Yarım Kalan Pres

Hollanda’yı 94 Dünya Kupası’nda; Branco’nun frikiğinde Romario’nun son anda kıçını toptan kurtararak golü sağlamasıyla 3-2 kaybettikleri maçtan beridir izlerim. Benim için çoğu büyük futbol ülkesinden daha tehlikeli takımdır; çünkü ne yapacakları belli olmaz. Havaya girdikleri an, 5’lik yapıp bırakmazlar, devam ederler…  Ancak yaşadıkları değişim, onlara o havayı kaybettirmiş gibiydi. Klasikleşen 11’lerinden tam 6 isim farklıydı bugün; haliyle karşımızda acemi bir takım vardı ve izlediğim en kötü Hollanda’ydı.

Bu maç; “hatalardan ders çıkarılacak” maçlardan biri değil, kazanmamız gereken bir maçtı; o fırsat vardı çünkü elde. Eğer grupta denge bozmak istiyorsan; grupta güçlü görünen takımın verdiği bu fırsatları değerlendireceksin. Tıpkı Ukrayna’nın 2006 elemelerinde bize yaptığı gibi…
Elbette bu tip kayıplardan sonra sahada olmayan bir oyuncuya yoğunlaşılır. Bugün o isim Selçuk İnan oldu. Bence de; Nuri, Selçuk, Emre üçlüsünden önde olan isim Selçuk’tu. Çünkü ikili oyuna, tempolu futbola, ön alan prese gittikçe ısınan, ısınmakla kalmayıp ‘fark yaratan’ bir oyuncu haline gelmişti. Ama maçı kaybettiren nüans o değildi bana göre; Emre – Selçuk farkı, bu maçın kaderini çok fazla etkileyecek kadar derin olamazdı.

Bir eksik aranacaksa; isimlere değil genel olarak ‘takım resmine’ bakmak gerekiyor. Ben o resme baktığımda, eksik olan şeyin -bilhassa orta sahada- ‘koşu kalitesi’ olduğunu gördüm.  4-2-3-1 oynuyor ve ön alanda pres yapıyorduk; plan çok doğruydu. Ancak o presler hep sınırlı kaldı; sadece hücumcular tarafından yapıldı. Ben buna kısaca “Nobre presi” diyorum…

Pres, takım olarak yapıldığı anda anlam taşır. Aksi halde o presi kendine yapmış oluyorsun. Nitekim bugün hücumdaki 4 isim baskı yaptı ancak ne orta sahadan, zincirleme olarak ne de savunmadan destek gelmedi; böylelikle iki hat arasında kopukluk yaşandı. Hollanda savunması o presten sıyırıp, topu her çıkardığında; geride hep eksik ve haliyle dengesiz yakalandık. Mesafelerin uzamasıyla orta alanda oluşan boşluk Hollanda'ya kaldı; bolca topla oynama hatta düşünme fırsatı verildi. Neyse ki onlar da hücumda çok kötü tercihler yaptılar. Biraz da, Semih ve Ömer’in mükemmele yakın pozisyon savunması etkili oldu diyebiliriz. Ömer tamam da, şu maç Semih için çok önemli testi. Ve bence geçti, artık “olmuş” bir stoperdir gözümde.
İkili orta sahalarda bulması zor olan taraf; işin hücum tarafını karşılayacak oyunculardır. Bizde onlardan kiloyla satılıyor: Emre, Nuri, Selçuk, hatta Soner geliyor… Ama onların yanında; hem işin savunma tarafını görebilecek, hem de ‘koşu kalitesiyle’ geniş alanı kaldırabilecek bir adam yok memlekette. Bir tane Türk var aslında ama o da Avusturya’da oynuyor ve buralarda kimilerine göre 'futbolcu falan değil': Veli Kavlak.

Mehmet Topal, ülkenin en iyi savunma önü oyuncusu. Ama 2’li orta sahada rolü genişliyor ve bunu kaldıramıyor. Dikkat ederseniz Topal’ın milli takımda fark yarattığı maçlara; sistem mutlaka 4-5-1 (Euro 2008’de olduğu gibi) ya da 4-3-3’dür. Yani o, savunma önündedir ve etrafında iki adet daha orta saha vardır. Keza Valencia’da da o bölgedeydi. Ancak ikili orta sahaya, hele de ön tarafın pres yaptığı bir formata uyum sağlayamıyor. Oysa dün Hamit, Tunay’ın yerine ön tarafta “sağ orta saha” gibi oynasaydı ve Gökhan bek bölgesinde kalsaydı; o bitik hali hiç göze batmayabilir hatta muhtemelen öndeki prese destek verip, boş alanda sıkça (şut attığı pozisyonda olduğu gibi) topla buluşabilir ve maçın iyilerinden biri olarak anılabilirdi. Çünkü o cılız presle bile hata yapan Hollanda savunmasına biraz takım halinde baskı uygulayabilseydik, dün akşam kazabilirdik.

Abdullah Avcı “ideal sistemimiz 4-2-3-1'dir” prensibine bağımlı kalacaksa; orta ikilide takımın koşu kalitesi eksikliğini giderek bir isim bulması gerekiyor. O bölge için benim gördüğüm en ideal adaylar: Necip Uysal ve Mehmet Topuz. Hatta bana göre Sivas’ın çıkışında önemli rolü olan Kadir Bekmezci de düşünülebilir.

Artık futbolda 11 futbolcu olduğu kadar, 11 de ayrı mevki var. Yani nasıl ki savunmada bek ile stoperin görev farkları ve gereksinimleri belirginse; hücumda da santraforla, kenar forvet arasındaki farklar da o derece belirgindir. Buradan Umut seçimine geliyorum. Umut, “yardımcı santrafor” gibi rol aldığı kenar forvet mevkisinde ülkenin en değerli oyuncusu. Ancak ideal bir santrafor değil; tıpkı Bayernli Müller’in de ideal bir santrafor olmadığı gibi…
Umut, kenar forvet rolünde olduğu vakit; yudum reklamlarını anımsatan şekilde uçup vurduğu, direkten dönen pozisyona benzer gibi birçok fırsat yakalar ve değelendirebilirdi; hazırlık maçında Portekiz'e yaptıpı gibi. Çünkü o bölgede "odak noktası" olmuyor... Ancak dün stoperlerin kucağında kaldı daha çok ve odak noktası haline geldi. Stoper kucağında oynamak farklı yetenekler ister; göğsüne, ayağına gelen topların “ölmesi” gibi… Umut bunu yapamadı, aslında Burak da gol rekorlarına yaklaşan bir adam olmasına rağmen; Semih kadar milli takıma yatkın bir santrafor olamadı.

Bir aralar Nihat’la, Mevlüt’le de söylendi bu “modern tek forvetli hücuma geçiş” şarkıları… Ama şu gerçeği kabul etmek gerekir ki; milli takım en uç bölgesinde “koşan, kaçan, sızan” değil “tutan” birini arıyor öncelikle. Mesela yaz dönemindeki hazırlık maçlarında Mustafa Pektemek, o işi bir nebze görüyor gibiydi… Madem Semih Şentürk nöbetteyken farkına varmadan terhis oldu; o zaman yeni birilerini bulmak gerek oraya da, sadece Burak’a odaklı kalmamak açısından. Mesela Batuhan; şu kararlı halini sürdürürse, A Milli’de de 9 numara onu bekler...

Maça dönersek; ben Abdullah Avcı’dan takım olarak direnci arttıracak hamle beklerken ve zaten topu ileriye taşıyamıyorken; manasız şekilde memleketin tüm forvetleri sahaya atılmaya başlandı. Karambolde Okan Yılmaz da girse, “ne oluyor?” demezdim. Hal böyle olunca; Tolga’dan şişirilen toplar dışında bir hücum seçeneği kalmadı. Onların da çoğu rakipten döndü; dönmeyenler de Mevlüt’ün “yenmeyen” ama ısrarla devam edilen çalım denemeleriyle son buldu.

Velhasıl, bence milli takım önemli bir fırsat tepti. Ancak Avcı’nın en azından oyun planı (önde baskı durumu) hoşuma gitmedi değil. Bizim yapımıza uygun format budur; yarın daha formda, daha doğru oyuncu tercihleriyle maçlar kazanılır.Ama Hollanda bu görüntüsünü sürdürürse Romanya hatta Macaristan; bizim yaptığımız gibi fırsat tepmeyebilir. O zaman da grupta dengeler çok karışacaktır.

9 yorum:

Celal Abbas dedi ki...

Abdullah Avcı sahada nasıl berbat kötü bir Hollanda ile oynadığımızın farkına varamamış. Umutsuzluğa sevkeden bu farkındalığın olmamasına. Oyun okumamı diyorduk buna. Son bölümde sanki 1-0 lık yenilgide rakibmizi eliyormuşuşz gibi bir reaksiyonsuz ruh halimiz vardı.

Maç sonu demeçlerini okuduğum Abdullah Avcı farkına varsaydı nasıl bir Hollanda ile oynadığımızın. Sahada nasıl bir hollanda ile oynadığımıızn farkına varamayan bir hocadan umdumu keserim çünkü bunun kısa vadede çözümü yok. Abdullah avcı kafasında maç öncesinde bir plan yapmış bu planı uyguladı. Bir bakıma ezber oynuyor. sahada oynanan oyunu okuyup ona göre takımda bişileri değiştirmesi gerekiyordu. Bu maçda Abdullah avcı bu özelliklerini gösteremeyecekse ne zaman gösterecek.

Kısacası kafasında önceden planladığı bir şablonda Hollanda bekliyordu. Bu şablonun dışında oynayan bir Hollanda ile karşılaşınca Ezberi bozuldu ve ne yapacağını şaşırdı.

Basar dedi ki...

Ahımız almış diyecem, dilim varmıyor... Hollanda'nın son on dakikayı aynı İBB gibi oynaması çok manidar!

Bence dün akşamki en büyük eksiklik, bir takım görüntüsü çizememizdi. Bütünlük sağlayamadık. Dünkü Hollanda ile Beşiktaş, Gs veya fb oynasa paramparça olurdu. Zira Hollanda, 86dan beri izlediğimiz en kötü Hollandaydı. Bursa'da yendiğimiz takımın 5. Yedeği bile olamayacak kalitedeydi.

Zaten en büyük göstergesi son 10 dakikaydı. Senelerin ekolu, çocukluğumuzun idolleri koeman, van Basten, Gullit, rijkaart'ın Portakallarına, son 10 dakikayı Amsterdam Büyükşehir Belediye'si(!) tadında oynamak hiç yakışmadı. Ve malesef biz bu deplasmandan aynı büyüklerin İBB kabusu yaşadığı gibi puansız ayrıldık.

Fly like an eagle dedi ki...

Louis Van Gaal'in yeniden yapılandırmaya gittiği her takımın ilk resmiş maçları hep sürprizlerle dolu olmuştur. Cartalate kardeşim merak etme bir daha böyle bir Hollanda asla bulamayacağız. Zira oynadıkça sistem oturacak ve Hollanda seneye tutulmaz bir takım olucaktır. Yazık. En az bir puan alabilirdik. ( Not: "Ben Arda'yım, İspanya liginde oynuyorum, yıldızım, süperim, ülkenin en klas oyuncusuyum, populer bir simgeyim." vs diyosan o golü atacaksın! O golü atanlar gidiyor büyük turnuvalara.. )

Cartalete dedi ki...

Yalnız şu var; van Gaal gibi, Zeman gibi, Benitez gibi aykırı hocaların antrenman metotları da aykırı olmalıdır ki zaten öyle. Oynadıkları sistemin gereksinimlerini karşılayacak şekilde oyuncularını hazırlamak için, o sisteme uygun bir antreman yolu izliyorlar.

Milli takımlarda o şans yok, sadece oyun planını yansıtmaya çalışıyorlar. O nedenle kulüp takımlarında olduğu kadar milli takımda çabuk adapte edemez bence istediklerini.

Fly like an eagle dedi ki...

Tek sıkıntı Hollanda milli takım idarecilerinin ne kadar sabırlı olacağı aslında.. Bilirsin 2000-2002 arası periyotta arkasında durmadılar. Biraz sabretseler diyeceğim ama son şampiyonadaki başarısızlık "garanti" bir isme gitmeye yönlendirdi onları. Ancak bu garanti adam, sistemini oturtana kadar Allah Hollandalılara sabır versin.

Basar dedi ki...

Ben seneye de bu Hollanda'dan üst düzey takım olacağını sanmıyorum. Karşımızda Belçika milli takımı ayarı bir takım vardı. Oyunu yine eski silahlar oynadı, gençleri pek umut vermedi.

Şunu sormak isterim, hanginiz son 25 sene içerisinde Hollanda'yı yere yatıp zamana oynarken gördü. Bu takımdan pek birşey olmaz. Bizim takım oyuncuların form durumuna çok bakan bir takım, Motive , formda bir Türkiye, formadan korkmazsa iç saha maçını alır.

Fly like an eagle dedi ki...

Sevgili Basar.. Van Gaal'in Bayern Münih'teki ilk zamanlarında da birşey beklenmiyordu ama Hala bile Heynckess onun sistemini oynatmakta. Onlar da yeni yapılanmada ve bence ne olursa olsun sonuc istenen böyle maçlarda maalesef böyle bu işler. Ben de sevmem ama al sana başka bir örnek. Euro 96 İsviçre ile orada oynanan turnuvaya katılma maçında Ogün'ün golüyle 2-1 öndeyiz dakikalar 89 ve Alpay hakemin yanına gider ve başlar " Refree be!! Clock be!! " Bilmem anlatabildim mi ? :D

Basar dedi ki...

Sevgili Fly like an eagle,

Sana hem katılıyorum hem de katılmıyorum. 2 düşüncem var. Birincisi; Van Gaal çok büyük bir hoca, ona şüphe yok ama Bayern Münih ile milli takım çalıştırmak çok farklı. Milli takımda birlikte oynama alışkanlığı olmayan oyuncularla kısıtlı sayıda maç yapıyorsunuz. Eksiklerin üzerinde sürekli çalışma şansınız olmuyor.

İkinci düşüncem ise, Hollanda'nın yeni jenerasyonunda oynayan futbolcular çok vasat. Evet sistem oturdukça mutlaka futbol seviyeleri yukarıya çıkacaktır ama 88'den beri izlediğim hatta 74'den bu yana süre gelen takımlar kadar üst düzey takım olamayacaklarına inanıyorum. Bu yapılanma 1-2 yılda tamamlanmayacaktır.

Fly like an eagle dedi ki...

Sevgili Başar.. Ancak konustugumuz ekol temel futbol prensiplerine daha 7 yasında aşina olmaya başlamış insanlardan oluşuyor. Elbette bir İspanya olmalarını beklemiyorum ama 2010 Dünya kupasında da über ultra futbol oynayan yıldızları taşımadı onları finale. Hollanda bence sistemi taşıyan yıldız değil de yıldızların taşımak zorunda oldukları sistem olan günümüz gerçeğinde her zaman süreleri kısaltabilecek bir ekoldür. Bence tek sorun önceki mesajda yazdığım gibi Hollanda milli takım yöneticilerinin hemen sonuç almak istemekle uzun vadeli programın daha önemli olduğunu savunan kesimler arasındaki tercihi olacaktır. Kısacası sabır kavramı.. Günümüz futbol yapılanmalarının da başarı kıstaslarında ki en büyük sorunu da bu değil midir zaten? Sevgiler.