
99’un Eylül’ü… Beşiktaş tam 6 gol atıyor, üstelik deplasmanda… Gollerin her biri, diğerinden daha güzel; Ahmet Dursun golcülüğüyle, “Ahmet Dursun Seba gitsin” tezahüratına zemin hazırlamaya devam ederken, Toshack’ın “büyük yetenek” kisvesiyle yukarı çıkarttığı Nihat da yavaş yavaş potansiyelini ortaya koyuyor. İki Vansporlu stoperi, kafa kafaya çarpıştırışı hala gözümün önünde…
Ancak o galibiyet sevinci, her zamankinden daha az enjekte oluyordu bünyeye. Çünkü her zamankinden daha “anlıktı”… Gece olunca, yine kendi yatağımızda uyumaya korkar hale gelecek; mutlaka bir ışığı açık bırakacak ve en ufak tereddütte gözümüz “sallanıyor mu?” sorusuyla ahizeye bakacaktı…
O gün, afetin çok çok uzağında olan Van, bugünlerde bize terörden sonra bir ülke gerçeğini daha hatırlattı. Üstelik belli bir bölgesi için değil, altı fay hattıyla döşenmiş ülkemizin tamamını ilgilendiren ve çözümü de imkânsız olan gerçek… Dünya var oldukça, birlikte yaşayacağız bu gerçekle. Alınacak tedbirlerle daha az korkutucu hale gelebilir, o kadar… Dileğim o ki; bir dahaki yaşanacak kaçınılmaz deprem sonrası, halkımızın duyarlılığından, yardım severliğinden daha fazla; depreme alınmış önemlerle ve yaşanan az kayıplarla övünürüz. Giden canlar için zor bir ölüm, kalanlar için zor bir yaşamı beraberinde getirir bu afet… Hele ki, Van gibi bir coğrafyada evsiz kalmak çok güç olsa gerek… Askerken birkaç gün Van’daki birlikte kalmıştım. Ağustos’un ortasında bile, geceleri dışarıda durulmuyordu…
Biraz bu sebeple, biraz da son dönemdeki Beşiktaş görüntüsü nedeniyle; “hissiz” beklediğim nadir maçlardan biriyle karşı karşıyaydım… Bir de üzerine, Carvalhal klasik ezberimsi 11’lerinden birini çıkartsaydı, hiç çekilmez maç olurdu… Ama Fernandes’in İstanbul’da kalması, bu maçta farklı bir şey deneneceğine işaretti. Öyle de oldu; Beşiktaş son galibiyetini aldığı Antalyaspor maçına benzer bir formasyon ve genelde dinamik oyunculardan oluşan 11’le sahadaydı. Bir tek Simao’ya itiraz edebilirdim, ancak Simao – Quaresma ikilisi sahada olacaksa; ancak böyle bir formasyon ve oyun anlayışıyla anlamlı olurdu…
Bugün bariz iki fark vardı takımda. Birincisi; hücumdaki değişken ve hareketli yapı… Pektemek’in arkasındaki 3’lü, kesinlikle durağan değildi. Sürekli alan değiştiren, rakip savunmanın boşalttığı bölgeleri değerlendiren bir mantık vardı. Bu yapıda Pektemek de tehlikeli bir hal aldı, rakip savunmacıların kucağında erimedi bu kez… Hücumdaki çeşitlilik, stoperler için kafa karışması sebebiydi. Bu kafa karışıklığını da, Pektemek gibi iyi pozisyon alan golcüler mutlaka değerlendirir. Öyle de oldu, 1’de 1 yaptı…
İkincisi ise asıl kritik olanı: topun kaybedildiği yere baskı… Gole kadar sürdü, ama maçı getiren etken buydu. Beşiktaş maçın başlamasından itibaren golü aradı, bunun için ataklar geliştirildi; başarısız olunduğunda “geri basmak” yerine topa basıldı, öyle bir zamanda gol de bulundu… Ancak bunu 90 dakikaya yaymak için, Barcelona gibi topu aldığında da aktif dinlenme yapacak pas oyunu da gerekli. Ancak mevcut takımın bunu yürürlüğe sokması zor; ortasaha daha çok adama basmayı bilir, hücumcular da alıp gitmeyi… O yüzden en makul yolu; enerjin varken bas, golü bul. Sonra set savunmasıyla alanına çekil, kontrayı bekle. Beşiktaş da bugün bunu yaptı, Fenerbahçe çok uzun zamandır bunu yapıyor…

Aslında savunmanın çok derine çekilmesine karşıyımdır, genelde becerilemediği için. Ama bu kez Beşiktaş derinde alan savunmasını becerdi; neredeyse hiç pozisyon vermedi. Bunun yanı sıra, çok klas kontralara kalktı ve hücumda da yeterli sayıda çoğaldı. Kalenin ağzındaki pozisyonlardan biri gol olsa, Mersin gibi bir deplasmandan farklı da dönülebilirdi… Yenen pozisyonlar ise klasik; duran toplar… Sonuç olarak, bu moralle, bu yorgunlukla bundan iyisi Şam’da kayısı…
Üzerinde durulabilir, geliştirilebilir bir sistemi var artık Beşiktaş’ın. Üstelik kafamda oluşturduğum 5 doğrudan, en azından 4’ü yapıldı. Bunlar; Hilbert – Sivok – Egemen – İsmail dörtlüsüne, barışta ve savaşta dokunmamak; Aurelio – Ernst – Necip 3’lüsünden en azından ikisini sahaya sürmek, eğer 2’li ortasaha oynanacaksa (bugünkü gibi) Ernst – Necip’ten şaşmamak; 2 Portekizli sınırı (bu Noat’tan çıktı aslında) ve Quaresma – Simao’dan yalnızca birine şans vermek… Sadece sonu tutmadı, her zamanki gibi. Ama biraz doğru yapılsa, bu takımın maç kazanamaması için hiçbir nedeni yok. Kayseri maçında bu doğrulardan hiç biri yoktu, dümdüz ettiler…
Şimdi “geliştirilebilir” dedik, onu biraz açalım… Her ne kadar, Simao ve Quaresma’yı aynı anda oynatmak için en ideal sistem desek de; yine bu sistemin de en idealini bulmak için birini oturtmak gerekiyor… Simao bugün topsuz oyunda iyiydi nispeten, ama her zaman böyle olmaz. Beşiktaş, “geriye fazla dönme, ama atıl alana düşen topları al ve yürü git kaleye…” lüksünü sadece Quaresma’ya vermeli. (Bkz: bir önceki konu). Sonrası, kendiliğinden doğruyu bulur zaten… Bu sistemin doğrusu da Holosko’dur. Sırf, topsuz oyun dengesini sağlamak için bile Holosko bu 4-2-3-1’de oynar yani… Fenerbahçe bu dengeyi sağlamak için Mehmet Topuz’u sağa koydu, adam 1 gol attı; gık diyen yok. O yüzden Holosko isterse yine adamın içinden geçsin, boş pozisyonlarda patlasın, fark etmez. Sistemin doğrusu adına oynar, skora katkısı ekstrası olur ki; mutlaka 1 golden çok daha fazlasını da verir zaten…
Hem mücadele olarak, hem de futbol doğruları olarak; Beşiktaş umut vaat ediği bir maçı geride bıraktı… Ancak çoktandır durum böyle; ihtiyaç duyulan anda “serap misali”, böyle bir maç gözümüzün önüne geliyor ve yeniden normale dönüyoruz… Şu maç serap olmaktan çıksın da, bir başlangıç olsun artık. Beşiktaş’ın normali bu olsun, “ne zaman yiyecek?” futbolu değil…
Perşembe günü Fenerbahçe derbisi var. Geçen şöyle bir eskiye döndüm kafamda, en az 8-9 tane İnönü’de yaşanmış Fener mağlubiyeti hatırladım arkadaş… Boliç’le Oğuz’un çılgın attığı maçtan tut, son Ferrari faciasına kadar. Son Beşiktaş görüntüsü, bu geleneği bozacak gibi. Ama aynı şekilde, Carlos da doğru yaptığı şeyi bozacak potansiyele sahip bir hoca… Aynı sistemde, sadece bir oyuncu değişikliğiyle Fenerbahçe maçını getirecek formül bulunur, onu da maç öncesi yazısına bırakayım…
Şu Hilbert’i yeni keşfettin ya, minarenin dibinde “bilader buralarda bi camii varmış?” diye adres soran adamla eş değersin gözümde hocam…
(Dip not: Saha içinde durumlar böyle, bazen "Beşiktaş" görüntüsü veriyor. Ancak saha dışında Beşiktaş, Beşiktaş olmaktan çıkıyor zamanla, çıkarılıyor... Buna karşı mücadele vermek için Önce Beşiktaş oluşumu, kesinlikle denemeye değer bir yöntem bulmuş. En azından ses getirir gözüküyor... Bkz: "Önce Beşiktaş: Haydi Hesap Sormaya")