Carroll İngiltere’dir

Euro 2000, her ne kadar gruplardan çıkmasa da İngiltere’den tat aldığım son turnuvayı sanırım. Çünkü sahadaki takım; İngiltere’ydi! İki güçlü stoper: Adams, Campbell. Ayağını çok iyi kullanan bekler: Neville Kardeşler. Biri içe kat etme özelliğiyle (McManaman), diğeri çizgi oyunu başarısıyla denge unsuru olan (Beckham) kanatlar. İki ceza sahası arasında oynayan; çok iyi uzun top atan, seken topları nefis şutlayan orta sahalar: Ince ve Scholes. Biri fizikli, golcü (Shearer) diğeri patlama özellikli (Owen) ikili forvet. Ve stoperler hariç herkesin ceza sahasına orta yaptığı klasik 4-4-2.
2012’nin İngiltere’si de, asimetrik 4-3-3, 4-5-1'lerden sıyrılarak; dün akşam Carroll hamlesiyle özüne dönüş yaptı. Elinde Shaerer’ın yoksa sadece hava topu özelliğiyle bile olsa Heskey’in oynar. O da, bugünün Andy Carroll’udur; Andy Carroll, aslında İngiltere’dir. Çünkü öyle bir santraforla rengini belli edersin; Fransa maçında olduğu gibi ülkece (cidden, ben o maç esnasında Manş Tünel’ine de tankların sürülmüş olmasından şüpheleniyorum) kapanmayacağını, ortada bir şey yokken dahi; 40 metreden gelen herhangi bir ortayı golle sonuçlandırmayla tehdit edersin. Gerrard – Carroll olayında görüldüğü gibi…

Mellberg’in savunmada Egemen, hücumda Ömer Erdoğanlaşmasıyla; İngiltere’nin doğru oyunu neredeyse skora yansımayacaktı. Ta ki, Theo Walcott hamlesine kadar… Bazı oyuncular vardır; oyuna girip işin rengini değiştirerek, hoca için “ne hamle yaptı be!” övgüsüne yol açar. Oysaki zaten en başta sahada olmalıdır, tıpkı Theo gibi. Bugünün İngiltere’sinde Beckham gibi, fazla adam geçmese de, çizgiye inmese de; derinlemesine mükemmel ortalar yapabilecek bir oyuncusu yok. Ama o ortaları (pasları), müthiş süratiyle kaleye ve aut çizgisine kadar yakalaşarak yapabilecek bir isme sahipler. Theo, çok kısa bir süreyle sisteme olan uyumluluğunu kanıtlamıştır. Artık işin “birazcık McManaman” olma kısmı da; Ashley Young ya da Milner’a düşüyor.

Dün akşam her ne kadar turnuva jeneriklerine girebilecek bir gol atsa da (orada Theo’dan gelen topun önünde kalmayıp, ayak içiyle aynı köşeye bırakmış olsa; yine güzel gol olurmuş. Adam bunu topukla yaptı!) Welbeck, yerini Rooney’e bırakacağa benzer. O zaman İngiltere’nin 4-4-2’si, daha da lezzetli bir hal alacaktır. 
İngiltere’nin her sene “artık bu sene!” diyip de, hiçbir turnuvada başarı elde edememesi; en çok da Steven Gerrard’a ayıp oluyor. Şu “box to box” olayının sözlük karşılığı direkt. Hatta madem İngilizce kavram kullanılıyor; kısaca “Gerrard” denilebilir o bölgeye. Bakıyorsun kendi savunmasının arasında, bir bakıyorsun sağ taç çizgisinden orta yapıyor, bir bakıyorsun soldan içeriye kat ediyor… Muhteşem bir futbolcu… Yanına, aynı tempoda ve topsuz oyunda orta sahanın biraz gerisinde, savunmanın hemen önünde “süpürücü orta saha” rolünü alabilecek bir oyuncu olsa; çok daha efektif kullanılır bu sistem içersinde. İşte, Lampard sakatlanmasaydı…

Grubun diğer maçında futbola önce yağmur, sonra da Cabaye’nin golü sekte vurdu. Cabaye’nin golünde, Ukrayna savunması maç boyunca ilk kez pozisyon kaybı yaşamıştı. İngiltere, o ülkece kapanma meselesinde çok da haksız değilmiş. "Zidane'dan bağımsız" bir Fransa'yı, ilk kez bu kadar güçlü gördüm; her şeyi yapabilen bir takım. Hem topa sahipler, hem de boşlukları çabuk doldurup; gole ulaşıyorlar. Menez hamlesi bu bağlamda çok fark ettirdi. Ukrayna’nın “sürprizli” oyuncusu Yarmolenko, onun kadar kaleye yakın olamıyor mesela. Bu da iki takım arasındaki skor farkında büyük etken oldu.

Fransa, İsveç’e yenilmez; artık çıktı diyebiliriz onlar için. Ukrayna’nın da İngiltere’yi yenmesi gerek; biraz zor gözüküyor. Ama şu var ki; turnuva sonunda Ukrayna’nın her iki stoperi de İngiltere kafilesine katılıp, Premier League’e yol almalı. Bilhassa: Khacheridi.

Hiç yorum yok: