Şanlı Beşiktaş’a Dönüş


Yarın akşam bir derbi maçı var, çoğu Beşiktaşlı için anlamsız. Aslında bu tip puantaj açıdan “anlamsız” derbileri çok yaşadık ama bunlar asla “değersiz” olmuyordu eskiden… Bir hevesle beklenirdi, takım ne kadar kötü olursa olsun “alırız maçı!” umudunu taşır; sonucu olumlu olursa sadece bir derbi galibiyetiyle bile, ardından gelecek günleri “ağzı kulağında” deyimini yaşayarak geçirirdik. 3-4’lük Pancu maçı, böyleydi mesela… Kaybedersek;  “olsun, takım kötü ağabey ne yapalım, artık seneye…” der yolumuza bakar, Amokachi’nin, Kuntz’un, Şifo Mehmet’in bireysel performanslarını avuntu olarak cebimize koyardık…

Şimdilerde maalesef o kadar masumane umutları, heyecanları taşıyamıyoruz. Çünkü Beşiktaş’ın; ‘derbi performansı, lig durumu’ gibi sportif eksenin çok ötesine geçmiş sıkıntıları mevcuttur. Yarın sonuç ne olursa olsun Beşiktaşlı olarak; “UEFA’nın kararı bekleniyor… ; X futbolcu yine bir dava açtı!...” gibi haberlerden kurtulamayacağız. Başarısızlıktan sonra “olsun, bir dahaki maça” ya da “önümüzdeki seneye artık…” cümleleriyle özetlenen naif duygular bile yetersiz kalıyor. Çünkü artık önümüzdeki seneye değil, “önümüzdeki yeni Beşiktaş’a” odaklanmamız ve yapılması muhtemel reformları kabullenmemizden başka çare kalmamıştır.


Elbette yeni yönetimin bu tip hali hazırda reform planları vardır. Fikir alımı noktasında İbrahim Altınsay’ın baş aktör olması, bu yola umutlu girmemizi sağladı diyebilirim. Ben de, gününün yarısından fazlasını Beşiktaş’ı düşünerek geçiren ve “Beşiktaş ne yaptı da bu duruma geldi?” sorusunu cevaplayacak kadar, tüm yaşananlara vakıf olmuş biri olarak kendimce yapılması gerekenleri yazayım.

Maddi çöküş yaşanırken, insanlar tamamen verilen bonservis fiyatlarına odaklandı. Oysaki oyunculara verilen maaş ortalamasının çok yükseklere çıkması, Beşiktaş’ın zaten dolu olmayan kasasını toprak altına iten ana etken olmuştur. Yani aslında; dile pelesenk olan Tabata’ya verilen yüklü bonservisteki yanlış; çok sevilen bir oyuncu olmasına rağmen, 32 yaşındaki Ernst’le “maç başıların da eklenmesi durumunda” yıllığı 3 milyon Euro’ya varabilen “3 yıllık” sözleşme uzatmak da, bir o kadar yanlıştı.

Maaş ortalamasının yüksek olması; gelecek oyuncuların da otomatikman değerinden fazla sözleşmelere imza atmasına neden oldu. (Hilbert 1.4 milyona değil de, 700-800 bine oynayabilecek bir oyuncuydu mesela.) Ayrıca, takımda düşük bütçeyle oynayan oyuncuların gereksiz ama aynı zamanda haklı olarak itirazları sonucu, takımla uyumlu haldelerken bir anda ayrılmalarına yol açtı. (Bobo, belki de Sivok.)

Şöyle bir durum da söz konusu; bir mevkide 3.6 milyon Euro alan, diğer bir mevkide ise yıllık 400 bin Euro alan adamı aynı anda barındıran bir takım, tam anlamıyla takım da olamaz. Çünkü sıkıntılı günlerde, kopukluk yaşanmasını imkân tanınır. “Quaresma ve diğerleri” sorununda olduğu gibi, birçok kez maç içinde “takımı biz mi kurtaracağız?” durumları yaşanır…

“Yıldızlar ve diğerleri” gibi bir yapıyla oluşan takım, maaş konusunda olduğu kadar mevkisel kalite anlamında da kopukluk yaşatır. Orta sahalardan biri, iki kişi arasından çıkıp etkili pas verebilen bir adam (Fernandes) olurken; bir diğer tarafta topu boştayken alıp, iki kişi arasına giren oyuncular olursa, pek tabi bu adamlar göze batar ve tribünce fişlenirler. İdeal bir takımda; bir mevki 10 üzerinden puan olarak 8 alıyorsa, aynı takımda bir diğer mevki 4 ya da 5’lik olmamalı. Özetle; Ekrem ve Quaresma aynı takımda olmamalı. İkisinin arasında bir kalitede ve maaşla kurulmuş, dengeli bir takım en idealidir.

İkinci bir ihtimal daha yok; Beşiktaş yüksek maaş alan oyuncuların hepsinden (Quaresma, Simao, Almeida, Fernandes, Ernst, Holosko) kurtulmalıdır. Kolay değil elbet. Ama gerekirse sırf maaş ortalamasının düşmesi maksadıyla, tazminatla bile yollar ayrılabilir. Hatta sıra Hilbert’e bile gelebilir…  “Ama Ernst başbakan; Quaresma ve Fernandes’in etrafına iyi takım kurulursa…” vesaire gibi alternatif fikirleri üretecek zamanı ve parası yoktur Beşiktaş’ın maalesef. Zaten bahsi geçen oyuncuları artık tanıdık, Fernandes dışında “tek başına bir takımı değiştiren” tipte oyuncu değil hiç biri, Quaresma da dahil… Zaten, elde paraya çevrilmesi tek muhtemelen adam olan Fernandes’i tutmanın ayrıca lüksü yok. Beşiktaş, teklif gelip de vermek istemediği oyuncularla daha sonra bedavadan yollarını ayırmıştır genellikle. (En çarpıcı örnek Bobo)

Bahsi geçen oyuncuların gitmesi durumunda, 15 milyon Euro’luk maaş eksisi ortaya çıkıyor. Her yıl otomatikman -15 milyon Euro… Bu bile birçok dengeyi değiştirir. İyi bir scout sistemiyle; o meblağın 3’de 1’iyle eksilen mevki boşlukları, daha geleceği olan ve daha “aç” oyuncularla doldurulabilir. (Geçmişe baktığımızda, Beşiktaş’ın “sıradan” transferlerinden daha çok fayda aldığı da bir gerçektir. Örneğin: Pancu, Guinti, Bobo, Münch vs…) Zaten yeni yapılanma, arama-tarama ekibini elzem kılıyor. Menajerlerin kucağına düşüp, 300 bine oynayacak adama 1 milyonla imza atmak ve bir o kadar da menajerlik parasını ödemek yerine; akılcıl scout transferleriyle, çok daha kaliteli oyuncular bulmak hatta oyuncunun “kalesinin” de altında bir parayla oynatmak mümkün olabilir. Bu tip tek bir transfer artısı bile, o scout ekibinin tüm masraflarını karşılar muhtemelen.

Arama-tarama ekibinin oluşturacağı oyuncu havuzuyla, adam satmak da o kadar kafa karıştırıcı olmaktan çıkar; çünkü yedeği hazırdır… Aynı zamanda, her hangi bir oyuncu ihtiyacında seçenekler de hazırdır. (Seçeneği olmayan 8 milyon Tabata’ya veriyor, seçeneği olan ise aynı yıl Javier Pastore’ye 5.5 milyon…) Böyle olunca, 1-2 milyonluk kâr bile düşünülerek, oyuncu satmaktan kaçınılmamalıdır durumlar düzelene kadar. Beşiktaş borçlarını düzenli şekilde ve rahatlıkla ödeyen bir kulüp olana kadar, hiçbir ek gelire hayır dememesi gerekiyor.

Bir diğer önemli reform da, yerli transfer bazında gerçekleşmelidir. Yurtiçinde asla transfer yarışlarına atılmamalı, öncelikle alt yapısından oyuncu çıkartmaya odaklanmalıdır Beşiktaş. Kaldı ki Muhammed Demirci gibi "Guti pası" atmaya başlayan, Erkut gibi 'topla tereyağ gibi eriyerek akan', Hasan Türk gibi 'öz hakiki orta saha tanımını yapan' yerliler de parayla bulunamaz aslında... Ancak ve ancak, alt liglerde potansiyel olan oyuncular hedef olabilir (kaçan fırsat Okay Yokuşlu’da olduğu gibi…) “Alternatif olsun” gözüyle alınmış ve gereksiz şekilde kadro şişliği yaratmış oyuncuların da, bu maddi çöküşte tuzu vardır. Mesela, hiç göze batmayan Mehmet Akyüz transferinde Beşiktaş, bu sene 1.5 milyon TL ödeme yapmış (ya da hala yapacak), gelecek iki yılda da oyuncuya bir 1.5 milyon daha taahhüt vermiştir. O alternatif sıfatına vasat bir yerli transferi yapmak yerine, alt yapıdan Ali İhsan getirilmiş olsa; Beşiktaş’ın cebinden en az 1.5 milyon Euro çıkmamış ve hiçbir şey kaybedilmemiş, belki çok genç bir oyuncuyu erkenden kazanmış olacaktı…

Velhasıl; Beşiktaş önümüzdeki yıldan itibaren maaş ortalamasını düşürmüş; yerli oyuncuda daha çok alt yapıya odaklanmış; yabancı transferde arama-tarama ekibi ekseninde bulunacak geleceği olan ve hesaplı oyunculara yönelmiş bir kulüp olmalıdır. Teknik direktör transfer edilecek oyuncudan ziyade, transfer edilecek “mevkileri” belirlemeli; söz konusu ekibin çıkaracağı havuz içersinden, ihtiyacına göre seçimini yapmalıdır. Böylece hoca; gereksiz şekilde yüklenilmiş “transfer sorumluluğundan” kurtulup, takımına vereceği teknik ve taktiksel katkılara odaklanacaktır.

Bu “daralma” durumunun taraftarca kabul edilmesinde de yol bellidir aslında. Düşük bütçeyle yoluna devam edecek Beşiktaş’a, yine düşük bütçe karşılığında taraftar desteği istenmelidir. Kombinelerde, bilet fiyatlarında, ürünlerde ciddi indirimlere gidilip, taraftarın gönlü pekâlâ hoş tutulabilir, “kurtuluş” yolunda taraftarın da var olduğu mesajı verilebilir… Beşiktaş şuana kadar hep “taraftar-takım” birlikteliğini sağladığı sezonlarda başarılı olmuştur. Son dönemde bu kaybedildi ve İnönü, deplasman olmaktan çıktı. Öyle ki, Fenerbahçe bu sezon deplasmanlarda Beşiktaş’tan sadece 1 puan fazla alırken; iç sahada yakaladığı performansla şampiyonluk yarışında…

İsim için değil “Beşiktaş için” maça gelmiş ve stadı doldurmuş taraftar desteği, bu yenilenme sürecindeki düşük profilli takıma önemli katkılar yapabilir. Bir takım içeride oynayacağı 17 maçtan 15’ini kazanırsa, otomatikman zirvede kalacaktır nitekim… Kadronun nispeten “dengeli” kurulduğu, beklentinin yükselmediği, maçlarda takımı canlandırmayı kendisine görev bilmiş taraftarın “Gel bu sene son verelim dertlere!” tezahüratıyla girdiği ve bu birlikteliğin yakalandığı son sezonda, Beşiktaş şampiyon olmuştu. Sonrasında hem o denge, hem de o tribün mayası bozuldu…


Beşiktaş’ın anlamını ilk kavradığım dönemlerde “Haydi bastır Şanlı Beşiktaş!” sloganı çok meşhurdu. Hemen her maç, tribün farkı gözetmeksizin her birlikte söylenirdi. “Şanlı” sözcüğü, o zamanın Beşiktaş’ına çok yakışıyordu. Başarısız olmasına, başarısızlıklar da görüyorduk; Denizlispor gelip 4 atıyor, akabinde küme düşmüş Şekerspor Beşiktaş galibiyetiyle lige veda ediyordu vesaire… Ama bu kadardı... Beşiktaş’ın adında değişen bir şey yoktu. “Beşiktaş” deyince aklımıza kendini tatmin edip kaçan bir başkan, borçlar, davalar vs. gelmiyordu. Sonuç ne olursa olsun, Beşiktaş’ın olduğu yerde hep bir umut, hep bir heyecan vardı.

Aslında kemer sıkma politikası sonucu, ille de “şampiyonluktan vazgeçmek” anlamını taşımıyor. Türkiye’de şampiyonluk ‘hava yakalama’ işidir daha çok ve elbette takımdaşlık... Ben “beklentisizlik” içersinde başlanacak ve iyi yapılandırılmış bir takımla, Beşiktaş’ın şampiyonluğa bugünlerden daha sıkı oynayacağına inanıyorum. Tabi bunun için öncelikle, yeni amaçlara uygun vasıfta bir teknik direktör bulunmalı…

Tüm bu reformlar gerçekleşti, Beşiktaş yavaş yavaş en azından maddi ve kulüp anlamında sıkıntılarını aşmaya başladı ama varsayalım şampiyonluktan uzak kaldık, hatta 10. falan olduk… Sırf Beşiktaş’ın adını kurtarmak, yeniden “şanlı” sıfatıyla anmaya başlamak, “Beşiktaş” denince aklımıza sadece ilk aşkımızın geleceği günlere geri dönmek için; artık bazı şeyleri kabullenme ve feragat etme zamanımız gelmiştir. Şahsen ben, “sadece mağlubiyetlere” üzülmeyi bile çok özledim…

Az çok 90'ları da, "3. sayfadan 1. sayfaya geçiş" projesindeki 2000'lerin Beşiktaş'ını da yaşamış biri olarak; eski Beşiktaş'ın daha güzel olduğunu söylebilirim. Belki bize Hasan Şaş'lar, Tarık Daşgün'ler değil; Murat Alaçayır'lar, Bayram Bektaş'lar geliyordu. Gelen yabancıyı ancak sahaya çıktığında tanıyor, nasıl bir oyuncu olduğunu öğreniyorduk. Bazen kazma çıkanı da oluyordu ama canı tatil istediğinde rakibe tekme atanı yoktu... Ve inanın daha mutluyduk... Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak belki ama zaten biz "daha da eskisini" arıyoruz aslında Beşiktaş için.

13 yorum:

Fly like an eagle dedi ki...

Ellerine, kollarına, yüreğine ve damarlarındaki siyaz beyaz kana kurban olurum ben senin.. Mükemmel bir yazı helal sana Mustafa kardeşim.. :D

cynomand dedi ki...

Mükemmel bir yazı olmuş,ellerine sağlık.Evet özümüze dönmeliyiz,evet eski Beşiktaş olmalıyız ama artık öle bir değişti ki taraftarımız eski Beşiktaş,90’lı yıllardaki o şanlı ve onurlu takımı istemiyor artık maalesef.Eskiden şerefli ikinciliklerin takımıydık,hep şampiyonluklar kaçırır ama onurumuzla ve şanımızla gurur duyardık,birçok kişi Beşiktaş’ı ikinci takımı gibi görürdü,tutmasa bile saygı duyardı,onur ve şeref önceliğimizdi,aynı senin dediğin gibi mağlubiyetleri bile hoş karşılıyorduk,yeter ki takımımız sahada mücadele etsin,o mağlubiyetten sonra taraftar takımını tribüne çağırırdı,daha sonraki maça yine koşarak gelirdi,ben ne kadar kötü olursak olalım İnönü stadının boş olduğunu görmezdim,aksine takımı sahiplenmek adına daha çok doldururduk stadı,geride olduğumuz maçlarda daha çok bağırırdık,yağmur,çamur fark etmezdi,eskiden maç seçmezdik yeterki Beşiktaş maçı olsun İnönüye gitmek için can atardık,imkanımız yoksa tvden de kaçırmazdık,gençlere altyapıdan çıkan oyunculara önem verirdik,şimdiki gibi yıldızları değil ilk onları çağırırdık tribüne,takımın yıldızları Nouma gibi Amokachi gibi hırsıyla oynayan oyunculardı …..Ama bunlar maalesef o yıllarda kaldı.Şimdi tamamen değiştik,artık şerefli ikincilik falan istemiyor taraftarımız,kazanalım ama nasıl kazandığımız önemli değil mantığında,diğer takım taraftarlarının saygısı falanda kalmadı.Beşiktaş ile ilgili bir tepki falan olduğundan kimse umursamıyor,önemsemiyor,kimse takmıyor başkanı yöneticiyi falan artık,artık başarıya endeksli taraftarımız,yıldız oyuncu beklentisi içinde,sabahlara kadar forumlarda nöbet tutuyor yeni yıldız geldi mi diye,havaalanlarına binlerce insan gidiyor karşılamaya,mücadele eden oyuncu sevilmiyor yıldızlar seviliyor artık,başarıya göre stad doluyor,bir mağlubiyet sonrası diğer maçta taraftar oranı gözle görülür miktarda azalıyor,maç seçiyor Beşiktaş taraftarı,sadece derbilere geliyor,Beşiktaş sevgisi için değil maç heyecanlı olduğu için seyrediyor,diğer maçlar pek umurunda olmuyor,taraftar bağırmıyor artık eskisi gibi,maç öncesi kazanda toplanıp içip içip orada kendini tatmin ediyor,stada gelip takımı desteklemek yerine maçı izliyor,he öne geçerse takım biraz hareketleniyor,ama gerideysek bağırmayı geçtim oyuncusunu ıslıklamayı tercih ediyor,sırf kötü oynuyor diye sahadaki oyuncusunu yuhluyor ıslıklıyor,o kadar yıldız beklentisi içindeki yeter demirören derken 2 yıldız transferine yetmez demirören demeye başlıyor,zaten taraftara şirin görünmek isteyen demirören de önüne geleni alıyor,ama borç falan kimsenin umurunda olmuyor,yıldızları getiren S.Adalı baş tacı yapılıyor,hatta demirörene başarısız olduğu için tepki gösteriliyor ki onuda tribünde yapamıyor,öle Beşiktaş değerlerini bitirmesi,kulübün eski konumundan çok farklı yerlerde olması falan umurunda değil bir çok kişinin……

Bu yaşananların nedeni olarak geçmiş yönetimleri ve endüstriyel futbolu gösterebiliriz ama maalesefki taraftarımız değişti artık.O eski günleri özleyenler bir elin parmakları kadar,kulübü küçülteceğiz diyen F.Orman’a hemen tepki gösteriliyor,o kadar borcumuz,mahkememiz,uefa disiğlin kuruluna sevkedilmemiz falan varken hala forumlarda ve arkadaş ortamlarında kadrolar kuruluyor,transferler yapılıyor,yapılan transferlede hep yıldız isimler üzerine.Şu başkana bile doğru düzgün tepki gösteremedik ya bu bile taraftarımızın artık nasıl bir durumda olduğunu çok net ortaya koyuyor maalesef!

oguzk dedi ki...

Mantık olarak hepsine katılıyorum ama hala Fernandes'in gitmesi fikri beni mutsuz ediyor.Bir de umarım ki istikrar adı altında Tayfur Hoca ile devam edilmez yeni bir heyecan herşeyin değişmesi tek istediğim şey.

Ve İbrahim Altınsay beni son günlerde mutlu eden tek anlaşma oldu.Hüsnü Güreli ve Serpil Hamdi Tüzün diğer iki hayalim.Sonuç olarak herşey eskiye dönsün istiyorum eskiden daha mutluydum.Şampiyon olsak ta olmasak ta..

Levent Başak dedi ki...

Eline sağlık hocam, çok güzel anlatmışsın durumu. Zorlu bir süreç var önünüzde, kolay gelsin.. Biz de Galatasaray cephesinden baktığımızda formasına duyduğu saygıyı kaybetmemiş oyuncularla kurulu, mücadeleci bir Beşiktaş izlemeyi özledik.

Arda Kayadibi dedi ki...

Gerçekten aklımdan geçen tüm düşüncelerin yazıya döküldüğü, olağanüstü güzel ve doğru tespitler içeren bir yazı olmuş, tebrik ederim !

Fakat Cynomand'ın görüşlerine de katılmamak elde değil. Sizin gibi düşünen "hakiki" Beşiktaşlıları görmek beni mutlu etti, ama ne yazık ki taraftar profilimiz çok değişti. Böyle düşünenler olarak azınlıkta kaldık artık. Bu denli borca rağmen hala yıldız transferi bekleyen ciddi bir taraftar kitlesi mevcut.

Ben özkaynağa dönmek uğruna birkaç yıl sportif başarısızlığa razıyım, fakat taraftarımız...

Cartalete dedi ki...

Eyvallah arkadaşlar, okuduğunuz için sizlerin de gözlerinize sağlık.

cynomand,

Teşekkürler.
Her kelimesine katılıyorum. Lakin, 2000'ler sonrası taraftar profiliyle de fazlasıyla oynandı; bu şekilde güdümlendirildi. Şimdi yine o profili değiltirme adına, işi sonuna kadar zorlamalıyız. Zor olacak elbet ama başka çıkar yol yok. Gerekirse Mustafa Denizli sakinliğinde, hem yönetimden hem de teknik direktörden bu durumu anlatan açıklamalar yapılmalı sık sık.

oguzk,

Fernandesin tek "ağa baba" kalacağı bir düzen belki olabilir. Sonuçta onun aldığı ücret kalite anlamında, takıma level atlatma anlamında kabul edilebilir.

Lakin elde de tek kolayca paraya çevrilecek oyuncu o. Şayet söylenildiği kadar uçuk fiyatlar önerilmiyorsa, kalması mantıken de doğru olabilir.

cynomand dedi ki...

Evet sonuna kadar haklısın taraftar yapımız değişmeli,değişmesi içinde yönetim büyük çaba sarfetmeli.Şu İ.Altınsay hamlesi çok iy oldu aslında,Beşiktaş'ı dünya kulübü yapacağız sözü yerine,Beşiktaşı Beşiktaş yapacağız demesi bile nekadar düzgün bir insan olduğunu gösteriyor.Yanlız ellerinde sihirli değnek yok,buyüzden taraftarımızın çok sabırlı olması gerekiyor,ilk etapta da o sabırı nasıl gösterecek çok merak ediyorum ama yukarıda da belirttiğim gibi eski günlere dönüş adına yönetimin taraftarı değiştirmek için hamleler yapması gerekiyor.Yoksa zaten uzun süreli takımın başında kalamazlar,çünkü küçülme lafından bahsettiği için daha şimdiden bir çok kesim tarafından eleştirilmeye başlandı bile F.Orman!

rivaldo dedi ki...

Son A2 maçında Muhammedin frikik golü http://www.youtube.com/watch?v=OasAgqSjZ7o&feature=youtu.be

Muhammed A2 için bile genç bir oyuncu.Ama geçen seneye göre A2 maçlarını daha fazla domine edebiliyor artık.Aynı şekilde A takım içinde bir süre çekingen oynayabilir ama oyununu süper ligde de bu seviyeye zamanla çıkaracaktır.Şanlı Beşiktaşın, özkaynak devriminin bayrak üçlüsü Metin-Ali-Feyyaz potansiyeline sahip bir üçlü Muhammed-Kadir-Erkut.Umarım önümüzdeki dönemin merkezinde olabilirler.

Cartalete dedi ki...

Kanye West'in "it's amazin', so amazin', so amazin'" melodisi geçti kafamda golü izlerken. :)

Dandirik GS maçında da, tek parlayan isimdi. Kesinlikle üzerine düşmek lazım A Takım'da da, başka ihtimal de yok zaten artık. Muhtemel küçülme planlması, hem onun hem de Beşiktaş için büyük fırsat.

Twitter'da paylaştım golü karıştı ortalık :) Çoktandır da bir Mami yazısı gelmiyor, yeni halini kaleme almak lazım.

tannhauser dedi ki...

@rivaldo: az önce izledim frikik golünü. çok iyiydi be.

@cartalete: demirören gitti. o'nun gidişi şanlı beşiktaş'a doğru o kadar büyük bir adım ki ben kendi adıma henüz ötesine düşünecek halde değilim. yeni yönetimin en azında, tavır ve açıklamaları tatmin edici. tayfur'la nasıl bir bağlantı var ya da bizim göremediğimiz ne var bilemiyorum. şu anda hata o gibi görünüyor. hani işin bir mantığı olur. dersin ki emektardır, tayfur'a kadar onlarca emektar var. dersin kibaşarılıdır. hasbelkader alınmış bir kupa var. sergen'i okuyan takip eden bir insan değilim ama geçen sene schuster'le ilgili söylediklerini hatırlıyorum. tayfur'un aldığı kupadaki oyun ve kadro resmen sergen'in eleştirilerinden oluşturulmuştu.

bayram nerden aklına geldi allasen. ekrem'den önce cansiperane savunduğum isimdi. her zaman bu kabilden birini korumak farz benim için. futboluyla ekrem (tamam bayram ekrem'den iyiydi) kişiliğiyle erhan güven gibi bir arkadaştı. özellikle yabancı futbolcuların değişmez kankasıydı (nouma-ahmet dursun'dan ziyade, nouma-bayram ilişkisi irdelenmeli).

abi hesap kitap çok doğru. ben bir şeyler katmak istiyorum. blog ve forum alemlerinde genç oyunculara, alt yapıya karşı çıkanların temel argümanlarına muhalefet olmak adına. futbolda bir gelir-gider dengesi gözetilmeli. gelirleri artırmanın ilk yolu da başarılı bir futbol şubesi. takım başarılı olursa; galibiyet primi, şampiyonluk bonusu, dolu tribün, ürün satışlarında patlama, futbolcu satışlarında kar elde edilir (sonuncusundan çok emin değilim ya). gençler oynarsa başarılı olamayız, dolayısıyla mali açıdan daha da dibe çökeriz. gençler oynadığında, ortalığın tozunu atarız, romantizmine kapılmıyorum. ama sözde yıldızlardan (fernandes dahil) arınmış bir kadronun gelecekte, bu yıldızların şu anda yaptıklarında daha iyi iş yapacaklarından eminim. senin yazıda belirttiğin maaş hesaplarının aşağı inmesi ile (görece) başarısızlığın götürecekleri net olarak hesaplanmalı ve aradaki fark pozitif ya da negatif olarak gösterilmeli. tabi geleceğe dair başarı- başarısızlık projeksiyonu yapmak oldukça zor. burada yıldız olmazsa başarı olmaz söylemleri sıkıntıya giriyor. kimse bu kadronun ertesi sezon nasıl bir portre çizeceğini söyleyemez. ancak rivaldo'yla beraber gözümüze gözümüze soktuğunuz gençlerin 3-4 yıl beraber oynadıktan sonra hiç yoktan yarışı hiçbir zaman bırakmayacaklarını öngörebiliriz. bu da başarı demek aslında.

gelelim abilik kurumuna. genelde, çocuklar ekrem'le oynayacaklarına q7'yle fernandes'le oynasınlar, en azından bir şeyler kaparlar deniyor. bu vatandaşlardan kapılması beklenen şeyler, bu adamların alamet-i farikaları yahu. yetenekten kaynaklanıyor. baka baka öğrenilmez. ancak disiplin, işe saygı vb. davranış biçimleri görerek öğrenilir. hani öğrenmesen bile utandığından uyarsın.

kısacası q7 gitsin ekrem dağ gibi dursun :) fernandes gitsin, almeida gitsin. simao gidebilirse gitsin. alves zaten. bebe'yi biraz ağartırsak, 23 numaralı formayla ağır çekim holosko etkisi yaratabiliriz.

karamsar değilim. kimse gitmese bile (ki sportif konular bir yana mali durum dolayısıyla gideceklerdir) bunları hale yola koyacak bir teknik direktör başa gelmelidir mutlaka.

çok dağınık yazdım biliyorum. uzun süredir orada burada düşündüklerimi kaydediyorum. hiçbir şey için değilse, beşiktaş altyapısının genç yetenekler bakımından tercih unsuru olması bakımından şu anda amatör takımlarımızda bulunan oyuncuların profesyonel yapılarak a takıma entegre edilmesi şart. yani altyapıdan oyuncu kazanmak a takıma oyuncu kazanmak yanında altyapıya da potansiyel oyuncu kazanmak anlamına geliyor. oğlunuzda bir ışık görüyorsunuz. üç büyük kulüpten hangisinin kapısını çalarsınız? sorusunun cevabı olabilmelidir beşiktaş.

tannhauser dedi ki...

golü attıktan sonra da hafiften kavga etmiş. atar'a gider yapan oyuncuyu ben severim.

Cartalete dedi ki...

Muhammed, GS maçında da gider yapmıştı birkaç yerde. :)

Ben de şu "yıldız almazsak başırısız oluruz" kavramını anlamam. Yıldızla başarılı da olamadık nitekim.
Luis Enrique'nin bir açıklaması vardı geçenlerde; "Roma artık Totti'siz oynamayı öğrenmeli." diye. aslında temelde, Roma Totti'yle de artık iyi gitmiyordu; yani o yenilik kendi kendiliğine doğmuştu zaten. Beşiktaş'ta da aynı durum söz konusu.

Parayla hem saadet olmadığını gördük, hem de hızlıca battığımızı. O nedenle bu süreçte seçim şansı yok, zaten otomatikman düşük bütçe transfeleri+alt yapı, elzemdir.

tannhauser dedi ki...

fıstıklı dondurma gibi bir tamlama var hani, quaresmalı beşiktaş filan gibi. ortegalı fenerbahçe vardı. ya da okochalı fenerbahçe. bir sürü para döker sonucunu da alamazdı. yepyeni bir şey hatırlamış gibi yazmıyorum. bilinen hikaye. demirören döneminde biz fenerbahçeleştik ancak bu fenerbahçeleşmeyi kaldıracak ekonomik yapımız hiçbir zaman olmadı bizim. ne yöneticilerimiz ne taraftarımız o derece zengin değildi. ki beşiktaş'ta bunu seviyorduk. bizim olabiliyordu beşiktaş. bizim olabilecek kadar yoksul ve gerçekti. şimdiki halde düştüğü yoksulluğa deva olamıyoruz.

ben kendi adıma yeni bir şampiyonluksuz döneme hazırım. hani yedi sekiz yılda bir bile şampiyon olamadığımız. hatta bir yanım bu durumu istiyor bile olabilir. bu sene sıklıkla şikayet ettiğimiz taraftar profilinin elemine edilmesine de yarayabilir diye umut ediyorum. benim için "ismail'e küfreden adam"da cisimleşen taraftarla omuz omuza yapmak istemiyorum.

tüm bunların üstüne, tayfur'un kalma riskini de bilerek "...koyalım cim boma fener'e/ bir çizik atalım dertlere"

perşembe akşamı hepimiz için keyifli olur umarım.