Yaratıcı Pres

Şampiyonlar Ligi ve flaş skorlar denilince aklıma 8-3’lük Monaco – Deportivo maçı gelir öncelikle. Özellikle de son 20 yılın en underrated santraforu Diego Tristan’ın güme giden güzelim golü… Sonrasında ise Manchester United’ın Roma’ya kâbus yaşattığı 7-1’lik rövanş, hemen ikinci sırayı alır. Sadece skor olarak değil, Alex Ferguson’un taktiksel zaferiyle de unutulmaz bir maçtır o…

O gün Roma’nın Manchester United’a göre topa daha çok sahip olduğunu biliyor musunuz? Zaten o dönem orta sahalarında De Rossi, Pizarro, en formda zamanındaki Mancini ve Totti vardı. Manchester United’ın ikili orta sahası ise: Fletcher ve Carrick. Vedat Ağabey yaşasaydı, o ikili için ‘topu kucağına versen 10 metre götüremezler’ derdi muhtemelen. Haksız da olmazdı… Keza beklerdeki Heinze ve O’Shea de ligimize geldiğinde; ‘böyleleri Bank Asya’da sezon sonu indirimine girmiş…’ gözüyle bakılırdı.
Uzatmayayım… 11’e bakıldığında teoride pozisyon bulmakta sıkıntı çekmesi beklenen United, ilk dakikadan son düdüğe kadar fazlasıyla üstün oynadı, rakip ceza sahası çevresinden ayrılmadı, 3-4 dakikada bir pozisyon buldu. Çünkü top ne zaman Roma’ya geçse; takımca prese kalkılıyor hatta o pres, geri pas verilen rakip kaleciye kadar uzanıyordu. Böylelikle bulunan pozisyonların hiçbiri ‘yerleşik savunmaya’ karşı olmuyordu. Fletcher ve Carrick’in ön alandaki Giggs, Rooney, Smith, Ronaldo presine devamlılık katması; Roma’yı uzun toplara itiyor, o topları da boy ortalaması 1.85’in üzerinde olan geri dörtlü sağlık sporu yaparak orta sahanın çok az gerisinde topluyordu. Ve tekrar yeni bir karşı atak…

Orta sahada bir “inceciliğe” gerek duymadan, Giggs’in kanat akınlarına dahi bakmadan (o maçta Rooney solda, Giggs daha merkezde oynuyordu) Manchester United istediği skoru fazlasıyla almıştı. Elbette devamlı bu şekilde tutacak bir plan değildi, öyle olsa ‘futbolun bug’ı bulunmuş gibi bir şey olurdu zaten. Ancak içlerinde bu seneki Beşiktaş’ın da bulunduğu, kadrosunda yetenekten çok mücadele gücü barındıran takımlara çok önemli bir örnek teşkil ediyordu o günkü görüntü.

‘Fernandes’in ayağına bakan Beşiktaş’ tanımlamasının yapılırken, yukarıda anlatılan futbol gerçeğini pek akla getirilmeyecektir. Çünkü bir takımın ne kadar efektif olabileceği, sadece yetenekli ayak sayısıyla ölçülür genelde... Elbette, elde kalan tek yaratıcı oyuncu oluşuyla Fernandes’in değeri önemlidir. Ancak bu sezon Beşiktaş az biraz zirve yarışı yapacaksa bu; kompakt takım yapısı, Necip – Veli orta sahasının alacağı ribauntlar ve kanatlardaki Olcay ve Holosko’nun yapacakları alan savunması katkıları ile olacaktır daha çok.

Evet, bir takımın ‘takımca’ topun arkasına geçmesi veya ön alanda prese kalkışması; rakibi kaleden uzakta tutmakla çok önemli bir savunma sporu olsa da, aynı zamanda bir hücum opsiyonudur. Yerleşik savunmaya karşı sıkıntı çekileceğine, rakip alanında yerleşmeden ya da ‘hücuma kalktığını sanarken’ yakalanacak topların her biri “yaratıcı pres” halini alacaktır.
O örneklerden birini –yukarıdaki görselle anlaşılacağı üzere- Galatasaray maçında yaşamıştık. O dakikaya kadar pozisyon bulması imkansız gözüken, üst üste iki pas yapamayan Beşiktaş; kısa bir ön alan presiyle ‘pas yapmadan’ golü bulmuştu. Veli, Beşiktaş’ın sonlanan atağında geri koşmak yerine Semih’e baskı yapmış ve kazandığı top Holosko’nun koşu yoluna düşmüştü. Holosko bomboştu, çünkü aslında karşı atağa geçtiğini düşünen Galatasaraylı oyuncular ona odaklanmamışlardı. Beşiktaş o kısa görüntüyü ikinci yarı itibariyle daha uzun metraja yayıyor ve maça ağırlığını koymaya başlıyordu hatırlanacağı üzere.

Eğer bir takım sürekli yerleşik savunmaya karşı hücum etmek zorunda kalıyorsa zaten zirve yarışı yapması çok zordur. Öyle bir durumda iş sadece bireysel yeteneklere kalır ki; sürekli birilerinin ayağına bakarak maç kazanılmaz. Nitekim geçen sezonun şampiyonu ve görünürde bu sezonun da mutlak favorisi Galatasaray’ın diğer takımlara fark attığı husus; topsuz oyunda çok iyi alan presi uygulaması ve topu Selçuk gibi yetenekli ayaklara, rakip savunmalar dengesizken ulaştırabilmesidir. Ve tabi ki yine kompakt oyunun bir getirisi olan; ‘ceza sahasında çok adamla çoğalma’ hususu…Hatta form durumu ne olursa olsun iç sahada kolay kolay puan vermeyen Fenerbahçe'nin de; çok uzun zamandır gelenek haline getirdiği 'ilk 45 dakikada ön alan baskısıyla maçı erken koparma' stratejisi de önemlidir. Mesela Bobo'nun penaltı kaçırdığı 1-0'lık maçta; Alex topu santrayla taca vurmuş ve takımının pres pozisyonunu almasını sağlamıştı, sonrasında ise top kazanıldı ve gol...

Barcelona, İspanya gibi “her mevkide topa hükmeden” takımlar bile aslında gol pozisyonlarını daha çok ön alan presiyle yakalıyor. Aksi halde kaleciden Pique’ye, ondan Xavi’ye, ondan Messi’ye gibi senaryosu yazılmış gollerden pek rastlanmaz. ‘Topa sahip olmak’ onlara daha çok; kendileri aktif dinlenirken rakibi hem fizik hem de zihinsel olarak yorma ve 'rakibin presine karşı' topu kaybetmeme konularında yardımcı oluyor.

Bir başka örnek “yıldızlar ve Beşiktaş” denince akla gelen sezonda olmasına rağmen, sahada Guti haricinde hiçbir yıldızın olmadığı; zaruri sebeplerle Ali Kuçik'in sol kanat-forvet oynatıldığı; 5-1’lik Bucaspor maçı dahil, sahaya konan takım görüntüsüyle o sezon beni en çok mutlu eden Beşiktaş’ı izlediğim 1-0’lık Bursaspor maçından. Final ise yine Holosko’dan…
Dizi o zamanlar yerinde olan Ersan, önde kaldığı atakta geri koşmak yerine pres yapıyor ve rakip oyuncu orta sahaya dengesiz bir pas çıkarıyor. Orada da Ersan’ın presine halka ekleyen Aurelio topu kapıyor ve Hilbert’in önüne aktarıyor. Ani atağa kalktığını zanneden resimdeki neredeyse tüm Bursasporlular oyundan düşüyor ve Hilbert’e kolay bir asist imkanı sağlanıyor.

Holosko’nun yine bunlara benzer şekilde İBB’ye attığı goller de var; hem İnönü’de hem Olimpiyat’ta… Zaten elde Holosko gibi bir oyuncun varsa ve sen onu artık 11’de düşünüyorsan; takımın ana hücum planı 'prese dayalı' olmalıdır. Yerleşik savunmaya karşı, kanatta üç kişiyi çalımlayıp içeriye orta kesmesi beklenen Holosko elbette Casper diye anılacaktır. Ama örneklerle anlatıldığı üzere kompakt bir pres takımı olan Beşiktaş’ta, bir anda Rahan’a dönüşebilir… Her ikisi de sağlam koşuyor zaten; Rahan bıçağı nereyi gösterirse oraya, Holosko ise topun atıldığı yere…

Aslında sadece kanatlardaki Holosko’ya, Olcay'a değil, Karabük maçında olduğu gibi Fernandes’e de yarayacaktır bu düzen. Çünkü kalenin 50 metre uzağında, saklambaç oynayan bir diğer orta sahalarla oyun kurmaya çalışacağına; presle kazanılmış ve rakip ceza sahası çevresine, içine düşmüş toplarla direkt tabela etkisi sağlayabilecektir.

Velhasıl, bu sezonun görünürdeki ‘ideal Beşiktaş’ın saha planı böyle olacaktır, olmalıdır. Santrafor (Almeida veya Batuhan) ve Fernandes’in dışındaki her oyuncu, topsuz oyunda bir bütünlük kazanmalıdır. Bilhassa Holosko – Necip – Veli ve Olcay’dan oluşan hatta birinin bile lakayt davranması, tüm takım savunmasını zincirleme olarak çökertecektir. Birinin boş bıraktığı alanı (ve o alandaki adamı) diğeri kapatmaya çalışacak, bu kez onun terk ettiği alan boş kalacak; gemi su almaya başlayacaktır. İşte ‘Olcay’ların uyup da Quaresma’nın uymadığı sistem(!)’ tam da budur… Mevcut düzende Quaresma'nın oturabileceği tek yer Fernandes'in 'santrafor arkası serbest adam' koltuğudur. Orada da ne kadar tercih edilir; Fernandes'e ait olan 'sıkışınca top atılan can simidi' görevini yerine getirebilir mi? Pek olmaz gibi...

Şimdi denebilir ki; “Herkes Galatasaray gibi hücum oynamaz ya da Karabükspor gibi orta sahasını zayıf tutmaz. Yeri gelecek, Beşiktaş kendi yarı sahasından çıkmaya niyeti olmayan, kapanan takımlara karşı da oynayacak.” Bu durumda da yapılacak iş; o alan presini daha öne taşımak olur. Gerekirse rakibin beklerine, stoperlerine baskı uygulayarak... Kalecilerin 90 dakika topu elinde tutacak hali yok nasılolsa futbolda. O top mutlaka oyuna girecek... Kaldı ki elde Batuhan gibi, iftar topunu bile yakalayıp sağına-soluna indirecek bir hedef santrafor var. Yeter ki etrafında biraz kalabalık dolaşılsın.

Beşiktaş bu planı ne kadar uygular, ne kadar başarılı olunur, sene sonu yeri ne olur? Bilemeyiz… Ama bildiğim bir şey var ki; maç kazanma hedefinde en doğru yolun bu olduğu ve üç maçla anladığım kadarıyla Samet Hoca’nın da zaten o yolun yolcusu olduğudur. Şahsım adıma öyle bir takımı kazansa da kaybetse de severim. İyiyi-kötüyü takımca hak eden Beşiktaş izleyeceğiz, orası kesin… Bu da önceliklerin mali tabloyu düzeltmek olan yıllarda benim için yeterli kriterdir.

9 yorum:

Shibby dedi ki...

"Kaldı ki elde Batuhan gibi, iftar topunu bile yakalayıp sağına-soluna indirecek bir hedef santrafor var."

Sesli güldüm betimlemeye :D

Bjk_KnightS dedi ki...

Gerekrse almeida ve batuhan'la bile başlayablirim demiş aybaba. Bence sacma olur cunku takım savunması aksayablir o zaman. bakalım aksam gorecez ne olacak.

Cartalete dedi ki...

İki kaleciyle başlamak gibi olur.

planck dedi ki...

Hoca geldiğinden beri çift forvet diyor da şimdi hem betu hem almeida çok best kaçar. ha, kazanabiliriz belki farklı da kazanabiliriz ama bu şansa olur, rakibin ortasahasının acizliğinden olur. üstüne de hocanın oturtmaya çalıştığı taktikten anlamsız bir şekilde uzaklaşması demek olur. çünkü sonuçta batu da almeida da holoskonun görevini yapabilecek adamlar olmadığına göre farklı bir taktik uygulayacağız demektir. neyse bakalım bekleyelim görelim.

Batistuta35 dedi ki...

Samet hoca kadroyu bozmadı,almeida yedek.hasan ve erkan da ilk 18de.Acaba muhammed ne zaman kadroya girmeye başlar? Fizik olarak hala yetersiz sanırım...

Cartalete dedi ki...

Seyit Atel konuştu o konuda şimdi; daha önce milli takımdaydı, bu aralar da sakat dedi. Yani Samet Hoca'nın onu kadroya almaması gibi bir durum yok anladığım kadarıyla.

Çıkan kadro güzel. Zaten bilindik 11'i olacak gibi Beşiktaş'ın, hani en az 9 adamın peşinen belli olduğu...

Ekrem35 dedi ki...

elazığspor yazını beklemedeyiz üstad :)

Erdal dedi ki...

Elazig macindaki ilk gol kornerden olsa da oncesindeki faul pozisyonu da toplu halde yapilan pres ve Sivok tarafindan kazanilan top sonrasi olustu.

Bu seneki ana planimizin bu oldugu kesin. Daha uzun sureli bunu oynayabildigimiz takdirde bu sezon gayet iddiali olabiliriz. Takimin fizik kalitesinin yuksekligi umutlu olmamizi sagliyor dogrusu. Ayrica istek ve hirsin ust duzeyde olmasi da cok sevindirici.

Yendigimiz takimlar ligin sonunda dogru ama gecen sezon herkesin 3 puan cebi de ciktigi A.gucu macini bile kazanamadigimizi da unutmamak gerek.

Cartalete dedi ki...

Yazı geliyor. Ama bu yazı da aslında bu akşamın maç yazısı konumunda sanki. :)

Neyse, maç postu altında bululaşım yarım saat sonra.