Derbileri dışarda bırakırsak, Bursa deplasmanı büyük hedefli
takımların uğrayacağı en zorlu dış saha maçı olmuştur her zaman. Takımın durumu
ne olursa olsun, bu değişmez. Oradaki atmosfer, deplasman takımını baskın
oynamaya müsaade etmez. Ama çok değil, birkaç ay önce Beşiktaş o sahada “ev
sahibi gibi” oynadı ve çok rahat kazandı. Beşiktaşlı için o günün anlamı üç
puandan, üç golden hatta güzel oyundan fazlasıydı.
Çünkü ortada gerçek anlamda bir “takım” vardı. Net bir kazanma
planı olan ve onu uygulamayı başaran, herkesin görevleri net şekilde çizilmiş,
oyuna sonradan giren Necip’i bile kısa zamanda etkili kılmış bir takım. Bir
plan… Her ne kadar sonrası gelemese de o gün tesadüf olamazdı. Slaven Bilic,
kısa zamanda öyle bir takım resmi çizmişti Beşiktaşlılara. Öncelikle bunu bir
kenara yazalım.
2012’nin yazıydı, her şeyden evvel bağımsızca futbola âşık olan
ve bunu kaleme döken genç arkadaşlarla birlikte, Önder hocayla ilk kez tanışma
fırsatını bulmuştuk. Doğrusunu söylemek gerekirse pek tanımıyordum, o zamanlar
NTVSpor’daki program da henüz başlamamıştı. Elbette davete icabet ettik, bir
yerde oturduk. Önce biraz biz konuştuk, dinledi. Sonra o konuştu, oturup dinledik.
Geç olmuştu, ama kimse saate bakmaya gerek duymuyordu. Çay üstüne çay söyledik,
hiç araya giresimiz gelmedi. Öyle oturduk, dinledik… Ve galiba sebebi şuydu.
Futbol konusunda manyaklık derecesinde ilgiliyiz, 11 yaşında gece kalkıp Dünya
Kupası maçı izleyen biriyiz de… Karşımızdaki insan, tavrıyla değil
anlattıklarıyla o kadar “ben bu işi daha iyi bilirim” diyordu ki, sadece
dinliyorduk. Zevkle, hayranlıkla…
Ben “Beşiktaş, alt yapı” falan diyorum, hoca başlıyor Serpil
Hamdi Tüzün’den anlatmaya. Birisi kenardan Balıkesirliyim diyor, söze
Balıkesirspor’un yapılanma olarak doğru yolda olduğundan giriyor, beş-altı
futbolcu ismi sayıyor (ki hakikaten o gün 1. Lig’de olmayan takım, bugünlerde
Süper Lig’e çıkmaya oynuyor). “Hocam, bizim kulüpler Balkan liglerine neden
çökmüyor?” diyene, o bölgenin İtalyanlar
tarafından çoktan çöküldüğünden ve oradaki menajerlerin ne denli tehlikeli
olduğundan bahsediyor. “Brezilya?” diyorsun, rengini bilmediğin takımların
alt yapı koordinasyondan söz ediyor. Sanki kafasında hazırda bir Google vardı
da her soruya, görüşe verecek rahatlıkla bir cevap bulabiliyordu. “Peki, sizi oraya niye dikmişti?” diyecek
olursanız. Aslında o da bizim, oradakilerin önemini değil, yine Önder hocanın
bakış açısındaki değeri gösteriyordu. O kadar bilgi dağarcığına rağmen, yeni
fikirlere, görüşlere açıktı. Ve dinlemeyi, konuşmaktan çok seviyordu aslında.
Bunu da bir kenara yazalım.
E peki ne oldu bu Beşiktaş’a?
Slaven Biliç güzel, Önder Özen süper, peki Beşiktaş niye 12
puan geride? Bunun saha içi ve dışında bazı nedenleri vardı. En başta
sakatlıklar… Beşiktaş’ın kadrosu kalabalık ama kalite anlamında çok fazla derin
değil. Fernandes zaten bu sezon hiç online değil. Onun haricinde, olmadığı
zaman takımın direkt olarak rengini solduran bazı yedeklenemez oyuncular var.
Başta Oğuzhan, sonra Almeida, Olcay, Gökhan Töre ve her hangi bir bölgedeki Atiba…
Oğuzhan, Bursa
deplasmanında uzun süreli bir yaşadı ve aslında o muhteşem çıkışın, aniden iniş
gösterme sebebiydi bu. Çünkü önde basan, çabuk hücuma çıkmak isteyen bir
takımın orta sahasında, hızlı karar verecek, oyunun bir perde sonrasını
görebilecek bir akla ihtiyacı var. Oğuzhan
olmayınca, sadece eksik kalan şey kendisi olmuyor. Örneğin sürpriz koşularını,
çabuk verkaçlarını attığı paslarla ödüllendirdiği Olcay Şahan da bir anlamda
eksik kalıyor. Sadece asiste değil, “asist
öncesi paslara” ihtiyaç duyan Almeida da öyle.
Olcay her zamanki gibi hep hazırdı, Hugo da bu sezon çok maç
kaybetmedi. Ama işin yaratıcılık kısmını üstlenecek isimleri bir türlü bir
arada kullanamadı Beşiktaş. Hatta Kerim Frei gibi alternatifler de çoğunlukla
sakattı. Böylelikle bazı maçlarda tahmin edilebilir oldu, kilit açamadı. Bazı
maçları 5’lik yapacakken koparamadı.
O sakatlıkların neden olduğunu, Önder hoca televizyonlara
çıktıkça anlatıyor, biraz üstü kapalı bir şekilde. “Hocalarımın antrenman
programından eminim, ama o antrenmanların bir de dinlenme süreci var.” Aslında
bu konuya tarafsız bir gözden bakalım, üstelik işin uzmanından: Ertan
Hatipoğlu. Kendisi Lig Radyo’da şu açıklamaları yapmıştı: “Beşiktaş’ın antrenman metotları oldukça modern. Prese, baskıya, güce
dayalı harika çalışıyorlar. Ancak o antrenmanların bir de tamir süresi var.
Oyuncular o tamir süresini dinlenerek geçirmedikleri için sakatlanıyor.”
Evet, aslında Slaven Bilic ve ekibi o muhteşem Bursaspor
maçındaki görüntüyü “tesadüf olmaktan çıkarmak için” çabalıyor. Klopp’un
Dortmund felsefesini anlattığı gibi… “Biz oyuncularımıza ezberden ‘şuraya bas’
demeyiz, önceden bunun idmanlarını yaparız. Güç enjekte ederiz!” Beşiktaş
teknik ekibinin de aşılamaya çalıştığı şey bu… Ama Bilic Avrupalı, antrenmandan
sonra “bugün uyuyun he çocuklar” demeyi aklından bile geçirmez, çünkü bunu
hakaret olarak görür. Önder hoca ise bu işlerde yeni sayılır. Artık zamanla ya
oyuncular uyum sağlayacak, ya da uyum sağlayacak başka oyuncularla Beşiktaş
yavaş bir değişim yaşayacak. Ama doğru yol budur, ne kadar uzun sürecekse
sürsün…
Her şeyin dışında, bu
takım iki büyük kaos yaşadı. İlki Galatasaray maçının sonu… O kaos
sebebiyle haftalarca taraftar yüzü görülmedi. Trabzonspor, Gaziantespor,
Galatasaray ve Elazığspor… Koca ilk yarıda sadece dört kez “cezasız” şekilde
seyircisi önündeydi Beşiktaş ve üçünü de kazandı. Bu, zaten evinde oynamayan
bir takım için büyük handikap. Çünkü futbol özellikle de zirveye oynayan
takımlar için en çok “hava yakalama” işidir. İkinci kaos ise malum, alenen bir
futbolcunun sahada saldırıya uğradığı Kasımpaşa maçı.
Hatalar
Elbette Beşiktaş’ın “bir var bir yok” performansı, saha içi dokunuşlarıyla
da bazı hataların eseri. Slaven Bilic, maçların ilk planını genellikle çok iyi
yaptı. Zaten maçlar 45 dakikada
bitseydi, Beşiktaş Fenerbahçe’nin 1 puan önünde olacaktı. Ancak maçlar iki
devreli oynanıyor ve Beşiktaş, o ikinci devrelerde çoğu kez kontağı kapattı.
Galatasaray, Fenerbahçe derbileri başta olmak üzere kimi maçın ilk yarısında
rüzgar Beşiktaş’ın lehine işlerken, bir anda işler tersine döndü. Bunun da
nedeni, oyuncuların güçsüz kalışına bağlanabilir. Ancak öylesi durumlarda Bilic’in
de fazlasıyla “refleksiz” kaldığı bir gerçek. Rizespor, Karabükspor,
Antalyaspor gibi “olağanüstü” puan kayıplarının nedeni de ikinci bir planın
üretilememiş olmasıydı. Beşiktaş sahada tahmin edilebilir olduğu anda, farklı
dokunuşlar gelebilirdi. Örneğin kapalı savunmaya karşı oynanacak maçlarda
Almeida’nın yanına daha ilk 11’de ikinci bir forvet daha verilebilir,
kanatlarda yaratıcı oyuncu eksikliği çekildiği anda merkezde pek de ışık
saçmayan Fernandes kullanılabilirdi. Beşiktaş,
Denizli döneminde Yusuf’u sol forvete atarak birçok kilidi açmış, şampiyonluk
almıştı. “Küçük dokunuş” deyip geçmemek lazım…
Beşiktaş bu sezon, geçen seneye nazaran daha alternatifli
bir kadroya sahip ancak “ilk 11 resmi” pek de değişmedi. Önder Özen’e emanet
edilen (ya da maalesef bir ölçüde emanet edilen) transfer stratejisinde, daha
denge bozabilecek net oyuncular alınabilirdi. Geçen seneki ruh haliyle pek de
iyi sinyal vermeyen Fernandes meselesinde daha radikal olunabilir, onun yerine
gelecek ve sistemin en kritik bölgesini “tartışmasız” oynayacak bir ofansif
orta saha, çok şeyi değiştirebilirdi örneğin. Böylelikle Beşiktaş’ın “golü
oluruna bıraktığı” maçlarda, bir anda çıkıp denge bozacak bir isme sahip
olabilirdi. Pedro Franco’yla geleceğe yatırım yapmadan önce, bugün sırtını
rahatlıkla yaslayacağın güçlü ve tecrübeli bir stoper alınabilirdi. Tabii
bunlarda hata Önder hocada gözükse bile; ona ne kadar zaman, ne kadar bütçe, ne
kadar rahatlık tanındı? Neredeyse hepsinde negatif cevaplar alınabilir.
Bundan sonra ne yapmalı?
Fenerbahçe artık ligde uzadı gitti. Ancak lig ikincisi, bu
sezona özel “gizli şampiyon” olacak.
Direkt Şampiyonlar Ligi’ne gidebilmek, hele de tekrar ayağa kalkmak isteyen
Beşiktaş için çok değerli. İşin maddi tarafı bir yana, manevi açıdan da
yeni stada öyle bir güçle girmek, büyük hava katacaktır. O hedefin 4 puan
uzaklık söz konusu. Hatta şayet Kasımpaşa maç tekrarı bu sezon (!) oynayacak
olursa, farkı 1’e indirme şansı da mevcut. Beşiktaş bir şey kaybetmiş değil
hatta çok şey kazanmaya hala çok yakın. Ancak ilk devreye nazaran daha güçlü
olması gerekiyor.
Bu uğurda Beşiktaş’ın iki net transfere ihtiyacı var. İlki,
Fernandes’in hiçbir zaman kotaramadığı ofansif orta saha rolüne. Olcay, Almeida
ve Gökhan Töre Beşiktaş’ın hücum hattını oluşturuyor, arkalarındaki bir ofansif
orta saha ile birlikte. Gökhan Töre, savunma arkasına koşu atmaz. Almeida da
öyle… Bu sezon çok daha skorer olmasına rağmen, attığı gollerin birçoğunda
asist, yatay pas olarak geldi. Dikine hareketlenen bir forvet değil. O konuda
sadece Olcay Şahan uzman… Beşiktaş’ın 10 numarası, Almeida’nın yapamadığı “sızmaları”
yapabilecek kıvamda olmalı. Olmalı ki Beşiktaş daha az tahmin edilebilir olsun.
Adres değil de tarif vermek gerekirse: Pablo Martin Batalla modelinde bir isim,
şart. Transferi yatmak üzere olan Lodeiro da göründüğü ve anlatıldığı kadarıyla
tam olarak o kıvamda değil.
Beşiktaş’ın stoperleri iyi bir takım oyununda sırıtmayacak,
ancak işler kötü gittiği anda “burada biz varız!” diye bağıramayacak ve kolay
dağılacak modelde. Hepsi iyi birer tamamlayıcı ancak lider değiller. Fizik ve sertlik açısından caydırıcı olamıyorlar.
Bunlara maalesef Sivok da dahil. Beşiktaş’a yüksek, sert, büyük formanın
avantajlarını kullanacak kadar caydırıcı ve en önemlisi lider bir stopere
ihtiyacı var. Bruno Alves, o farkı gayet iyi yarattı örneğin.
Peki, bu süreçte ve
gelecekte Beşiktaşlılar ne yapmalı? Yazının en başında Slaven Bilic ve
Önder Özen için bir kenara yazdığımız notları hatırlayalım. Şu bir gerçek,
Önder Özen bu ülkede böylesine bir devrimi gerçekleştirecek nadir futbol
adamlarından biri. Bilgi dağarcığıyla, iş disiplini ve ahlakıyla… Hataları
olacaktır, hiçbir insanın olmadığı gibi o da mükemmel değildir ancak bir başka
alternatifi memlekette yok denebilir. Slaven Bilic’ten daha iyi teknik
direktörlerle Beşiktaş karşılaşabilir elbet, karşılaşmıştı da... Ancak, artık
bu ikiliyi bir arada görmek gerekiyor. Belki profesyonel anlayışa ters ama
Önder hoca’nın Bilic’i “işe aldığı bir teknik direktör” olarak görmüyor. Ona, “o
varsa ben de varım” diyebilecek kadar güveniyor. Yani, “Bilic’i bırak, başka
hocayla devam et” denildiğinde onun da net bir şekilde motivasyonu düşecektir.
Zaten öyle bir şeye izin de vermez gibi
.
Kaldı ki Bilic de iyi bir şeyler yapabileceğinin kıvılcımını
çaktı bu sezon. Ve o kıvılcımların tesadüfen ortaya çıkmaması için çalışıyor.
Zaten Önder Özen ve Slaven Bilic ikilisiyle çıkılan yolda Beşiktaş’ın asıl
amacı buydu: Başarıları tesadüf olmaktan çıkarmak. Yani "Bir gün değil, hergün!" demek... Nihayetinde kaleci antrenörü
Sambade Tolga için gelmedi ya da atletik performans departmanı Hugo Almeida’yı
pırpır forvet yapmak için kurulmuyor. Daha geçen sene Dentinho transferi yapan
bir kulüp, scouting ya da “Kartal Göz” sistemiyle bugünden fark yaratamaz. Beşiktaş,
birkaç ayda anlaşılmayacak düzeyde bir atılım peşinde. Önder Özen ve Slaven
Bilic’in ne kattığını, gerçek anlamda birkaç yıl sonra görebileceğiz. Beşiktaş’ın o kadar
zamanı var mı? Kapıda Klopp & Watzke
ikilisi beklemediğine göre, evet.
Mustafa Demirtaş