“Ben senin yaşın kadar futbol oynadım!” diye biraz da
mübalağa serpiştirilmiş bir halk deyimi vardır ya… Söz konusu Alessandro
Costacurta’ysa, ortada bir abartı yok demektir!
Eğer futbolla tanışma yıllarınız 90’lı yıllarda denk
geliyorsa, kulak aşinalığıyla öğreneceğiniz birkaç şey vardır… Milan, o güne
kadar tarihin gördüğü en büyük takımdır. Eğer bir yerde çok iyi oynayan bir
takıma denk gelir ve içinizden onları övmek isterseniz, “Milan gibi takım!”
tanımını yapmalısınız. Henüz Sovyetler Birliğine attığı ve İsviçre bilim
adamlarının çözemeyeceği tek fizik olayı olan golünü izlememiş olsanız da,
Marco Van Basten en büyük golcüdür, ayrıca Ruud Gullit de en büyük yıldız.
Almak isteyeceğiniz ilk forma, kırmızı-siyah çubuklu olanıdır. Çünkü o
zamanlarda futbol demek, Milan demektir.
Bir gün, sadece gol olduğunda heyecanlanmak ve topla
büyüleyici hareketler yapan, biraz da karizmatik olan futbolculara hayranlık
duyma ilgisinin ötesine geçip, futbolun tarihine inme yolculuğuna
çıktığınızdaysa; Milan’a duyacağınız şey hayranlıktan çok, saygıya dönüşür.
Hikayenin başlangıcı, Silvio Berlusconi’nin 1986’da istifanın eşiğindeki
Milan’ı devralmasıydı. Berlusconi, bir yandan Euro 88’in yıldızlarını takıma
kazandırmakla meşgulken, öteki yandan bu büyük projeyi o güne dek pek adı sanı
duyulmamış, bu sebeple lakabı “Bay Hiç Kimse” olarak kalmış Arrigo Sacchi’ye
emanet etmişti. Hatta büyük sükse yaratarak Milan’a transfer olan Marco Van
Basten de açık yüreklilikle, “Sacchi de kim? Hakkında hiçbir fikrim yok!”
sözlerini sarf edecekti. Ama Sacchi, dünya futbolunu öyle bir oyun taktiğiyle
tanıştıracaktı ki, böylesine bir futbol aklına ancak “hiç kimse” sahip
olabilirdi.
Marco Baresi, savunmanın lideri, rakip atakların
sonlandırıcısı ve çoğu zaman da Milan ataklarının başlangıç noktası… Kaptanın
işi oldukça zordu, o yüzden yanındaki çocuğun, Costacurta’nın “pis işleri”
üstlenmesi gerekiyordu. Sıkı markaj, gerekli zamanlardaki sert fauller, kafa
topları… Aslında 1979 yılında Milan’a ayak bastığı zamanlarda onun hayali çok
daha farklıydı. Basketbolcu olmak istiyordu, zaten boyu da oldukça
elverişliydi. Tam bir NBA hastasıydı Alessandro. Elbette, kulübünün basketbol
şubesi, yani Olimpia Milano’nun da maçlarını kaçırmıyordu. Hatta öyle bir
noktadaydı ki bu hastalık, Olimpia Milano’nun göğüs sponsoru olan “Billy”
isimli içecek markası; zamanla Costacurta’nın lakabı olacaktı. Ancak biz yine
de hikâyenin geri kalanında ondan kendi ismiyle bahsedelim. Zira futbol
tarihinin kulağa en hoş gelen isimlerinden birine sahip.
Costacurta, Gullit’li, Van Basten’li birçoklarına göre
futbol tarihinin en iyi takımının da bir parçasıydı; o günlerden tam 20 yıl
sonra, bir zamanlar takım arkadaşı olan Carlo Ancelotti’nin hocalığını yaptığı
Pirlo’lu, Kaka’lı, Shevchenko’lu Milan’ın da… Ve belki de Milan tarihinin görüp
görebileceği en güzel yıllarına sahada tanıklık etti. Serie A şampiyonluklarını
kutlarken, Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırırken etrafında birçok yeni yüz,
farklı yıldızlar vardı. Ancak o, her zaman Baresi’nin yanında olduğu günlerindeki
gibi “ikinci adam” olmaktan kaçınmadı. Sadece yanındaki stoperin değil, her
hangi bir sinema yıldızının kademesine girecek kadar karizmatik bir duruşa,
imaja sahipti. İstikrarın sözlük karşılığıydı. Shevchenko’yu “en verimli
dönemini bitirdi” diyerek satılması konusunda görüş bildiren, Beckham için “38
yaşına kadar oynar” raporunu veren Milan LAB’daki bilimadamları bile onun için
“Bizlik bir şey yok, Maldini ve Costacurta gibi oyuncular birer istisna!”
diyecekti. Monza’da kiralık geçirdiği 1 yıl dışında, tam 20 sezon Milan gibi
bir kulübün parçası olmayı başardı.
Alessandro Costacurta... 41 yaşından gün
alırken Şampiyonlar Ligi maçına çıkarak; aslında sadece futbolseverlere değil,
bütün insanlara “hiçbir şey için geç değil!” mesajını veren adam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder