Evet, Elinde Sihirli Değneği Var: Diego Simeone



Takımda öyle bir kopukluk var ki, birileri sahaya girip sağ beklerini kaçırsa kimse fark etmeyecek… Reyes, mahallenin topun sahibi aynı zamanda marka spor ayakkabısıyla etrafına hava saçan çocuk gibi; ayağına aldığı her topla keyfince hareket ediyor, takımın geri kalanları da “Benim neden topum yok, baba bana niye top almıyorsun!” diyor. Karşılarında değil Barcelona, o şehrin kaybeden tarafı Espanyol gelse dahi güle oynaya 4 atıyor. Tüm bu yaşananlar tarih değil ama bir miladın öncesi. Diego Simeone’nin görevi Manzano’dan henüz devralmadığı zamanlar…

İmzası kurumamış teknik direktörleri belki de kısa zamanda yargılamamak için her zaman şöyle bir söz kullanılır: “Elinde sihirli değneği yok.” Ama Diego Simeone’nin vardı… O takımı oradan alıp, aynı sezonun sonunda Avrupa Ligi şampiyonluğuna götürüşü, başka türlü açıklanamazdı. Üstelik ortaya koyduğu takım resmi, tesadüflerin çok uzağındaydı. Atletico Madrid, Simeone öncesindeki  en kötü özelliğini, en iyi özelliğine çevirmişti: Takım olmak! İşte bu yüzden; her devrimin radikal bir dokunuşla başlamasında olduğu gibi, ilk hamlesini o güne kadar “Onsuz olmaz” gözüyle bakılan Reyes’i topuyla birlikte evine göndermek olmuştu.

Onların kısa zamanda nasıl bir takım resmi çizdiği, daha İnönü’deki Beşiktaş maçından belliydi aslında. Alanı öyle kapatıyorlardı ki, Beşiktaş’ın pozisyon bulabilmesi için hazırlık paslarını atarken bile “ince, yaratıcı paslara” yönelmek zorundaydı. Arkalarındaki kale de, Dolmabahçe de, hatta boğaz da güvendeydi… Bu kadar kısa zamanda bunu başarmak, aslında bir başka teknik direktörlük klişesinin daha sonu demekti: Teknik direktörlerin takıma etkisi, söylenildiği gibi yüzde 7’lerin çok ötesinde, hatta belki de yüzde 100’dü.

Bir zamanlar Inter forması giyiyorken, Old Trafford’da oynanan Şampiyonlar Ligi maçında “sayılmayan en güzel gollerden” birini atmıştı Simeone… İğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık ceza sahasında, uçarak kafayı vurmuştu ancak topun dışardan geldiği gerekçesiyle gol iptal edilmişti. Teknik direktörlük döneminde de tıpkı gözünü sakınmadan kafayı vurduğu o pozisyondaki gibi “imkansızı” deniyor. Önce Real Madrid – Barcelona egemenliğine karşı durdu, şimdi de Şampiyonlar Ligi kupasına ciddi anlamda çok yaklaştı. Diego Simeone, hayal etmesini bilen her insan için muhteşem bir kılavuz…

9 yorum:

delSolar dedi ki...

valla son günlerde bir kac kez icimden gecirmistim, Mustafa Atletico icin bir seyler karalasa da okusak diye. Eline saglik, biraz daha detayli taktiksel bir yaziyi da yazin okuruz herhalde:) belkide cl sampiyonlugu sonrasi!

d.amokachi dedi ki...

Elinize sağlık Mustafa kardeş mükemmel bir yazı olmuş. 1996 senesiydi sanırsam Pantic, Simeone, Caminero ve Kiko'lu Atletico gönüllerde yer etmişti. Hem 1903 kuruluş senesi hemde ateşli tarftar yapısıyla benzetirim Beşiktaşımıza. İnşallak yıkar real-barca hegomanyasını da biz romantik Beşiktaşlılara tutunacak bir dal olur...

Cartalete dedi ki...

Evet, bu maç sonunda öyle dökülen bir his yazısı oldu :) Uzunca analiz gelebilir bu konuda gerçekten.

Adsız dedi ki...

Part-1

Atletico maçını daha iyi anlayabilmek için Barça’nın son dönemdeki düşüşünü iyi irdelemek lazım gelir. Cruyff’la beraber başlatılan ve Barça’nın icadı olan tiki-taka taktiği, kısaca takımdaki her oyuncunun mümkün olduğunca pasa katılması (ve bu şekilde oyun alanlarını genişletme) ile top karşı takımdayken her bölgede presle topu bir an önce kazanmaya dayanıyor.

Tita’nın gelişiyle birlikte bu durum biraz değişti. Tita, tiki-taka’ya bağlı kalacağını söylemekle birlikte, dikine oynama oranını artırma adına önemli değişikliklere gitti. Bunda hem Barça’nın uzun yıllardır La Liga ve Avrupa’yı domine ettikten sonra yaşadığı kısmi düşüş, hem de tiki-taka’nın dünya futbolundaki otoriteler tarafından “tukaka” ilan edilmesi etken oldu.

Tita’nın yaptığı değişim için güzel bir analizi aşağıda okuyabilirsiniz:

http://tr.eurosport.com/futbol/ispanya-ligi/2013-2014/barcelonanin-tiki-taka-modeli-nasil-bir-degisim-icerisinde_sto3980474/story.shtml

Yazıda yapılan bir tespit var, oyuncu rotasyonunu artırmakla ilgili. Bu durumla birlikte Barça’daki sorunsal 3’e katlandı:

1) Son yıllarda tiki-taka’da yaşanan problem sistemin değişmesini gerektirmiyordu. Sorun dikine oynamaksa, bunu sistem içinde de halletmek mümkündü. Yapılan değişimle uzun paslar ve kanatlara atılan toplar artırıldı. Fakat yeterince sonuç alınamadı, alınamıyor da. Bu durumla birlikte oyuncular bir nevi zorla sisteme uymaya çalışıyor; bu da takım performansına yansıyor.

Olayı şöyle özetleyelim: toplam takım pas sayılarına da girmeden, Atletico’nun % 57,5 oranındaki pas isabet yüzdesi Barça için % 77,5 iken, Barça’daki pas tercihlerinin rakip defansın baskısı ile oluştuğunu söylemek biraz abes olur. Bu çerçevede yapılan paslara dikkat etmek gerekir: Beklenebileceği gibi en çok top dağıtan konumundaki Xavi’nin attığı paslarda ilk sırayı Dani Alves almış (24 pas), sonra da Busquets (18 pas); daha garip olan durum Iniesta’nın bu paslarda 9. Sırada olması (Inistea 72. Dakikada oyundan çıktı, ama 62’de çıkan Fabregas bile ondan daha fazla Xavi pası almış). Xavi dışında alınan toplam pas rakamlarına bakıldığında ise yine Xavi ve Alves’i görüyoruz ki, bu olayın tüm takım boyutunda olduğunu gösteriyor. Aynı şeyi diğer tarafta Iniesta-Alba özelinde görüyoruz. Iniesta en çok pası Neymar (11) ve Alba’ya (10) atmış. Görünen o ki tiki-taka yerine oluşturulmaya çalışılan tiki-tata pek de verim sağlamamış.

2) Oyun değişikliğini majör oranda oyuncularla sağlamaya çalışmak ayrı bir sorunsal. Özellikle Fabregas bu konuda kilit isim durumunda. Pedro çok vasıflı bir oyuncu olmayabilir, ancak sırf Fabregas’ı oynatmak için hızlı ve geniş alan kullanabilen, Barça stili pas almaya alışkın Pedro kesik yemeye başladı (gerçi yukarıdaki yazıda belirtildiği üzere Messi bile). Oysa Pedro-Messi gibi oyuncuların sistemde kilit rolleri var. Özellikle rakibin defansif kurgusunu bozma bağlamında. Mesela orta alan oyuncularının çapraz koşu atması en zor konulardan birisidir; ki Barça gibi pası dağıtacak 2 orta alan virtüözüne sahip bir takım için bunu beklemek oldukça zor. Elbette bunu öncelikle ileriye yüklenen 3’lü yapacak. Ne Fabregas, Ne de Messi’ya yeterince pas atılmayınca Neymar bunu yapamaz. Özetle: Ne Xavi ne de Iniesta düşüşte. Sorun yeni sistemde.

Adsız dedi ki...

Part-2

3) Cruyff’un söylediği önemli bir olay var; diyor ki oyunu beklerle kuramazsınız, çünkü bir yanınız oyun dışı kalır. Yine diyor ki orta alanda 2 defansif oyuncu oynatırsanız buna mecbur kalabilirsiniz, bu yüzden bunu yapmayın (şimdiki Beşiktaş için de bir gösterge aslında; beklerimiz de ortadayken üstelik. gerçi malzeme meselesi). Bakınız, pasa dayalı bir hücum sisteminiz var (ve Cruyff’un dediğine uygun şekilde 1 DOS’unuz). DOS’un önünde oynayan ikili yıllardır inanılmaz işler yapmış, onlarla uyum içinde olan Messi ile birlikte hücumda da varyasyon sağlayabiliyor. Neymar’ın katılımıyla ilgili sorun yok. Sorun, bütün içinde hareket halinde oynayabilecek bir takımı, sırf birileri eleştirdi ve rakipten defansif oynayıp kazananlar oldu diye farklı bir formata sokarak zorla kanat oyunu oynatmaya çalışmak (bizim zorla Serdar’la kanat oynamamıza çalışmaya benziyor sanki; farkı onlar takımsal olarak sıkıntı yaşıyor, bi oyuncu ile). Yukarıda yazıldığı üzere Fabregas bu sistemde zaten sorunlu; ancak oyunda kalış sürelerini de hesaba katarsak, rakamsal olarak ondan sonra gözüken ama aslında yarım saat daha fazla oyunda kaldığı için takımın en az pas alan alan adamı Messi olursa, tiki-tata olur size tiki-kaka.

Gelelim Atletico’ya. Akıllıca iş yaptılar; Barça’yı iyi tanıdıklarından hem ilk maçta, hem de rövanşında mümkün olduğunda takım halde defansif oynayıp, “1 gol atarsam gerisine bakarım” şeklinde düşündüler. Futbolu takip edenler şöyle der: “Barça’yı kapalı oyunla yenerler”. Aslında tam da öyle: “kapalı oyun”. Konu hakkındaki bana göre en net yorumu Xavi maçtan sonra yapmış:

“Kazanmayı hak edip etmediklerini bilmiyorum. Maçı tekrar izleyince göreceğiz. Bizim 4-5 net şansımız vardı, onlarsa bu şansları sadece ilk 15 dakikada yakaladılar. En azından maçın uzatmaya gitmesini hak etmiştik.”

Atletico’ya gelince; Chelsea, Bayern ve Real Madrid arasında bir şansları yok. Zira: Barça için çok daha önceden R.Madrid tarafından icat edilmiş ama çoğunlukla başarısızlıkla uygulanmış ve biraz geliştirilerek Bayern tarafından başarıyla uygulanmış bir taktiği son nefeslerini harcayarak sahaya yansıtarak buraya geldiler. Ve bundan sonra kadro kalitesi, hücum baskısı vs derken: “money talks”.

Aslında “Barça” ve “ötekiler” var. Bu yüzden “Barça” için üretilen taktiklerin “diğerleri” için uygulanamayacağı gerçeği de var.

Adsız dedi ki...

Ekleme: Atletico'nun tur şansı bu 3'lü içinde Chelsea ile eşleşmelerine bağlı. Bu durumda bir şansları olabilir. Taktikleri diğerlerine göre bench eksikliği yüzünden kısıtlı. Bayern bunu affetmez. Real ise bildiğiniz halde.

Not: Simeone'yi ben de takdir ediyorum. En azından "tanıdığımız adam" Arda'yı La Liga'da zirveye oynayan bir ekipte başarı ile oynatabilmesi bile başlı başına bir başarı. Geçmişte FT formatı ile sahaya çıkan Arda ile bugünkü arasında dağlar kadar fark var. Diego Costa olayı ise aslında Arda'dan bile daha önemli.

Cartalete dedi ki...

Eline sağlık

Aslında Barcelona, Guardiola gittiğinden bu yana o ölümcül tiki-taka özelliğini kaybetmeye başlamıştı gördüğüm kadarıyla.
Adam zaten topu öylesine vermemeye odaklıydı ki stopersiz 3-4-3 sistemini geliştirmişti. Öyle bir takım kolay kolay tekrar ortaya çıkmaz.

Adsız dedi ki...

Teşekkürler Mustafa.

İşin garip tarafı, en azından Barça orta sahası için konuşalım, kimse başarılı şekilde uygulanan sistemden hoşnutsuz değilken yapılan bu gereksiz -ve bana göre olmayacağı belli- modifikasyonlar. Geçmişte sorun yokken Barça'nın birçok maçında, mesela 60. dakikada skor 3-0 olduktan sonra duran ve hücum etmeyen oyuncular gördüğümde "sıkıldılar herhalde" diye çok demişimdir. Demeçlerine göre görünen o ki sıkılmamışlar, muhtemelen kasmamışlar.

Bu arada Atletico için kalbim temizmiş, Chelsea'yi çektiler. Belki de son 20 yılın en başarısız Premier Lig düzeyi şaşırtmasın, Mourinho son takımı ile iyice su koyverdi. Atletico için tur hiç de sürpriz olmaz. Diğer yandaysa Real'in Bayern'e dayanabileceğini sanmam.

İlaveten: Konya maçındaki hakem Çağatay Şahan gerçekten başarılı. Klişe isimlerden daha fazla şans bulmasını, hepsinden önemlisi bozulmamasını dilerim.

emruli dedi ki...

Çok ilgisiz olacak ama en güncel forum burası diye yazıyorum. Bu sene 2. de 3. de olsak ben bu takımla gurur duyacağım. Geçen sene, maçın belirli bölümlerinde göze hoş gelen, yine iyi niyetli ama kaos odaklı futboldan sonra, sahada ne yaptığını, nerede durması gerektiğini bilen, futbolun doğrularını yapmaya çalışan bir takım haline geldik. Belki daha da önemlisi, geçen haftaki derbi rezaletinden sonra, en hırslısı bile sadece topla, iyi futbolla ilgilenen futbolculardan oluşan bir takımın taraftarı olmak beni çok mutlu ediyor. Bu takımın kurulması da sezer&toraman'ın kadro dışı bırakılması da (yd'den sonra o kelimeleri kullanmak istemiyorum) benim sahada belki de her şeyden çok görmek istediğim Beşiktaş Etiği'nin yansımaları.

Bu sene, temel eksiklikleri tamamlama yılıydı, umarım önümüzdeki sene nokta atış yılı olur.