Nasıl bir saflıksa cüzdanı çantamın üst kısmına koymuş,
tuvalete gitmiştim. Döndüğümde baktım bu Eyüp denen akbaba, çantanın etrafında
dolanıyor. Kıllanıp, kontrol ettim; para tabii ki yerinde yoktu. Direkt
içimdekini tutmadım, “Sen mi aldın lan?” dedim. İnkar etti. Hatta inandırıcı
olsun diye gel müdüre falan söyleyelim diyor, parayı benden daha çok sağda
solda arıyor, yardımcı oluyor falan… İyice işkillendim. Normal şartlar altında
yardımseverlikle işi olmaz. Emindim, yürütmüştü parayı ama kanıtlayamıyordum.
Hatta işi abartıp cüzdanını gösterdi, hiç param yok dedi. Bütün gün bunu
gözlemlemeye başladım, ikram bisküvi yerine biskrem alsa bile ensesindeyim. O
zaman biskrem yeni çıkmıştı, zengin çocuğu bisküvisiydi. Ama yok, hiç renk vermiyor.
Etraftan otlanıyor kantinde, çizi dileniyor falan. Adam büyük oyuncu çıkmıştı.
Öyle böyle son ders de bitti, bana “Hadi inşallah bulursun
paranı ben gidiyorum” deyip gözden kayboldu. Umudu kesmeye başlarken aklıma
bunun atari bağımlılığı geldi. Nereden mi biliyorum? Çünkü beni de bağımlı
yapmıştı. Gel kırtasiyeye gidelim deyip, beni atari salonuna sokmuştu. “Burası
ne lan?” dedim, “Kırtasiyeee” demişti sırıta sırıta. Sonra bir jeton attı,
Ninja Kaplumbağalar oyununa daldık, dalış o dalış. İşte o yüzden, paramın
çalındığı gün dedim ki bu herif eve falan gitmez, kesin atariye kaçıyordur. Ama
çakal olduğu için her zaman gittiğimiz atari olmazdı bu, Bakırköy’de İncirli
Caddesi’ne yakın bir atari salonu daha vardı, daha büyüktü, daha farklı
oyunları vardı. Ben de oraya gittim. Bir baktım beş kuruş para yok diyen Eyüp,
salyalarını akıtarak aduket çekiyor. Direkt ensesine yapıştım: “Hani paran yoktu
lan!”… “Eee, meee” diyerek deparı bastı. Arkasından “Yarın okula gelme olm sen,
attıracam seni!” diye bağırıyordum.
O moral bozukluğuyla atari salonunun yancı kısmı gibi duran
sandalyelere çöktüm. Stres atıp oyun oynayayım desem cepte jeton parası yok,
öyle bakıyorum etrafa. O sırada bir çocuk deli gibi futbol oyunu oynuyor, her
şut çektiğinde de “Sellamiiiieaaa!” diye bağırıyordu. “Sellami nedir ya… Bari
Amokachi de, Şifo de, Oktay da bir şey de o kadar mı düştün” diyordum içimden.
Evet, Beşiktaş’ın Fas milli takımında oynayan vasıfsız stoperi Sellami’den
bahsediyoruz. O yaz yeni transfer olmuştu Beşiktaş’a. Sonra nasıl olduysa, o
atari salonuna ne zaman gelip futbol oyununu oynasam ben de Sellamieaa demeye
başlamıştım. Hayatın sırrını bulmuş gibiydim. Eyüp’e ne mi oldu? Ertesi gün
okula gittiğimde sınıfın kapısında babası bekliyordu. Sıcak bir karşılama
yaptı, “Ya paran çalınmış oğlum geçmiş olsun, ama sen Eyüp yapmış diyorsun? O
öyle şey yapmaz oğlum arkadaşsınız siz” falan diye başladı. Adam Aile
Şerefi’ndeki Oktay’ın babası gibi bir şey çıkmıştı. Oğluna hırsızlık yaftasını
yapıştıramıyordu. “Yine de mağdur olma evladım ben sana 100 bin lira vereyim” deyip
parayı uzattı. Neyse, ben de fazla uzatmadım. Haklı davamı kazanmış, banknotumu
yine cüzdanıma sokuşturmuştum.
Yıllar, yılları kovaladı… Neyse uzatmayayım, günümüzdeyiz.
Hafta içi aradaki mesafeler yüzünden kız arkadaşımla en mantıklı buluşma
noktamız Bakırköy oluyor. Doğduğum, büyüdüğüm yere yıllar sonra tekrar sıkça
uğrar olmuştum. Ama zaman geçireceğimiz yer konusunda bazı sıkıntılarımız
vardı. Çünkü benim için uzun zamandır işten çıkıp, akşamüzeri yapılacak
etkinlik bir yerlerde biralamak olur. Ama sevdiceğim aşırı derecede sağlıklı
yaşayan bir insan. Bir keresinde çikolata uzatmıştım, bildiğiniz kitkat. Bana
sanki kokaine davet etmişim gibi bakış atmıştı. Meğer içinde palm yağı varmış,
uzak durmak gerekiyormuş. O kadar etkileyiciydi ki “Ben niye ölüyorum lan o
zaman” deyip ikinci ısırığı alamadan çikolatayı çöpe atmıştım. Haliyle onunlayken
sağlık barındıran planlar yapmalıydım.
Önce sinema fikri güzeldi. Ama gide gide piyasada film
bırakmadık, imdb’de 4.7 verilen filmlere kadar düşmeye başladık. Sonra dedim ki
illa içmek zorunda mıyız, güzel bir cafe bulayım. Zomato’dan baktım, LaVita
Cafe diye puanı yüksek bir yer var. Ambiyansı, içecek menüsü falan havalı
duruyor. Tabiri caizse kızla gitmelik. Geçen günlerde aldım kız arkadaşımı, oraya
gittim. Yaklaştıkça bazı anılar canlanıyor, yaklaştıkça grilik daha da bir
gidiyor, iyice belirginleşiyor… Yahu burası benim ortaokul zamanımdaki atari
salonuydu. Zamanla evrim geçirmiş ve gayet klas bir cafeye dönmüş. Bizim
Sellami diye bağıran çocuğun olduğu yerde piyano var falan.
Dükkan da ben de bir zamanlar Sellami’nin olduğu Beşiktaş’ın
savunması da 20 yıl sonra kendini çok acayip bir yerde bulmuştu. Bir zamanlar
gerekirse evden okula yürüyerek gelip, artırdığım parayla jeton aldığım mekana;
yıllar sonra sevdiğimle gelmiştim. Beraber sağlıklı ev yapımı limonatalarımızı
içiyor, gelecek hakkında konuşuyorduk. Her zamankinden daha umutluydum gelecek
adına zaten o anda, değişebilecek şeyler gözümün önündeydi. "No bad days" modu açıktı... Bak mesela o
zamanlar Jamal Sellami’nin sırf Dünya Kupası görmüş diye kral gibi transfer
edildiği yerde, Real Madrid’de 10 sene oynamış Pepe olacaktı. En az benim ve
LaVita Cafe’nin başına gelenler kadar ütopikti. Her şey güzeldi ve kafamda iki
sordu vardı. Acaba bu limonatalara verdiğimiz parayla kaç jeton gelirdi, bir de
o günlerde Sellami diye bağıran çocuk acaba Pepe transfer olduğunda ne
yapmıştı?
3 yorum:
güzel bir yazi olmus. son zamanlarda burada yine aktiv olman sevindirici, seve seve okuyorum. :)
Ne olur sürekli yaz, özlemişiz
Teşekkürler arkadaşlar, ben de özlemişim :)
Yorum Gönder