Çocuksanız, biraz hayalperestseniz ve futbolu da seviyorsanız, ikinci
bir şansınız yoktur. Uyumadan önce, yolda yürürken, hatta bir yandan
yemek yerken; ister istemez hayallere dalarsınız. Hatta bardakta
içtiğiniz suyu bile kendinizi kaybedip, kafaya diktikten sonra futbolcu
edasında ‘olmayan’ malzemecilere doğru atarsınız. Senaryo bellidir,
muhteşem bir futbolcunuzdur ve o güne kadar görülmemiş hareketlerle gol
atıp, takımınıza maç kazandırıyorsunuzdur.
90’lı yılların ortasında Ronaldo adıyla çıkan bir adam, o günün
çocukları için hayalleri yıkan ama bir o kadar da gerçek dünyadaki
futbolu sevdiren bir figür oluyordu. Çünkü yaptıkları şeyler, hayal bile
edilemezdi. O zamanın FIFA serilerinde işi hile hurdaya döküp, her
özelliğini “99” yaptığımız adamlar bile o kadar ‘saçmalamıyordu’. En az
hayaller kadar, sanal zekâ da bir Ronaldo olamamıştı.
Yukarıdan torpilli
O
kadar iyi plase vuruşu yapıyordu ki bazen kaleciyle birebir kalsa bile,
yaklaşmaya tenezzül etmeden yayın oradan vuruşunu yapar, alt doksandan
toz kaldırırdı. Bazen de o, koleksiyonunda Rüştü’yü de barındıran “pis
burun” dokunuşuyla kaleci avlamaları… Bunları her iki ayağıyla da
yapıyordu Ronaldo ve tek olayı “golcülük” değildi.
1996’da yılın golü seçilecek, Compostela savunmasına yaptığı şey;
Ronaldo’nun ne demek olduğunu tanımlıyordu. Normal bir slalom golü
değildi o, başka bir şeydi… Formasına asılmışlardı, ama o düşmek yerine
topu da geriye çekerek, hem ayakta kalıyor hem de topa sahip olmaya
devam ediyordu. Ve kurtulduğu anda “zafere kaçış” edasındaki top sürüşü…
Finali golle yapmadan önce, bir anda cepheye doğru manevra yapışı,
zaten tamamıyla Ronaldo’ya özgü bir şeydi. Luxemburgo’nun dediği gibi;
Tanrı tarafından en iyi olması için özenle yaratılmıştı, farklıydı,
yukarıdan torpilliydi.
Dünya Kupası alsın!
Annesinin söylediğine göre, henüz bebek yaştayken “pas ver pas!” diye
sayıklayan, havalara tekmeler savuran o dişlek çocuk, bir gün çok iyi
bir futbolcu olacağını daha yürümeye başladığı an belli eder. Fazla da
gecikmez. Genç takımlarda “bir maça iki gol” ortalamasını tutturan
Ronaldo, 18’indeyken bir Arjantin maçıyla ilk kez milli olur. Ve elbette
hemen akabinde her yetenekli Brezilyalının karşılaştığı yakıştırmayla
tanışır: Yeni Pele!
Pele’nin de cevabı klasiktir; “Bir bekleyin, önce Dünya Kupası
alsın”. Ronaldo, o fırsat için çok beklemez, çünkü 1994 Dünya Kupası’nda
kadrodadır ve Brezilya kupayı almıştır. Ancak Romario ve Bebeto’lu
takımda, Perreira 18 yaşındaki bu çocuğun yüzüne pek bakmaz, süre
alamaz… Dört yıl sonra, o fırsat daha güçlü şekilde tekrar doğar. Artık
Barcelona ve Inter’de kendini kanıtlamış ve döneminin en iyisi bir
Ronaldo söz konusudur. Takımını da finale de taşır zira… Artık o adı
tarihe kazıma vakti gelmiştir.
Ancak Fransa karşısındaki o “hayalet” Ronaldo, sanki bunun farkında
değildi. Hiç alışık olunmadık derecede silik ve tehlikesizdi… Zaten
gelecek şampiyonluğun da baş etkeni olacak o Fransa savunması, onu
yutmakta pek zorluk çekmemişti. Bir şeyler ters gidiyordu… Dramatik
gerçeğin ortaya çıkması, pek de uzun sürmedi. Ronaldo, final öncesinde
epilepsi krizi geçirmişti. Hatta yıllar sonra aslında onun bir kalp
krizi olduğu ortaya çıkacaktı. Ronaldo, ölümden dönmüştü.
Fernando Couto’nun duyduğu ses
Dünya
futboluna çok nadiren düşen o parıltılı yıldızın, bir de “tarihin en
iyisi” olma yolundan dönüş hikâyesi vardır. Kimilerine göre kendisini
daha sert savunmalara karşı ispatlama derdiyle giydiği Inter formasıyla,
tam 6 ay sonra sahalara geri dönüş yapar. Topla buluşur buluşmaz
“Ronaldo ölmedi’” dercesine kendini belli eder, yine tatlı tatlı topla
akmaya başlar, o klasik feyk hareketleriyle… Ancak dizi döner o yeniden
futbola dönüş heyecanını yaşayan çocuğun… Öyle kötü bir sakatlanmadır ki
bu, karşısında onu savunmaya çalışan Couto bile dönen o dizin “küt”
sesini duyar, hatta çıktığını görür.
Sahadaki herkesin dolu gözlerle, yerde dizini tutarak acı içinde
kıvranırken gördüğü o çocuk, dünya futbolunun gördüğü en özel
yeteneğinin sonudur. Zira artık o Ronaldo, eski Ronaldo olmayacak;
göreceği tedaviler, alacağı ilaçlar ve günbegün artacağı kilolarıyla
başka bir oyuncu olacaktır. O hızlı, büyüleyici derecede teknik,
kısacası “eksiksiz” oyuncuyu tekrar izlemek, pek mümkün değildir artık.
Sadece golcü
Scolari der ki; “Ronaldo yaşadığı o sakatlık sonrası artık yüzde 100
Ronaldo olmayacaktı, ama bize yüzde 80’i yetti…” Aslında yüzde 80 bile
değildi o Ronaldo’dan kalan, ama yine de çok farklıydı. Hani bazı
oyuncular için “ölüsü yeter” denir ya… O nam-ı diğer “Şişko Ronaldo”, bu
deyimin tam karşılığıydı. Elinde avucunda kalan o sezgileri, pozisyon
alışları, elbette tekniği ve gol vuruşuyla bile yine “en iyiler”
arasındaydı. Zira Pele’nin ısmarladığı o Dünya Kupası’nı sadece “golcü
Ronaldo” vasfıyla, üstelik gol rekorlarını kırarak kaldıracak, beş yıl
boyunca da Real Madrid için Los Galacticos ürünü olacaktı. Aslında artık
doktorların “bu kiloyla futbol oynayarak hayatını riske atıyorsun”
telkinleriyle futbolunu noktaladığı Corinthians günlerinde bile hala
farklıydı… Kilolarından iyice ‘kıyafetsiz astronot’ gibi görünmeye
başlamasına rağmen, futbol topuyla buluştuğunda, onu hiç tanımayan
birine bile yeteneklerini fark ettirebilirdi. Zaten onu tanıyanlar, hele
de o kara sakatlık öncesini bilenler için durum çok daha farklıydı. Il
Fenomeno (Fenomen) demek Ronaldo demekti. Lakabı değil, direkt sözlük
karşılığı. Ve o, aslında tüm zamanların en iyisiydi…
Hayatım Futbol Dergisi; Sayı 77