Deri Ceket ve Mario Gomez

Aslında pek tarzım değildi. Genelde spor görünümlü ama poşet gibi parlak durmayan, sıcak tutan ama bakınca da 25 derecede eldiven giyen Marcio Nobre gibi “titreme gelmiş adam” havası vermeyen montları severdim. Ama gelip bana, “hadi gel seninle deri ceket bakalım” deyince ağzımdan hayır kelimesi çıkamamış, belli bir saatten sonra ortalıkta dolanmaması gereken semtlerden birine gitmiştim onunla. Gerçi o yerlerde yaşayan taraf bendim, muhtemelen fabrika çıkış mağazası orada diye tav olmuştu. Neyse.

Bir erkek, ilk kez dışarı çıktığı bir kadınla gün geçirdiği zaman sürekli kafasının içinde test çözer. Daha mağazaya varamadan, “bir milyonun var mı be abi” modelindeki kaldırım yan kesicilerinden biriyle karşılaştığımda, günün ilk sorusunu sormuştum kendime. “Şimdi ‘yook kardeşim’ diyip savuştursam, adam yapışsa acaba hakkımda ‘ne pinti çıktı, 1 lira vermedi ki kurtulalım’ diyecek… Ama bu sefer de parayı verdik diyelim, o zaman da tırstı galiba diye düşünmesin sonra?” Derken, pintiliği korkaklığa tercih ederek eli cebe atmadan bir şekilde meseleyi atlatmıştım.
Her ne kadar tarzım değil desem de mağazaya girer girmez bir deri ceket çarpmıştı gözüme. Böyle rengi falan, Brad Pitt’in Dövüş Kulübü’nde giydiği cekete benziyordu. “Giyersem belki hafiften Tyler Durden havası veririm” umuduyla cekete yaklaştım. Bir klasik olarak daha bedenine vesaire bakmadan direkt etiketini çevirdim, o zamanki maaşımın 4’de 3’ü yazıyordu. Etiketi, benden sonra gelip bakan da aynı hayal kırıklığına uğrasın diye tekrar ters çevirdim. Ve cekete “i’ll be back” bakışı atıp uzaklaştım. Nihayetinde Mario Gomez’i Bayern Münih’ten almaya gerek yoktu.

“XS nasıl bir beden yaa, hobbit misin sen tıhehe” gibi arayı ısıtayım derken yapılmış aslında hiçbir işe yaramayan gevşek esprilerimden sonra mağazadan çıktık. Aslında günün amacı noktalanmıştı. Ve kafamdaki diğer sorunun cevabına gelmişti sıra. “Şimdi ‘haydi gel buradan gidip bir şeyler yapalım’ dersem, ‘iyi ki bir yardım istedik hemen buluşma gününe çevirmeye çalışıyor’ diye beni görmemiş kategorisine koyar mı? Ee böyle dümdüz de gün noktalanmaz ki” derken ikisinin ortasını buldum. Yakınlarda bir yerlerde bir şeyler yemek…

Bir müddet dolandıktan sonra artık yorulmuş olacak ki ara sokakta lahmacun, kebap tarzı bir şeyler yapan dükkânı işaret etti. Girdik. İkişer lahmacun, ayran, mayran söyleyip üst kata çıktık. Masalar kirliydi, tavanı alçaktı, yemek kokusu direkt olarak üzerimize vuruyordu. Aç bıraksam daha iyiydi yani. Birkaç dakika şaşkın şaşkın ortalığa baktıktan sonra can sıkıntısından karşısında gördüğü diğer dükkânların tabelalarını okumaya başladı. Artık bu işe bir dur demenin vakti gelmişti. “Ya ne diyeceğim, şurdan bi arabaya atlayıp daha doğru dürüst bir yerlere geçsek?” Gözündeki “e nihayet” bakışını yakalamıştım. “Ama siparişleri verdik?” dedi. “Ne olacak ya, veririz parasını en fazla. Dur ben hallederim” diyerek hem bizi oradan kurtarmış hem de “aslında pinti falan değilimdir” mesajını vermiştim.

Güzel bir gündü neticesinde, ama ne olmuştu da bu kadar hunharca saçmalamıştım? Aslında fazla ince düşünmem dışında benlik bir durum değildi. Yanımdaki insanın eften, püften sebeplerle çıkarım yapacak, beni yargılayacak biri olmadığını biliyordum. Nereye oturursak oturalım, kibirli bakışlar atmayacak; ağzımdan aslında bana ait olmayan boş laflar çıktığında, cevap olarak beni gayet gömecek kelimelere sahip olmasına rağmen bunu pek tercih etmeyecek biriydi. Onun verdiği rahatlıktı. Aslında çok güzel bir şeydi, ama galiba ayarımı da bozmuştu. Zaten Beşiktaşlının mayasında rahatlık diye bir şey yoktu ki.
Feyyaz’dan sonra kanırtarak gol atmayan, yakaladığı zaman affetmeyen golcüye 20 sene sonra kavuşmuş neslin çocukları değil, bizzat kendisiyiz. Evet, Demba Ba... Son gol kralı İlhan Mansız bile o kadar yüzdeli bitirici değildi. Şimdi gözler böylesi bir golcüye alışmışken, tekrar eskiye dönüş olmazdı. Dönülmedi, hatta daha iyisiyle… Mario Gomez.

Alman milli takımında 60 maça çıkmış, 25 gol atmış adamı “şöyle vuruyor, böyle uçuyor” diye uzun uzun anlatmayayım.  Ama şunu demeliyim, tribünden sahaya atılmış topu bile asiste çevirebilecek bir golcü. Sağ veya sol fark etmeksizin gol vuruşu, fiziğine rağmen savunma arkasına doğru koşular, kafa hâkimiyeti, e bir de Alman… Bu ligde bir Alman futbolcunun katkı vermesi için yürüyebilmesi bile yetmiştir her zaman.

Ama işte “bu adam nasıl olsa topu içeri atar” rahatlığı da tehlikeli olabilir. Kağıt üzerinde soldan Quaresma kessin, soldan Gökhan Töre aksın, Mario Gomez bulduğunu kaleye vursun sistemi güzel duruyor. Ama o iş, Simao – Quaresma kanadıyla pek yürümemiş, Beşiktaş ligi beşinci bitirmişti. Öyle bir sistemde, Mario Gomez de Almeida gibi ıssız bir forvete dönülebilir, Olympiakos maçında olduğu gibi yalnızlıktan rakip stoperlerle verkaça girmek zorunda kalabilir. Elbette daha bitirici ve daha doğru koşular atan bir santrfor olmasıyla, Almeida’ya nazaran daha çok gol atacaktır sistem ne olursa olsun. Ama forvet koşularıyla onu destekleyecek birilerinin kısacası Podolski’lerin, Müller’lerin olması, kalitesini daha net açığa çıkarır. Öylesi de sadece Olcay var. Şu Demba Ba'dan düşen parayla gole yakın oynayacak yabancı bir kenar forvet de alınırdı sanki.

Mario Gomez’in asıl güzelliği de şu. Dünya futbolunun üst düzey kategorisinde yer almış belki de son klasik santrforu. Büyük liglerin tepeye oynayan takımlarına bakılınca, Mario Gomez gibi 90’lardan kalma görüntüsü veren endamlı golcülerin pek kalmadığını görürüz. Oysaki bizim ligde bu kural hiç değişmedi. Topu içeriye vurabilen santrafor, her zaman fark yarattı ve yaratacak.

Memleket futbolu için en doğru transfer stratejilerinden biri, Avrupa’nın büyük kulüplerinde az forma şansı buluyor diye değeri düşmüş kaliteli oyunculara dadanmak. Beşiktaş’ın son iki büyük transfer satışında bu strateji vardı. John Carew ve Demba Ba. Mario Gomez de aynı düşünce yapısının ürünü. Güzel bir yoldur bu, yanılma payı çok düşük olur.

Zaten ben de o deri ceketi aylar sonra seri sonu reyonunda yakalamış ve ilk gördüğüm fiyatın neredeyse yarısına almıştım. Tıpkı Beşiktaş’ın Mario Gomez’i Fiorentina’dan koparışı gibi. O da çok istediği ceketi buldu mu bilmiyorum, bulmuştur umarım.

4 yorum:

Lev Kom dedi ki...

Harika.

ELpiiiRe dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş abim eline sağlık. Tek korkumuz gomez'in sakatlıklarının nüksetmesi. Son yıllarda kaçırdığı maç sayısı bir hayli fazla, Beşiktaşlı olduğumuzu da üstüne eklersek. Sanki eskiden pahalı olduğu için eve az girecek olan pringles tadı da vermiyor değil. http://www.transfermarkt.com.tr/mario-gomez/verletzungen/spieler/6288

PassiveAgressive dedi ki...

abi benim takildigim o ceket ustune tam oturdumu ben o kisimda kaldim :)

Cartalete dedi ki...

Hahah, oturdu oturdu :)