Röportaj: Roberto Carlos




Dünyanın en iyi oyuncularından biriydi, şimdilerde ise tekrardan dünyanın en iyilerinden biri olarak gösterilmek istiyor ama teknik direktör olarak!

O, dünyada frikik denince akla ilk gelecek isimlerden biriydi. Topa vurmadan önce karşısındaki barajın aklında iki şey olurdu; biri elbette gol yememek, diğeri de sakatlanmamak! Öyle ki onun sert şutları birçok reklam filmine konu olmuş, hatta futbolla ilgilenen insanlar arasında “Roberto Carlos gibi vurmak” deyimini ortaya çıkarmıştı. Umbro’nun, “Umbro Golaço” adıyla yürüttüğü kampanya ekseninde yapılacak frikik yarışmasında da birçok genç Roberto Carlos gibi vurmaya çalışacak. Peki, bu işin sırrı neydi, ne zaman bu yeteneğinin farkına varmıştı? Umbro’nun Türkiye distribütörü Sportive’in de katkılarıyla, Roberto Carlos’la Sivas’ta bir röportaj yaptık ve ondan frikik sanatının bazı inceliklerini aldık, en beğendiği gollerini sorduk. Ve elbette ki Sivas’taki hayatını, takımı, oynattığı alışılmışın dışındaki futbolu ve gelecek planlarını…

Sahi, birçoklarının dünya futbol tarihinin en iyi 11’inde onun adını rahatlıkla sol beke yazardı ve o, Anadolu’daki bir şehrimizde teknik direktördü. “Düğün Dernek” filimde Tüpçü Fikret’in dediği gibi; “Bu Sivas da çok acayip bir yer oldu, Roberto Carlos’la park kavgası yapıyoruz!” Ama o, öyle bir insandı ki daha ilk tanışmamızda –hiç de gerek olmamasına rağmen- elini uzatarak, “Roberto…” diye kendini tanıtmasıyla bile mütevazılığını konuşturuyordu. Hayran olunası bir insanın, bunun farkında değilmiş gibi yaşaması, daha da hayranlık duyma sebebi oluveriyor!

Daha önce hiç frikik çalışması yapmadığınızı ve bunun doğuştan gelen bir yetenek olduğunu söylemiştiniz. Peki, bunu ilk olarak nasıl fark ettiniz?
Çocukluğumda diyebilirim. Daha o zamanlar babam topa çok sert vurduğumu fark etmişti. Ben de o şekilde devam ettim, hiç özel çalışma yapmadım. Tamamen Tanrı’nın bahşettiği bir yetenek… “Avukatın zeki olması için Tanrı ona bir yetenek verir” diye bir söz vardır bizim oralarda. Bana da toplara bu şekilde vurmamı sağlayan bir yetenek verilmiş.

İlk frikik golünüzü hatırlıyor musunuz?
Hayır. Brezilyadaki günlerimde çok fazla frikik golü attım, sanırım o nedenle unuttum (gülüyor).

Topun başındayken, ilk olarak neye dikkat ederdiniz?
Her zaman kalenin yanlarından veya üstlerinden bir referans noktası seçerdim kendime. Topu ilk olarak oraya yönlendirmek ve sonrasında falso vermek için, öyle bir nokta belirlerdim.

Bir frikiğin gol olma şansını arttıran üç etken?
Vuruş beceriniz, konsantrasyon ve kaleyi görüş açınız.

Sizce kariyerinizde attığınız en güzel frikik golleri hangileriydi?
İki tanesinin yeri ayrıdır. Brezilya formasıyla Fransa’ya ve El Clasico’da Barcelona’ya attığım frikik golleri, en özelleridir.

Zaten Fransa’ya attığınız golün bir benzeri hala yok. O golü tekrar televizyondan izlediğinizde ne hissetmiştiniz?
Farklı bir goldü. Televizyondan izleyince, tabii daha da çok mutlu oldum (gülüyor).

Tekrar aynısını atmaya çalıştınız mı?
Birçok defa… Ama hiç başaramadım.

Şimdilerde teknik direktörsünüz, halile sahanın biraz dışında. Takımınız frikik kazandığında “Ah ben olacaktım orada!” diyor musunuz?
Kesinlikle, her defasında aklıma geliyor. Aslında sadece frikiklerde değil. Futbol benim hayatım. Futbolla yaşadım ve yaşamaya devam edeceğim. Antrenmanlarda da maçlarda da her zaman sahaya girip tekrar oynama isteğim var.

Yakın zaman önce “kendisini kanıtlamış” futbolcu Roberto Carlos’tunuz. Ancak artık sabahları “kendisini kanıtlamak zorunda olan” teknik direktör Roberto Carlos olarak uyanıyorsunuz. Bu hayatınızda neleri değiştirdi?
Öncelikle artık şimdi eskisinden daha çok çalışıyorum. Eskisinden çok daha fazla düşünüyorum. Oyuncuyken yapmış olduğum başarıları, teknik direktörken tekrarlamak istiyorum. Geçmişinde büyük futbolcu olan insanlar, aynı başarıyı teknik direktörken başaramayacağına inanıyorlar. Ben ise tam tersi düşüncedeyim ve doğru yolda olduğuma inanıyorum.

Sivasspor’a alışılmışın biraz dışında bir futbol oynatıyorsunuz. Sanki oyuncularınız belli bir şablona bağlı kalmıyor, herkes hücuma katılıyor… Bu oyun felsefenizi nasıl tanımlarsınız?
Birçok hocayla çalıştım, taktiksel ve sistem anlamında birçok şey öğrendim. Ben bir Brezilyalıyım ve futbolda taktiği, sistemi çok fazla göz önünde bulunduran biri değilim. Futbolcu, top ayağındayken coşkuyla oynaması gerekir. O yüzden sınırlamalar yapmıyorum. Ama çok önemli ve belirgin bir beklentim var, futbolcularıma da her zaman söylerim: Topu kaybettiğimiz zaman, hemen herkes yerini almalı ve takım halinde rakibe o topu geri kazanmak için basmalıyız.

Takımınız o şekilde kazandığı toplarla birçok gole imza attı. Bunun için antrenmanlarda da çok mesai harcıyor musunuz?
Zaten idmanlarda takımla birlikte en çok çalıştığımız şey bu: Topu hızlıca geri kazanmak… Hırsımızı, coşkumuzu, gücümüzü en çok bu antrenmanlara harcıyoruz.

Arrigo Sacchi felsefesine oldukça örtüşüyorsunuz. Peki siz de ileride “Roberto Carlos futbolu” diye hatırlanacak bir tarz yaratmak istiyor musunuz?
Sacchi, Capello, Hiddink gibi isimlerin yaptıklarından çok etkilendim ve ben de onlar gibi ortaya farklı bir şey koymak istiyorum, bunu da herkese göstermeye çalışacağım.

Oynattığınız futbol aslında çok da keyif verici. Keyifli futbol da sunabilmek sizin tercihiniz mi yoksa zaten tercih ettiğiniz tarzın, sistemin getirdiği bir şey mi?
Aslında yapmaya çalıştığımız şey çok basit. Bazen futbolun gereklilikleri ve bazen de futbolun keyfi… Antrenmanlarda hep aşılamaya çalıştığımız şey bu; futbolu keyif alarak, eğlenerek oynamak ve bunu yaparken oyunun gerekliliklerini de unutmamak. O çalışmaları maçlara da taşımaya çalışıyoruz.

Sol bekiniz Ziya, sizin döneminizde büyük bir çıkışa geçti. Onunla özel olarak ilgileniyor musunuz?
Ziya aslında Beşiktaş’ta da Fenerbahçe’de de Galatasaray’da da rahatlıkla oynayabilecek bir oyuncu. Evet, kendisini çok iyi geliştirdi ve geliştirmeye de devam edecek gibi görünüyor.

Diğer bek Cicinho… Bir zamanlar “Yeni Cafu” olarak bilinirdi. Onu ülkemize getirmek için telefonu açıp “Merhaba, ben Roberto Carlos” demeniz yeterli oldu mu?
Buraya gelmeden önce çok daha büyük liglerden teklifler alıyordu. Ama ben onu arayınca, hiç düşünmeden hepsini reddetti. Çok iyi bir arkadaşım olmasının yanında saha içinde de bana çok yardımcı olan bir oyuncu. Ve kendisi için de iyi şeyler yaşanıyor. Çünkü Sivasspor’da, Real Madrid’deki Cicinho’yu göstermeye başladı. Hücuma çıkıyor, geri geliyor, gerçekten her şeyiyle kusursuz oynuyor.

“Saha içinde çok yardımcı oluyor” dediniz, Cicinho için oyundaki asistanınız diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Liderlik karakteri yüksek olan bir oyuncu… O varken, sahanın içine çok fazla bağırmam gerekmiyor (gülüyor).
  
Peki, Ziya’nın dışında ligimizde gözünüze çarpan bir sol bek var mı?
Benim aslında gözüm, odağım tamamen Ziya’da. Kendi oyuncum da olduğu için. Ama elbette birçok iyi sol bek var, özellikle büyük kulüplerde. Örneğin Ramon Motta çok iyi bir oyuncu. Ancak “Türk futbolu ve sol bek” denince benim aklıma her zaman Hakan Balta gelir. Bana kalırsa çok kaliteli bir sol bek.

Genel olarak Süper Lig’de en beğendiğiniz oyuncular kimler?
Kesinlikle Erkan Zengin! Çok çok iyi bir futbolcu, Brezilyalı gibi oynuyor. Onun dışında Konyaspor’dan Erdal’ı çok beğenirim. Ama gerçekten burada birçok iyi oyuncu var, Türk futbolu bu konuda epey adım attı. Fenerbahçe’deki dönemime nazaran, ligde çok daha fazla kendisini geliştirmiş, kaliteli oyuncularla karşılaşıyorum.

Brezilya’da artık “hücumcu kanat oyuncusu” kavramı pek kalmadı. Bekler, takımlarının savunmacısı ve aynı zamanda hücumundaki kanadı. Artık bek oyuncuları biraz Roberto Carlos olmak zorunda galiba?
Evet. Ben ve Cafu, Brezilya’da ve hatta dünyada bek anlayışını farklılaştırdık. Bizden önce bekler daha çok defansifti ama biz hücuma da çok çıkmaya başladık ve aynı zamanda savunmaya da geri gelebiliyorduk. Bunun yapılabilir olduğunu gösterdik, önemli bir ezberi bozduk ve herkes bek konusundaki mantalitesini değiştirdi.

Oynadığınız en iyi takımlar hangileriydi?
2002 Dünya Kupası’nı alan Brezilya. Ve 2000’lerin başındaki Zidane, Figo, Beckham gibi oyuncularla birlikte oynadığımız Real Madrid.

Futbolculuk dönemlerinizde muhteşem bir kariyeriniz var, her başarıyı tattınız. Yine de “Keşke şu da olsaydı!” dediğiniz bir eksik parça var mı?
1998 Dünya Kupası’na hala üzülüyorum. Finalde kötü futbol oynamıştık. Onun dışında her şey güzeldi. Real Madrid’den sonra Fenerbahçe, Anzhi günlerinin de ayrı tatları vardı. Yaşadığım her şey çok güzeldi ve gerçekten yeterince tatmin oldum.

Sizin de bir parçası olduğunuz Fenerbahçe, 2007 yılında Şampiyonlar Ligi’nde çok iyi giderken ağır bir sakatlık yaşadınız. Chelsea eşleşmesinde de yer alabilseydiniz, sonuç farklı olabilir miydi?
Tur atlar mıydık bilemiyorum ama önemli bir katkım olacağı kesindi. Ben 12 yıl boyunca Şampiyonlar Ligi’nde oynadım, büyük bir tecrübem vardı. O sezon, çok fazla Şampiyonlar Ligi deneyimi olamayan oyuncularla kuruluyduk. Chelsea maçında o deneyimimle bir fark yaratabilirdim ve belki de yarı finale kadar çıkabilirdik.

Unutamadığınız bir anınız var mı?
Özel bir şey yok, çünkü futbolculuk dönemimdeki her anım çok özeldi. En çok da kamp zamanlarını, büyük maçlara giderken otobüsteki hallerimizi hiç unutamıyorum.

Birlikte oynadığınız en muhteşem oyuncu kimdi?
Zinedine Zidane. Hiç kuşkusuz… Çok iyi bir oyuncu, çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir lider, çok düzgün bir insan ve çok iyi bir aile babası… O tam bir fenomen!

Fenomen demişken… Il Fenonemo Ronaldo hakkında neler söylersiniz? Eğer ağır sakatlıkları yaşamasaydı, tarihin en iyisi olabilirdi diye düşünülür…
Zaten öyle! (gülüyor). Ronaldo’yla sürekli görüşüyoruz. O benim için öyle yakın bir insan ki, 18 yıllık kariyerimde ben ailemden çok onunla aynı odada uyudum. Uyandığımda şöyle yanıma doğru döndüğümde, karşımda hep o yatıyordu (gülüyor).

Peki, hiç takım arkadaşınız olmayan ama “Keşke birlikte oynasaydım!” dediğiniz bir oyuncu var mı?
Var… Francesco Totti! Onun liderlik özelliği beni her zaman çok etkilemiştir.

Kendiniz dışında beğendiğiniz frikik ustası?
Kesinlikle David Beckham.

Umbro’nun frikik yarışması için neler söylersiniz?
Çok güzel, farklı bir organizasyon… Ben de bir şekilde bu organizasyonun içinde olduğum için çok mutluyum. Zaten geçmişti de Umbro kullandığım zamanlar olmuştu. Onlarla tekrar çalıştığım için memnumum. İlk kez yapılan bir proje. Çocuklar, gençler için güzel bir fırsat, önemli bir aktivite.

Tenerife’ye inanılmaz bir golünüz vardı, nerdeyse sıfır açıdan bir şutla. Direkt kaleyi mi düşünmüştünüz sahiden?
Evet, direkt golü düşünmüştüm. Zaten şansa bir gol olsa söylerdim ama gerçekten bilinçli olarak kaleye vurmuştum. Top baya bir falso almıştı.

Sivas’ta günleriniz nasıl geçiyor?
Çoğunlukla çalışmakla… Genelde evimdeyim. Güzel yemekler yapıyoruz, bazen Melih (tercümanı) bize gitar çalıyor, eğleniyoruz (gülüyor).

Bu şehirde sizi hiç şaşırtan bir şey oldu mu?
Yok hayır. Zaten ben de çok küçük bir yerde büyüdüğüm için, beni şaşırtan bir şey olmadı.

Seçme şansınız olsaydı, takımınıza dünyadan kimleri almak isterdiniz?
Kaleye Buffon’u koyardım. Hücum hattına da Robinho ve Cristiano Ronaldo… E tabi Sivasspor’un imkanlarını düşünmeden saydığım isimlerdi bunlar.

Önceki röportajınızda FourFourTwo’ya “Eğer Sivasspor Avrupa kupalarına kalırsa, saçlarımı uzatacağım!” demiştiniz. Takımın yeri hiç de fena değil… Bir saç stili düşünmeye başladınız mı?
Ben unutmuştum onu! (gülüyor). Zaten pek stil yapılacak saçım yok, uzayınca çok kabarıyor. Böylesi iyi.

Röportaj: Mustafa Demirtaş (FourFourTwo Şubat 2014)

3 yorum:

tannhauser dedi ki...

röportaj dışı sohbette ilginç bir şeyler konuşulmadı mı?

Cartalete dedi ki...

yok ya. Tercüman kaçtı hemen kaldık öyle.

Basar dedi ki...

yeni post olmadığı için bu başlık altında yazıyorum.

Aldığımız Kerim ya gerçekten çok çok kötü bir futbolcu ya da Biliç müthiş tutucu bir adam.

Bu maçta Kerim oynamayacaksa gerçekten de çok yanlış transfer. Bari oynayacak oyuncuya para verilip alınsaydı!

Pedro ile ilgili de aynı eleştirileri yapıyordum, adam şansına Sivok sakatlanıp oynamaya başlayınca beni şişirdi. Benzer durum Kerim'de de olabilir. Orta sahanın doğrusu, Fernandes'in kesilmesi vb. çok uzun vadede bulunmuş doğrular. Takımın patronunun daha hızlı doğruyu bulması gerekir, yoksa başarısızlık kaçınılmaz oluyor.

Mesela Olcay'da son birkaç maçta müthiş bir düşüş var. Çok severim ama doğruya doğru. Onu dinlendirip Uğur Boral'ı kullansa olmaz mı?

Çözümler ve kararlar çok geç geliyor. Biliç iyi hoş ama esnekliği çok az. Uzun yıllar milli takım çalıştırmanın getirdiği bir durum sanırım bu. Umarım seneye daha hızlı kararlar alır.