Son Level

Ronaldo’nun (Brezilyalı) bazı golleri vardı; karşı karşıya giderken daha fazla yaklaşmaya gerek görmez, yay üzerinden plaseyi bırakırdı. Dün Mario’nun ikinci golünde o sahneler aklıma geldi. Montolivo’nun müthiş lob pası sonrası yine ağır davrandı aslında. Ama zaten kaleye çok yaklaşma niyeti yokmuş… Ivo Karlovic’in servisleri gibi bir şut çıkardı. Top arkadaki fileyi tutan direğe mi çarptı, içeri mi girdi; bir müddet çözemedim.

İlk golde ise aslan payını zaten maç sonunda kendisi teslim etmiş: “Beni öyle bir asistle ancak Cassano buluşturabilirdi.” Sol ayağıyla öyle bir ivme kazandırdı ki topa, havada Badstuber’e çalım atarak Balotelli’ye ulaştırdı; o da ağlara… Cassano 50 dakikalık şarjı ile oynadı her zamanki gibi ama o süre içersinde harika bir “ikinci forvet oyunu” ortaya koydu.
Attığı güzel goller dışında, oyun akışı içersinde de çok faydalı oldu Balotelli. Yaptığı presle Alman stoperlerine hiçbir zaman “gözü açık pas verme” imkânı sağlamadı. Oyuna sonradan girdiği İrlanda maçından bu yana, her şeye rağmen takım için en uygun santraforu olduğunu kanıtlamıştı aslında. Gün be gün, İtalya’yı “son levele” taşıdı Super Mario.

Löw’ün Müller yerine Kroos hamlesi; İtalya’nın orta sahadaki sayısal ve verimsel üstünlüğünden çekindiğine işaretti. Ama Marchisio, Pirlo, De Rossi üçlüsüne Montolivo’nun da bu kez çok olumlu katılması; Löw’ün o hamlesini çöpe attı. Çünkü İtalya merkeze bağımlı bir takım değildi; orta sahadaki oyuncular en uygun yere deplase olabiliyorlar, sahanın boşluklarını değerlendirebiliyorlardı. Aksine o hamle, Almanya'nın kendi oyunu bozdu.

Bir orta saha kenara yakın oynayacaksa, bu ayağına ters bölge olmalı. Kroos sola geçtikten sonra içe kat etme özelliğiyle hem kendisi etkili oldu hem de Lahm’a gerekli alanı açtı. Keza Klose ve Reus ikilisi sahaya girdikten sonra daha bilinmezli, sürprizli bir hücum hattı oluşturdular. Podolski ve Gomez’in ne yapıp, yapamayacakları çok belliydi oysa; kontrolü kolaydı.

Zaten oyunun içinde daha fazla gözükmesi ve stoperler için daha zorlayıcı koşular yapmasıyla Klose, Gomez’e göre daha ideal santrafordu. Ondan biraz erken vazgeçti Löw. Herhalde ikinci yarıdaki oyunu görünce bunu kendisi de anlamıştır; ama biraz geç oldu. Çünkü artık İtalya, ata sporunu yapmaya başlamıştı: Savunma!
Bizim için en lüks dondurmanın meybuz olduğu zamanlardı. Asprilla’lı, Veron’lu, Crespo’lu, Cannavaro’lu, Dino Baggio’lu Parma’da genç, yağız bir kaleci vardı. Buffon o zaman da Buffon’du, hala daha Buffon! Marco Reus’un frikiğine çift elle gitmek, her kalecinin yapacağı iş değildi.

Hoca Prandelli gibi biri olunca; “tavşan çıkarma” gibi gözüken seçimlere önce bir durur, “bir bildiği vardır herhalde” derim. Nitekim Balzaretti’yi sağbeke yazarken, bir bildiği varmış… Almanya ataklarına Bonucci ile birlikte en sıkı direnen oyuncuydu. Aslında genel olarak savunma o kadar başarılı oldu ki; Almanya gibi bir takım oyun disiplinini taca atmak zorunda kaldı. O dakikadan itibaren İtalyan hücumcularının da ofsayt çizgisiyle mücadelesi başladı. O anlarda Di Natale’nin gol çıkaramaması, hayal kırıklığıydı…

İstediği zaman hücum presi yapan; gerektiği zaman topa sahip olan; savunmada zaten İtalyan olan bu takım, finali hak etmişti. Turnuvanın en güzel maçı denilecek karşılaşmanın tarafları, tekrar finalde buluştu. Sıkı bir “savunma-hücum” maçı olacak. Ama bu kez savunmayı yapacak olan taraf İtalya olmayacak.

Hiç yorum yok: