Derbi ve Trabzon

Dün akşam Galatasaray’ı kıskandım doğrusu… Terim, oyunculara “bu maçı alacaksınız!” demiş, tahtaya yazdığı 11’le de buna inandırmış. Hani savaşa giderken kaçış köprüsünü yıkma olayı gibi; öyle bir takım çıkmıştı ki, baskılı oynamaktan, topun olduğu yere pres yapmaktan başka çare yoktu. Bunu 90 dakikaya yayıp, hak ederek kazandırlar.
Aykut Hoca’nın 11’inde ise; hem taktiksel hem de psikolojik olarak takımını pasifliğe iten nedenler vardı. Agresif olmadıktan sonra, ortasaha kalabalığı pek anlam taşımıyor. Nitekim; Selçuk ve Baroni savunmacı ortasaha olmalarına rağmen, agresif değiller. Her ikisi de belli bir alanda topu bekleyip, savunma yapmayı severler, fazla hareketli oynamazlar… Bununla beraber Caner dışında top taşıyacak adam da yoktu Fenerbahçe’de. Böylelikle Galatasaray presine hiçbir şekilde karşılık verilemedi. 1. bölgeden topla hiç çıkılamadığı için, sahte 9 oynayan Alex’e ulaşan yollar tıkalıydı. Bilica’nın klasik halleri de, kapılan her topun Galatasaray pozisyonuna dönüşmesini sağladı.

Mustafa Denizli hep şunu der; “Oyuncu, hocasının ne düşündüğünü sahaya çıkarılan 11’den anlar…” Dün bu söz resmen doğrulandı. Aykut Kocaman, istim üstündeki Stoch’u kenarda bırakmak pahasına, önlemli bir 11 çıkarmış ve takımının maça olan güvenini sarsmıştı bana göre. Terim ise, kazanmak istiyorum derken; sahaya Baros-Elmander, hatta kenarlara Emre Çolak – Kazım isimlerini yazarak buna inandırmıştı. Narsisttir, sevilir, sevilmez ama bu cesaret işlerini çok iyi yapar Terim. Dün, sahadan çok “soyunma odasında” kazanılmıştı zaten bu derbi… Alex de; Fenerbahçe'nin en kötü derbisinde bile bir şekilde gol atarak, ne denli çılgın bir insan olduğunu kanıtladı tekrar.“Ah ulan Inter!” diyeceğim ama adamların kendine hayrı yok bu sene. Zaten full yedek de çıkmamışlar; Motta, Alvarez, Zarate, Pazzini dinlendirilmiş. Savunmada falan fanteziye kaçılmamış… İkinci yarıda bahsi geçen 4’lüden ikisi girmiş ama ortasaha boşalmış iyice. Bununla beraber, en son Roma’ya üç atan Fiorentina’yla oynayacakları maç öncesi; dün akşam işi çok sıkı tutmayacakları belliydi. O yüzden, Burak’ın kaçan pozisyonunda içime kurt düştü aslında… Lille iyice arkayı boşlamışken bir tane sıkışsa, çok önemli bir başarıya imza atacaktı Trabzon. Ama bu da büyük iştir…

Sağda Alanzinho yerine, az biraz top taşıma özelliği olan; en azından en ufak omuzda dağılmayan bir oyuncu olsa çok daha fazla gol fırsatı yaşanabilirdi. Trabzon’un en büyük eksiği, top taşıyacak oyuncu. Volkan bile bir şeyleri değiştirirdi o özelliğiyle… Yine de her şeye rağmen, oyunu soğutma işi iyi yapıldı. Lille, 90 dakika boyunca orada maç oynandığını unuttu resmen. Gerçi net fırsatlar var ama hepsi Hazard olayları… Aslında Fransız takımlarının karakteristik özelliği budur. Kontrollü oynamaya fazla alışmışlar; kazanılması gereken maçlarda isteseler de agresif bir ortam sunamıyorlar, hem takım hem de tribün bazında.

Ayrıca dün akşamdan sonra Beşiktaş’ın Stoke City maçını alması vacip oldu. Avrupa Ligi’ne bi’ Barça, Real düşmedi yani… Gerçi, ben bu durumu çok dezavantaj görmüyorum. Misal Manchester United, Şampiyonlar Ligi’ne alışmış ve gruplardan elenme durumunda direk hayal kırıklığı yaşayacak bir takım. Bir alt kategoriye adapte olamazlar bana göre… Ama Manchester City için aynı şey geçerli değil. Onlar daha yeniler, nerede bir kupa varsa almak isterler. Neyse, Dinamo Kiev çıkınca da çok şey fark etmiyor üst turlarda. Bari City’e, United’a elendik deriz, geçersek de forsumuz olur.

1 yorum:

Celal Abbas dedi ki...

Şampiyonlar liginde yedekleri oynatma ,rölantide oynayarak kazanmada United zaten tavan yapıyordu. Avrupa liignde bence işi iyice abartırlar umursamazlık ,çoluk çocukla çıkmanın tavanını yaparlar bence.

Trabzonsporda beşiktaşta bu oyun yapılarını istikrarlarını avrupa liginde ileriki turlarda da devam etirilerse ,kötü kuralar olmadığı sürece umutlandırıyor beni.

inşallah güzel günler görürüz.