Henüz sahneye çıkmadı belki ama gelecek planlarında özellikle Önder Özen
tarafından umutla ve koyu tonlarda adı yazılı. Belki bugün, belki
yarın... Pedro Franco'yla tanışacağız, eğer aşama kaydeder ve Baresi'ye
de kulak verirse; onunla tanışanlar sadece biz olmayacağız...
Takvimlerden 2001 yılının Ağustos yaprağını koparırken Beşiktaş,
Ronaldo isminde bir Brezilyalıyı transfer ediyordu. Bu, elbette yaşadığı
sakatlıklara rağmen Real Madrid’de tekrar dünyanın en iyisi olacak olan
Il Fenomeno Ronaldo değildi. O günkü espri gündemine göre
“Tahtakale’den yürütme” bir Ronaldo’ydu bu… Ancak öyle bir boşluk
dolduracak ve Beşiktaş’ın 100. yılında sekiz yıl aradan sonra
kaldıracağı şampiyonluk kupasında öylesine etkin rol oynayacaktı ki,
artık Beşiktaşlı “Ronaldo” denince ilk onu hatırlayacaktı. Otuz, kırk
metrelere isabetli pas atan, bazen verkaçlara girip bugünün Beşiktaş
forvetlerinden beklenen hareketleri sunan ‘Stoperlerin Ronaldo’sunu…
Tiki-taka değil, bama-güme
Beşiktaş’ın ve elbette Beşiktaşlının gözleri o Ronaldo’yu yıllardır
çok aradı. En çok da baskı altında olmamasına rağmen hiç riske girmeyip
topu taca vuran, ya da Almeidasına şişiren stoperleri görünce… Özellikle
geçtiğimiz sezon kendisinden güçsüz konumdaki takımlara karşı bile
ayağında top tutamayan, bu nedenle bir noktadan sonra baskı yiyen ve son
dakikalarda fazlaca puan kaybı yaşatan bir Beşiktaş vardı. O yenen
gollerin sebebi, en az defansın top rakipteyken kötü savunma yapışı
kadar, top kendisindeyken de ne yapacağını bilemiyor oluşuydu. Oysaki
Beşiktaş, topa hakim oldukça Beşiktaş kalır; 2-0 öne geçtiği maçlarda
dahi rakibine cesaret vermezdi. Önder Özen, belki de bu sebeple ilk iş
olarak okyanusları aşıyor ve Pedro Franco’yu Beşiktaş’a kazandırıyordu.
Çünkü bir stoperin topa olan hakimiyeti, içinde bulunduğu takımın
çehresini pekala değiştirebilirdi.
“Topu iyi kullanmak bir savunma oyuncusu için son derece
önemlidir, çünkü artık hücumlar savunmada başlıyor. İster driplingle
hücuma çıkarsınız, ister orta saha oyuncularınıza kısa pas verirsiniz,
isterseniz de forvetlerinize uzun top atarsınız. İyi takımlar genelde
dar alanda oynar ve bloklar arasında fazla boşluk olmaz. Top rakibe
geçtiğinde pres başlar ve top geri kazanılır. Barcelona’ya baktığınızda
ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Kaptırdıkları topu pres yaparak
geri alırlar ve rakibe sorun yaratırlar. Bu yüzden geri çekilmek yerine
hücum etmelisiniz.”
Böyle diyordu
Franco Baresi FourFourTwo’ya ve sanki
Beşiktaş’ın bugünlerde uygulamaya çalıştığı felsefeden bahsediyordu. Bu
sezon kazanılan maçların ortak özelliğini arayacak olursak, Beşiktaş’ın
tıpkı Baresi’nin bahsettiği “bloklar arasında boşluk bırakmadığını ve
topun kaybedildiği yerde geri kazanıldığını” görebiliriz. Zaten elinizde
maçı yoktan kazanacak çok fazla “yaratıcı” oyuncunuz yoksa işin sırrı
daha çok takım olarak hareket etmekte yatar. Bu durum, savunma yapmanızı
da kolaylaştırır ve stoperlerinize düşen yükün ağırlığını hafifletir.
Baresi de bundan bahseder…
“Ne kadar hızlı olduğunuz nasıl hareket ettiğinize bağlı bir
durum. Bire birlerde rakibinize üstünlük sağlamak istiyorsanız
dönüşleriniz çok keskin olmalı. Takım halinde hızlı olmak, tek başınıza
hızlı olmaktan önemlidir. Milan’da oynarken sahada tek bir vücut
gibiydik; aynı çizgide, aynı anda, aynı yöne hareket ederdik.
Antrenmanlarda bire bir, ikiye iki, altıya dört ve sekize dört
çalışmaları yapardık. Sekiz kişiye karşı dört kişiyle oynamak, rakibi
nasıl durduracağımızı öğretti.”
Pedro Franco, topla ne kadar yetenekli bir oyuncu olduğunu daha
hazırlık maçlarında kanıtladı. Yüzü kendi kalesine dönükken ve
arkasından baskı yerken, topun üstünden pas atar gibi yaparak atlayıp,
rakibini arafa düşürmüş ve yüzünü rakip kaleye dönerek, topu sakince
takımda tutmuşluğu vardı mesela. Tam da Beşiktaş’ın savunmada sıklıkça
ihtiyaç duyduğu o sakinlik… Ayrıca sürekli pres ve koş koş futbolu
oynanmayacağından topun belirli zamanlarda Beşiktaş’ta kalıp, aktif
dinlenmeye geçilmesi gerek. Bu bağlamda Pedro Franco’nun gelecekteki
varlığı çok kritik.
O “geleceğin” daha da yaklaşması yani, Pedro’nun yakın zamanda
“Beşiktaş’ın stoperi” olabilmesi için fizik olarak gelişmesi gerekmekte.
Hatta kendisini bizzat dünyanın öteki ucuna getiren Önder Özen de bunun
farkındadır:
“Atletik departmanı, Türkiye’de ciddiye alınan bir
konu değil. Oysa ki 2002-03 Gençlerbirliği’nden bu yana fizik olarak
fark yaratan bir takım yok. Tembel hocalar, “Herkes 15 km koşuyor zaten!
Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın koştuğu kadar Karsspor da koşuyor” diyorlar.
Ama öyle değil işte... Fizik olarak bir fark yaratmalı. Biz bunu
yaratacak departmanı kurduk. Bakın, Beşiktaş Pedro Franco ile 5 yıllık
kantrat yaptı. Neden 5 yıl? Çünkü şu anda Franco, top kendisindeyken çok
yetenekli ama top rakipteyken vasat, top ortadayken kötü. Atletik
departmana “1.5 senede Lugona yapın” diye direktif verdik. Yapacaklar!
1.5 sene sonra üç noktada da kusursuz olacak ve sonra da İspanya’ya
satacağız. Almeida çok sakatlanıyor. Neden? Darbe aldı. Peki, neden
darbe alırsın? Çabuk ve kuvvetli olmadığın için...”
Aslında Önder Hoca’nın o röportajında özellikle “1.5 yılda Lugano
yapın!” meselesinde kısmen abartılma söz konusu. Evet, Pedro Franco
Atletik Performans konusunda büyük bir uzman olan Dolu Arslan yönetimi
altında fiziki gelişimini sürdürecek. Ama bu konuda bir tarih
verilmiyor; belki 1.5 yıl belki daha fazlası ama belki de 1.5 ay sonra
oynar…
Pedro Franco’nun işin savunma tarafında bolca eksikleri mevcut.
Yeterince atletik değil, açık alanda kolay geçilebilir izlenimini
sunmakta. Fizik olarak güçlü olmadığından caydırıcı da değil, hatta
rakip santrforların rüyalarını süsleyecek nitelikte… Ancak çok uzun bir
stoper olmamasına rağmen (1.83) sıçrama zamanlaması çok iyi, hava
toplarında fark yaratabiliyor. Aynı farklı yerden de, rakibinden bir tık
önce düşünerek yaratabilir. Zira bu konuda da
1.76’lık boyuna rağmen döneminde ‘yok edici stoper’ olmayı başaran Franco Baresi’ye bir kulak vermek gerek, kim bilir belki de biraz kısa olmak avantajdır!
“Savunma oyuncusu cesur olmalı ve rakip ne kadar iyi olursa olsun
gerektiğinde kayarak müdahale yapmayı göze almalı. İkili
mücadelelerdeki etkinliğinizi antrenmanlarda bire bir çalışmalar yaparak
geliştirebilirsiniz. Bir savunmacı olarak agresif ve kararlı
olmalısınız ancak müdahalede bulunurken faul yapmaktan kaçınmalısınız. Rakip, topu daima sizden saklamak isteyecektir; hamlenizi yapmak için onun hamle yapmasını bekleyin. Zamanlamayı doğru yaparsanız başarılı olma ihtimaliniz artar.
Alan savunması çok fazla ön plana çıktığı için artık adam markajı
değerini yitirmeye başladı ancak bence bir oyuncunun oyun disiplinine
sahip olması açısından bu çok önemli. Alan savunması yaparken rakibe
dikkat etmezsiniz ama orta geldiğinde bunu yapmak zorundasınız. Aksi
takdirde topu kalenizden çıkarırsınız. Bu yüzden yeri geldiğinde
adamınızı marke etmelisiniz. Ayrıca şunu unutmayın: Bir oyuncu sizden uzun boylu ve hava toplarına hâkimse, teknik olarak yerden durdurulması çok daha kolaydır.”
Pedro Franco bir projedir, başarılması halinde memleketimiz için
muhteşem derecede örnek olacak bir proje. Scout sistemi, ya da Önder
Özen’in tabiriyle
“kartal gözüyle” bulunmuştur. Sahip
olduğu özellikler, bir futbolcunun çalışarak, tecrübe ederek
kazanamayacağı, ancak yaratılışla var olacak özelliklerdir. Fizik,
denge, çabukluk gibi eksiklikleri ise atletik departmanı sayesinde
pekâlâ düzeltilebilir bu projeye göre… Ve mental anlamda da biraz Franco
Baresi’ye kulak verecek olursa; işin sonunda, kalitesi ülke sınırlarını
taşacak, hakikaten de La Liga'da -şu haliyle bile- ilgisini çektiği
Rayo Vallecano'nun çok daha üzerindeki takımların gözde transfer
seçeneği haline gelebilecektir.