemek, Toraman – Hilbert değişiklikleriyle ofansif bir 4-4-2’ye dönüştürülebilir. Bazı maçlarda skor gelmediği zaman oyunun gidişatına göre de yapılır, rakibe göre daha en başından da uygulanabilir…

Yeri geldiği vakit çizgiye kadar inebilecek iki bek ve her anlamda iki delici kanat oyuncusu... Yüksek toplarda etkili bir santraforun yanında, doğru koşular yapabilecek, gol vuruşları temiz ve durum gerektirirse kendi şut açısını bulacak kadar adam eksiltebilen bir ikinci forvet... Takım kopuk hareket etmezse, böyle bir sistem altında bu takımın gol bulma şansı bir hayli artar...
Ama işte, yazının başında geçmiş sezona değinirken; aslında gelecek sezonun da değerlendirmesini yapmak istemiştim. Bence o dönemin 4-3-3’ünde pek sorun yoktu, alternatifsizlik dışında… Pektemek, 4-2-3-1’in kenarlarında sıkıntı çekebilir fakat rahatlıkla 4-3-3’ün uzak forveti olarak oynayabilecek bir oyuncudur bence. Bu bölge için yeterli dinamizme, hareketliliğe ve gol bölgesi koşularına sahiptir. Quaresma, Simao’dan birinin olmadığı bir gün, geçtiğimiz sezon tohumları serpilen 4-3-3 sistemine geçilebilir. Böyle bir alternatif kesinlikle rafa kaldırılmamalıdır...
Guti, defansın kucağından uzaklaşıp geriden top aldığında daha etkili olmuştur. Bu sistem onun yapısına daha uygundur aslında… Keza Fernandes de, ikili ortasahadan ziyade 4-3-3’ün içerinde oynadığı vakit daha olumlu izlenimler bırakacaktır. Necip’in ideali 4-3-3 soliçidir bence, ama ortasaha süpürücüsü olarak da geçtiğimiz sezon başarılı maçlar çıkartmıştı. Aslında derinde Ernst, kenarda Necip de olabilirdi. Ancak bu takımın “topa sahip olma” öncelikli düşüncesi olacağından, Fernandes’in tercih edilmesi daha makbuldür… Ayrıca, tandemi oluşturması muhtemel Sidnei – Ersan ikilisinin de, derindeki bir savunmadan ziyade; koşu tempoları, çabuklukları ve topla iyi ilişkileri sebebiyle, önde kurulmuş bir savunmada daha başarılı olacaklarını ön görmekteyim…

Sivok, Sidnei, Hilbert, Ernst, Fernandes, Guti, Quaresma, Simao ve Almeida… Normal şartlarda bu oyuncular gelecek sezonda Beşiktaş’ta gözüküyor. Almeida satılmadıktan sonra, yeni bir santrafora gerek yok gibi gözüküyor. Ama öyle bir telaş var nedense… Üstelik A Planı 4-2-3-1 gözüken bir takımda, Pektemek ve Akyüz de varken; bana pek anlamlı gelmiyor yabancı santrafor transferi. Gerektiğinde ikinci forvet, uzak forvet de oynayabilecek; potansiyel genç bir isim alınabilir belki. Buna pek itiraz etmem… Ama örneğin, Klose gibi yıllık maliyeti yüksek bir yabancıya gerek yok Almeida varken… Bana kalsa bir ortasaha transferi daha gerekli; hele de Aurelio’nun, Guti’nin ve Ernst’in temposu ortadayken… Yine blogda adından söz ettiğimiz
Radosav Petkovic gibi mesela… Aslında, ana sitemin 4-2-3-1 olacağını düşünürsek; toparlanmaya başlayan, ayağından vida çıkan Holosko’nun da takımda tutulması mantıklı olurdu. Özellikle Avrupa maçlarında bu sistem oynanacaksa, diğer tarafta Holosko gibi koşu devamlılığı olan bir oyuncu şart gözüküyor. Şart gözüküyor da, o ihtimal de biraz uzak gözüküyor sanırım… Taraftarla da arası açılmıştı, bu saatten sonra kendini kabullendirebilir mi? Böylesi baskı altında zor gibi…
2010/2011 sezonuna veda, 2011/2012 sezonuna ise merhaba yazısını geride bırakıyoruz böylelikle… Sahi, 2012 nedir yahu? Hatırlıyorum de ilk menajerlik oyunumu 98’de almıştım, Ultimate Soccer Manager 98 isminde bir oyundu. Inzaghi falan genç yetenekti yani. 2010’lara falan gelince error vermeye başlıyordu oyun zaten, takriben 2007 gibi bitiriyorduk kariyeri. Şimdi sahiden 2012’ye dayandık arkadaş…
Hatta Geleceğe Dönüş 2’de, Marty McFly reyis 2015’e uçuyordu yahu… 3.5 sene kaldı, camdan bakıyorum hala uçan arabalar, sadece su üstünde gitmeyen ateşli kaykaylar falan yok. Kandırıldık… Neyse, metrobüs neyimize yetmiyor.
Uzunca bir yazı oldu sanırsam. Biraz kapanış, biraz da açılış mahiyetinde... Zaten bu sıralar hem bazı işlerden, hem de futbolsuzluktan dolayı bir süre (Temmuz’a kadar falan) yazı gelmeye bilir. Gelse de seyrek gelir… Topluca döküldük birçok konuda. Artık yeni sezonda görüşmek üzere; iyi tatiller… Hıncal Uluç gibi el sallamıyorum merak etmeyin.