2006 Dünya Kupası’nda bir grup maçı. “Pek iyi durumda değiller ama İtalya, İtalya’dır be!” iç sesiyle favoriler arasında gösterilen Gök Mavililer’e Çek Cumhuriyeti karşısında kazanmak için Materazzi’nin golü yetecekken, Filippo Inzaghi son dakikalarda attığı golle galibiyetin üstüne beton döküyor. Gol sevinci tabi ki her zamanki gibi coşkulu… Sanki Materazzi’nin golü hiç yaşanmamış da onun son dakika golüyle maç kazanılmış gibi. TRT’de yorum yapan ağabeyimiz durur mu, patlatıyor cevabı: “Yahu bu kadar sevinecek ne var?”
En başta Filippo Inzagi gerçeği var. Adamın yaşama amacıydı
gol atmak… Ama zaten Dünya Kupası’nda gol attıktan sonra sevinmek için Inzaghi
olmaya da gerek yoktu. Dünya Kupası’ydı orası! 6-1’lik maçta Kamerun’un tek
golünü atan 42’lik Roger Milla’ya da mı “Ne seviniyorsun dayı?” deseydik;
ardında bıraktığı kırılması güç rekora bakmadan? Ancak her şeyden de öte, bu
İtalyan santrforlara gol atmak ayrı bir yakışıyordu. “Postacı mektubu adrese
bırakırken seviniyor mu kardeşim?” diyen Balotelli hariç… O yüzden, mavili
formanın altında yine “güzel sevinerek” golün hakkını verecek, moda tabirle
“golcü gibi bir golcü” gerek. “Prandelli beni iyi tanır!” diyen Ciro Immobile
olabilir mi? Kesinlikle!
Aslında 24 yaşındaki golcü, biraz geç açılmış gibi gözükse
de yüzünü erken gösteren bir yetenekti. Juventus formasıyla Alessandro Del
Piero’nun yerine oyuna girdiğinde, henüz 18 yaşındaydı. Ancak daha sonra
Juve’nin usta birliği için dağıtıma gönderdiği onlarca genç isminden biri oldu.
Ne şanslıydı ki rotası, Zdenek Zeman’ın elleri olacaktı. Zeman, belki hiçbir
zaman mantıklı düşünen bir kulübün ideal hocası olamadı ama bir özelliği vardı
ki, yıllarca farklı emsallerle sabitti: O, genç yeteneklerin aşığıydı ve hele
de ofansif oyuncuysa, biraz da potansiyeli varsa parlamaması için hiçbir neden
yoktu. Ciro Immobile de bunu yaptı, 28 golle kral oldu. Bir Zeman kuralına
riayet ederek ligin en çok golünü yiyip ama uzak ara en çok golünü atarak üst
lige çıkan şanlı Pescara’nın üç özel yeteneğinden biriydi: Diğerleri, Lorenzco
Insigne ve Marco Verratti.
Juventus, sonraki sezon harıl harıl santrfor arayışında
olmasına rağmen Immobile’nin yüzüne pek bakmadı. 2.75 milyon Euro karşılığında
co-owner anlaşmasıyla haklarının yarısını Genoa’ya sattı. Ciro, artık Serie
A’da forma giyecekti ama biraz buruklaşmış hevesleriyle… Sezonu sadece 5 golle
kapattığında herkes “Onu parlatan Zeman’dı, abartılmış oyuncu” gibi düşünmeye
başlamış olsa da; aslında o sistemsizliğin dibine vurmuş Genoa’nın
kurbanlarından biriydi. Juve, aynı miktar karşılığında Genoa’nın haklarını geri
aldı ve aynı gün ezeli rakibi Torino’ya sattı. Sağına sezonun en formda
oyuncularından biri olacak olan Alessio Cerci’yi alan Ciro Immobile’nin yeniden
doğuşu böyle başladı. Ve o, bugünlerde krallığını Serie A’da da ilan etmeye çok
yakın.
Attığı 17 golle, Tevez’in sadece bir gol gerisinde ikinci
sırada olan Ciro Immobile’in en önemli özelliği, sayıdan da belli olacağı üzere
gol vuruşları. Açısı, topun geliş yönü, şiddeti ne olursa olsun çerçevenin
tehlikeli bölgelerine ateş ediyor. Evet, son Roma maçında topun gelişine ancak
Van Persie’nin sol ayağına yakışacak bir voleyle cevap veren Immbile için bu
tabir en uygunu: Ateş etmek! Ayağının içiyle bile sert plaseler göndermeye
başarabilen bir oyuncu. Ancak sadece “golü koklarım, önüme düşen topa
yapıştırırım” gibi bir Mario Jardel modelinden ibaret değil. Bazen o şansını
kendisi yaratıyor, rakibiyle birebir kaldığında adam eksiltmeyi çok iyi
becerdiği oluyor. Bunun en büyük şahidi, Milan’ın krizden dolayı bir türlü
kurtulamadığı kadrolu stoperi Bonera. San Siro’daki maçta Immobile sağ alt
köşeyi bulmadan önce kendisine attığı feyk sonrası oyundan düşmemiş, direkt
olarak stadı terk eylemişti…
“Her gün kendime ‘Bugün neyi farklı yapmalıyım’ diye
soruyorum” demişti bir keresinde. Gelişime açık bir oyuncu olduğu sadece
cv’sinden değil, ağzından dökülen cümlelerle de belli oluyordu. Arsenal’in
kendisini ciddi şekilde takip ettiği söyleniyor ki bu yeni bir şey de değil
aslında. O henüz Serie B’deki sıçrayışını yapmadan önce de Londra scoutlarının
ağına takılmıştı. Ancak bu Dünya Kupası’nda sonra “Ciro Immobile” demek, Avrupa
turnesinden sonra Luis Figo’yu beğenip gelen Selim Soydan – Şadan Kalkavan ikilisinin
scouting’iyle örtüşebilir.
Blog arşivinden: Juventus'un Çocuğu Ciro Immobile (Aralık 2011)
21 yorum:
fiyat tahmini alalım? :)
15-20 milyon arası vardır, Dünya Kupası'nda oynarsa katlanabilir :)
Dortmund istiyormuş Lewa'nın yerine.
o sıralarda juve santrafor aramaya devam ediyordu :/
:) Bu Şadan Kalkavan-Selim Soydan olayı ciddi mi? Beni de bir seyahate gönderirlerse ispanya'da cıva gibi bir portekizli ve yeni maradona adayı arjantinli biliyorum. İzleyip gelicem. İsimlerini gitmeden veremem ama.
Gerçek ya, görüntüyü hatırlıyorum. Havalimanında geldiklerinde Figo'yu beğendik demişlerdi.
hey gidi.. 12 yaşımdan beri (2000'den bu yana) zengin olsam veya başkan olsam nasıl bir beşiktaş kadrosu kurarım diye (Tabii ki genç yıldızlardan oluşan) her yere kadro yazar, Fifa da peste takım oluştururum. son üç yıldır da forvet hattımın ucuna bu çocuğu yazıyordum. Ama bu yıl itabariyle yazmıyorum, zira bizi aştı artık. Yeni bir forvet adayı bulmak lazım bundan sonra :)
Var mı elinde potansiyel beşe altıya alabileceğimiz yetenek mustafa:)
Var var :) Ama santrfor değil, forvet arkası - sol kanat oynayacak bir potansiyel var. Kulübe raporladığım için pek dillendirmiyorum.
Kulubün menfaati için ısrar etmeyeceğim.. :) Ama kulübe raporladığın oyuncu biraz forvet özellikli olsaydı bari.
Bizim ileri üçlü de almeida malum. Gökhan daha ziyade kenar oyuncusu artı gol vuruşu özelliği de soru işareti ki ilk golünü bize geldikten sonra attığınıda unutmamak lazım. Forvet arkasında oynayan fernandes ceza sahası dışından şut çeken ve ceza sahası içine giren bir oyuncu değildi. Sonradan orada oynayan oğuzhan bu konuda fernandesten bir tık önde olsa da ikiside asla tam bir ofansif orta saha olamadı. Zaten asli mevkileri de burası değil ikisinin. Bu sebeple mecburen ilerde gol atıp fark yaratacak oyuncu olarak olcayın ayağına bakıyoruz.
Fener kenarlarda iki forvet özellikli oyuncu oynatırken bizim en azından bir kanatta bu tarz bir oyuncu oynatmamız lazım veya alex-batalla tarzı bir on numara...
Zaten santrfor bölgesine direkt "parayı bas al" stratejisine gitmek lazım, daha net adama yönelmek lazım. Demba Ba işte çare :)
Mustafa, Demba Ba konusunda ısrarcı olduğun kadar transferin olabileceği konusunda umutlumusun? Piyasası olan bir adam ve bana çok zor transfer gibi geliyor. Keşke gelse tabi
Demba Ba'nın büyük bir kulübe gitme ihtimali düştü artık. O yüzden Beşiktaş için alınabilir seviyeye geldi gayet. Umutluyum, ama Gomis'le daha ilgiliyiz sanki
Umarım isimli transfer mecburiyetiyle değil de "bize gider mi" gözüyle izleniyordur Gomis. Bu hafta attığı goldeki ittir kaktır performansı niye alınmaması gerektiğinin örneği. Sağ ayaklı adam, sağına gelen topu kaleye 8-9 metre uzakta stop edemiyor, net vuruş yapamıyor, kötü stop sonrası mecburi bir çalım ve ters ayakla kadere kalmış bir gol. Almeida'ya bitirici değil diyen bir kulübün aradığı adam değil.
İsimli bitik yıldızlara para yakmaya karşıyım ama Santrafor özel pozisyondur. Kadroda 2 kariyerli yedek az tut ama 11'deki santraforun iyi olsun. Özetle basın parayı Demba Ba'ya. Nasılsa "Gomis, Dentinho, Niang" gibi devam edecek bir transfer serisinden her şekilde ucuza gelir, doğru adamı almak.
Bu hafta Sinan Bolat'ın performansı da kaleci seçimi için süper örnek verdi. Kötü mü oynadı? Süper kurtarışlar yaptı, geçmesi kolay değildi. Ancak "büyük takım" kalecisinin yapmaması gereken "haybeden gol yedirtme" hatası yaptı. Cordoba, Rüştü, Cenk vb hep bu işleri yapan adamlardı. Tolga'yı maç sonrası pamuğa yatırasım geliyor. Umarım kaleci seçiminde bu mevzu es geçilmez. Beğenilmeyen McGregor da en azından temiz oynuyordu. Epeydir gereksiz aşırtma golü yemiyoruz.
Kayseri Erciyes'li Yasin'i sezon başından beri çoğu özetlerden de olsa takip ediyorum. Bizim Olcay'ın bir kaç kademe daha yetenklisi gibi, adam çok daha rahat geçiyor, ayağı da düzgün. Her geçen gün de daha iyiye gidiyor, Erciyes'in gollerinin çoğunda büyük katkısı var.
Bu hafta Serpil Hamdi Tüzün'ü farklı iki platformda takip etme fırsatı buldum ve filmin bizden öncesini daha net öğrendim.
YD dönemine benzer 8 yıllık bir durgunluk sonrası 1975'de göreve gelmişler. İlk 2-3 sene organizasyonla ve hocaları yerleştirmekle geçmiş. 1978'de verdikleri ilk oyuncular Ziya Doğan vb tadında ve A takıma katkı sağlamışlar.
1981 Dorde Miliç şampiyonluğunu yaşadım ama hatırlamam. Yalnız 83'den sonrasını takip ederken adam olmamızın 87'yi bulduğunu ve özkaynak düzeninin ilk meyvelerinin emekli olması sonrasında ancak winner hale geldiğimizi görüyoruz.
Sepil Hoca'nın yaklaşımları ile Önder Özen'in tarzı benzerlikler gösteriyor. Uzun vadede fark yaratmak için ise çok boyutlu düşünce ve sabır gerekiyor. Serpil Hoca'nın kendisini "yetiştirici hoca" ile sınırlayan sert huyları olduğu görünüyor. Ama idmanda kaleciye topları kaleden asla çıkarttırmazdım demesi beyninde o başarısızlık alışkanlığını oluşturmazdım demek oluyor ve niye uzun süre winner olan bir takıma sahip olduğumuzu açıklıyor. Kazanmak bir huydur. Kulüp kültüründe yer almalıdır. Beşiktaş gazozuna maçı bile kazanmak için oynar, oynamalıdır.
Geçmişte elde edilen başarı, bugün haberleşme hızından dolayı biraz daha çabuklaştırılabilir ama insan gelişimi sabit olduğundan oyuncuların şekil alması, kazanma kültürünün gerçek anlamda oluşması 3-5 seneden aşağı olamayacaktır. Önder Hoca'nın 1,5 veya 3 sene ile sınırlandırılmaması, taraftarın, yönetimin, basının nihai sonuç için 5. seneyi hedeflemesi elzemdir.
Bir konu da siz altyapı ve yönetimde ne yaparsanız yapın, A takım hocası sağlam olmayınca sonuç elde edilemeyeceğidir. 1975'de başlayan çalışmaların 1989-92 arası tam sonuç vermesi Gordon Milne'i bulmanın ve sonrasında onun ligi, ülkeyi öğrenmesinin uzun sürmesinden olabilir.
Biliç gelecek sezon da bu işi kotaramazsa (%50-50), olası değişim Özen'i götürmemelidir. Hangimiz ilk işe aldığımız adam başarısız olduğunda kovulduk? Futbol Direktörümüz ve projelerimiz uzun süreli olmalıdır.
Barça elendi. Uzun yıllardır hem icat ettiği hem de başka bir takımın oynayamadığı tiki-taka şablonunu başarıyla sürdürmüştü. Ta ki dünya futbolundaki bazı sözde söz sahipleri bu sisteme laf edip "tat vermiyor" diyene ve TD'si değişene kadar.
Geçen yıldan bu yana Vilanova'nın gidişinden sonra Barça tiki-taka'yı önemli ölçüde bırakıp daha beynelmilel şekilde bolca hızla ceza sahasına dalıp bolca kanat oyunu denemeye başladı. Bunda yeni hocanın etkisi kadar, bahsettiğim futbol eleştirilerinin de rolü büyük oldu. Beklenense hem ligde, hem de CL'de ortaya çıktı. La Liga derken, diğerlerine bakınca normalde bildiğimiz Barça'nın bu sene en az 10 puan fark atması beklenirdi, o bakımdan.
Peki bu "herşeyi bilen" vatandaşların eleştirdiği sistem gitti de ne oldu? İki maçta da çareyi 1 gol atayım sonra da kapanayım diyen 80'lerden kalma futbol dışı Dinamo Dresden taktiği sonucu Atletico turu kaptı.
Şimdi gayet merak içindeyim; özellikle başta İngiliz yorumcular olmak üzere, bu garabet durum hakkında neler yumurtlayacaklar? Tiki-taka öyle menem bişeydi ki, D.D. formatı bile ilaç gibi geldi, mi diyecekler. Gerçi onlar için yine fark etmeyecek. Çünkü Chelsea oynadığı kumarın dibini bulup 3 fincandan boşunu açmaya devam edecek. Kupa: Bayern again.
serpil hamdi tuzun demisken böyle bir adamdan kulup neden yararlanmiyor acaba? En azindan mental bilgi alisverisi yapsin genc oyuncularla falan.
Birde Mustafa kardes ciddi ciddi sen profesyonel olarak scoutluk falan yapsana, gercekten bu isi iyi biliyorsun. Birde bu bilgi bu birikime göre ne kadar alcak gönüllüsün, helal olsun sana. Bir besiktasli olarak böyle bilgi dolu bir blogumuz oldugu icin gururluyum. Bunun tam tersi olarak twitterde antipatik bir Besiktasli var mesela, devamli kendini över, herseyi en iyi o bilir ve biat biat diye kafa ütüler.
Iyiki varsin dostum.
Hoffenheim'dan Anthony Modeste,Augsburg'dan Andre Hahn ve Mainz'dan Eric Maxim Choupo-Moting gibi genç isimlerle ilgilenilse keşke
Kazanan takım psikolojisi yaratmak bir üstteki postta anlatıldığı gibi senelik işler değildir.
Etki eden unsurları çok fazla aslına bakarsanız ama en önemlileri oyuncuların özgüvenleridir sanıyorum.
Keza Lucescu'lu Beşiktaş'ın bir şekilde gol atacağını hep bilir hissederdiniz.
Parçalar birbirini çok iyi tamamlamalı , hiç bir oyuncu aldığı sorumluluktan ve rolden kaçmamalı , şikayet etmemeli , işini tam konsantrasyonla yapmalı.Zaten saha içerisinde egonuzu törpülediğniz sürece daha iyi bir futbolcu olmanız kaçınılmazdır.
Neyse duyumlara göre Gomis ile söz kesilmiş.Eğer ki çok golcü bir kanat alınmayacaksa ki , Biliç'in Gökhan ve Olcay'ı kesinlikle değiştireceğini sanmıyorum , sadece Hunt veya Van der vaart veya başka adamlarla bugün FB ile aramızdaki 13 gollük farkı azaltamayız.Bu da bize şerefli 2.lik 3. lük olarak geri dönmeye devam eder.
Ah şu Solomon Rondon'u bi alabileydik ... Bu adam nasıl bu kadar underrated anlamıyorum ben. Keşke Dortmund alsa Lewa'nın yerine , abuk sabuk adamlara para verecekler.
delSolar,
Çok teşekkür ederim. Alçakgönüllü olmayacak bir durum yok zaten, sizler kadar ilgiliyim futbolla. Yazmasını daha çok seviyorum farklı olarak.
Abi dorin rotariu diye bir adam var romanyada bi baki versene .d yararmi işimize
Galatasaraylı Rotariu'nun yeğeniymiş :)
Bir göz atarız.
Yorum Gönder