Bir erkek, ilk kez dışarı çıktığı bir kadınla gün geçirdiği
zaman sürekli kafasının içinde test çözer. Daha mağazaya varamadan, “bir
milyonun var mı be abi” modelindeki kaldırım yan kesicilerinden biriyle karşılaştığımda,
günün ilk sorusunu sormuştum kendime. “Şimdi ‘yook kardeşim’ diyip savuştursam,
adam yapışsa acaba hakkımda ‘ne pinti çıktı, 1 lira vermedi ki kurtulalım’ diyecek…
Ama bu sefer de parayı verdik diyelim, o zaman da tırstı galiba diye düşünmesin
sonra?” Derken, pintiliği korkaklığa tercih ederek eli cebe atmadan bir şekilde
meseleyi atlatmıştım.
Her ne kadar tarzım değil desem de mağazaya girer girmez bir
deri ceket çarpmıştı gözüme. Böyle rengi falan, Brad Pitt’in Dövüş Kulübü’nde
giydiği cekete benziyordu. “Giyersem belki hafiften Tyler Durden havası veririm”
umuduyla cekete yaklaştım. Bir klasik olarak daha bedenine vesaire bakmadan
direkt etiketini çevirdim, o zamanki maaşımın 4’de 3’ü yazıyordu. Etiketi,
benden sonra gelip bakan da aynı hayal kırıklığına uğrasın diye tekrar ters
çevirdim. Ve cekete “i’ll be back” bakışı atıp uzaklaştım. Nihayetinde Mario
Gomez’i Bayern Münih’ten almaya gerek yoktu.
“XS nasıl bir beden yaa, hobbit misin sen tıhehe” gibi arayı
ısıtayım derken yapılmış aslında hiçbir işe yaramayan gevşek esprilerimden
sonra mağazadan çıktık. Aslında günün amacı noktalanmıştı. Ve kafamdaki diğer
sorunun cevabına gelmişti sıra. “Şimdi ‘haydi gel buradan gidip bir şeyler
yapalım’ dersem, ‘iyi ki bir yardım istedik hemen buluşma gününe çevirmeye çalışıyor’
diye beni görmemiş kategorisine koyar mı? Ee böyle dümdüz de gün noktalanmaz ki”
derken ikisinin ortasını buldum. Yakınlarda bir yerlerde bir şeyler yemek…
Bir müddet dolandıktan sonra artık yorulmuş olacak ki ara
sokakta lahmacun, kebap tarzı bir şeyler yapan dükkânı işaret etti. Girdik.
İkişer lahmacun, ayran, mayran söyleyip üst kata çıktık. Masalar kirliydi,
tavanı alçaktı, yemek kokusu direkt olarak üzerimize vuruyordu. Aç bıraksam
daha iyiydi yani. Birkaç dakika şaşkın şaşkın ortalığa baktıktan sonra can
sıkıntısından karşısında gördüğü diğer dükkânların tabelalarını okumaya
başladı. Artık bu işe bir dur demenin vakti gelmişti. “Ya ne diyeceğim, şurdan
bi arabaya atlayıp daha doğru dürüst bir yerlere geçsek?” Gözündeki “e nihayet”
bakışını yakalamıştım. “Ama siparişleri verdik?” dedi. “Ne olacak ya, veririz
parasını en fazla. Dur ben hallederim” diyerek hem bizi oradan kurtarmış hem de
“aslında pinti falan değilimdir” mesajını vermiştim.
Güzel bir gündü neticesinde, ama ne olmuştu da bu kadar
hunharca saçmalamıştım? Aslında fazla ince düşünmem dışında benlik bir durum değildi. Yanımdaki insanın
eften, püften sebeplerle çıkarım yapacak, beni yargılayacak biri olmadığını
biliyordum. Nereye oturursak oturalım, kibirli bakışlar atmayacak; ağzımdan aslında bana ait olmayan boş laflar çıktığında, cevap
olarak beni gayet gömecek kelimelere sahip olmasına rağmen bunu pek tercih
etmeyecek biriydi. Onun verdiği rahatlıktı. Aslında çok güzel bir şeydi, ama
galiba ayarımı da bozmuştu. Zaten Beşiktaşlının mayasında rahatlık diye bir şey
yoktu ki.
Feyyaz’dan sonra kanırtarak gol atmayan, yakaladığı zaman
affetmeyen golcüye 20 sene sonra kavuşmuş neslin çocukları değil, bizzat
kendisiyiz. Evet, Demba Ba... Son gol kralı İlhan Mansız bile o kadar yüzdeli
bitirici değildi. Şimdi gözler böylesi bir golcüye alışmışken, tekrar eskiye
dönüş olmazdı. Dönülmedi, hatta daha iyisiyle… Mario Gomez.
Alman milli takımında 60 maça çıkmış, 25 gol
atmış adamı “şöyle vuruyor, böyle uçuyor” diye uzun uzun anlatmayayım. Ama şunu demeliyim, tribünden sahaya atılmış
topu bile asiste çevirebilecek bir golcü. Sağ veya sol fark etmeksizin gol vuruşu,
fiziğine rağmen savunma arkasına doğru koşular, kafa hâkimiyeti, e bir de Alman…
Bu ligde bir Alman futbolcunun katkı vermesi için yürüyebilmesi bile yetmiştir
her zaman.
Ama işte “bu adam nasıl olsa topu içeri atar” rahatlığı da
tehlikeli olabilir. Kağıt üzerinde soldan Quaresma kessin, soldan Gökhan Töre
aksın, Mario Gomez bulduğunu kaleye vursun sistemi güzel duruyor. Ama o iş,
Simao – Quaresma kanadıyla pek yürümemiş, Beşiktaş ligi beşinci bitirmişti.
Öyle bir sistemde, Mario Gomez de Almeida gibi ıssız bir forvete dönülebilir,
Olympiakos maçında olduğu gibi yalnızlıktan rakip stoperlerle verkaça girmek
zorunda kalabilir. Elbette daha bitirici ve daha doğru koşular atan bir
santrfor olmasıyla, Almeida’ya nazaran daha çok gol atacaktır sistem ne olursa
olsun. Ama forvet koşularıyla onu destekleyecek birilerinin kısacası Podolski’lerin,
Müller’lerin olması, kalitesini daha net açığa çıkarır. Öylesi de sadece Olcay var. Şu Demba Ba'dan düşen parayla gole yakın oynayacak yabancı bir kenar forvet de alınırdı sanki.
Mario Gomez’in asıl güzelliği de şu. Dünya futbolunun üst düzey kategorisinde yer almış belki de son klasik santrforu. Büyük liglerin tepeye oynayan takımlarına bakılınca, Mario Gomez gibi 90’lardan kalma görüntüsü veren endamlı golcülerin pek kalmadığını görürüz. Oysaki bizim ligde bu kural hiç değişmedi. Topu içeriye vurabilen santrafor, her zaman fark yarattı ve yaratacak.
Mario Gomez’in asıl güzelliği de şu. Dünya futbolunun üst düzey kategorisinde yer almış belki de son klasik santrforu. Büyük liglerin tepeye oynayan takımlarına bakılınca, Mario Gomez gibi 90’lardan kalma görüntüsü veren endamlı golcülerin pek kalmadığını görürüz. Oysaki bizim ligde bu kural hiç değişmedi. Topu içeriye vurabilen santrafor, her zaman fark yarattı ve yaratacak.
Memleket futbolu için en doğru transfer stratejilerinden
biri, Avrupa’nın büyük kulüplerinde az forma şansı buluyor diye değeri düşmüş
kaliteli oyunculara dadanmak. Beşiktaş’ın son iki büyük transfer satışında bu
strateji vardı. John Carew ve Demba Ba. Mario Gomez de aynı düşünce yapısının
ürünü. Güzel bir yoldur bu, yanılma payı çok düşük olur.
Zaten ben de o deri ceketi aylar sonra seri sonu reyonunda
yakalamış ve ilk gördüğüm fiyatın neredeyse yarısına almıştım.
Tıpkı Beşiktaş’ın Mario Gomez’i Fiorentina’dan koparışı gibi. O da çok istediği
ceketi buldu mu bilmiyorum, bulmuştur umarım.
4 yorum:
Harika.
Çok güzel bir yazı olmuş abim eline sağlık. Tek korkumuz gomez'in sakatlıklarının nüksetmesi. Son yıllarda kaçırdığı maç sayısı bir hayli fazla, Beşiktaşlı olduğumuzu da üstüne eklersek. Sanki eskiden pahalı olduğu için eve az girecek olan pringles tadı da vermiyor değil. http://www.transfermarkt.com.tr/mario-gomez/verletzungen/spieler/6288
abi benim takildigim o ceket ustune tam oturdumu ben o kisimda kaldim :)
Hahah, oturdu oturdu :)
Yorum Gönder