Hayalet Galibiyet



Olimpiyat Stadı tribünlerinden sahadaki takımı legodan adamlar şeklinde görmenin tek bir avantajı var. Takımın sahadaki yerleşimini, topsuz oyunda savunma yapmaktan kaçmayan oyuncuları net şekilde görebiliyorsunuz. Beşiktaş, takım halinde hareket etme meselesini kısa zamanda epey aşmış görünüyor. Son 15 dakikadaki klasik telaş dışında, takımın boyu hiç uzamadı, herkes birbirine yakın oynadı. Zaten Slaven Bilic’in Hırvatistan Milli Takımı’nın başındayken de yarattığı en büyük fark buydu.

Ancak buna rağmen hücumda yaratıcılık, hızlı hücum edememe sıkıntıları mevcut. Bunun en büyük nedenlerinden biri, santrfor bölgesinde çok şık bir gol atmasına rağmen ekmeğini taştan çıkaramayan Almeida’nın oluşu. Geçtiğimiz sezon ilk yarıda takımın en önemli oyuncularından biriydi. Ancak bu seneki Beşiktaş, tavanı 10 metre olan bir sahada top oynamaya çabalıyor. Uzun top yok değil ama gelişi güzel “şişirme top” epey nadir…

O yüzden sırtı dönük topu aldığında yüzünü kolaylıkla rakip kaleye dönebilen bir santrfor, büyük fark yaratabilir. Pektemek o dönüşü yapıp, şimdilik sonunu getiremeyenlerden. 60 binin alkışıyla kenara gelen Almeida’nın yerine giren Eneramo, topa bir kez değdi ama orada çok hızlı düşündü. Gökhan Töre’nin “mini tiki-taka” sonrasında içeriye dalıp, sağ ayağıyla vurduğu pozisyon… Almeida, Eneramo, Pektemek… Maçın rengini değiştirecek bolca alternatif var, ancak Beşiktaş’ın şeklini değiştirecek bir 9 numara maalesef yok gibi.
Manuel Fernandes, Spartacus dizisine Doktore karakteriyle atsan sırıtmayacak vücut yaptı, doğrudur. Ancak bu onu topla hareket etme imkanını biraz kısıtlamış, yavaşlatmış durumda. Manisaspor’a attığı o muhteşem slalom golündeki gibi, topla akan bir Fernandes yok. Sadece pasör ve duran top kullanıcısı olarak kalmış Fernandes var… Oysaki onun farkı, sırtını dayadığı rakipten kurtulur kurtulmaz önündeki boş alanı topla kat etmesiydi. Beşiktaş orta sahasında (biraz doğuştan 8 mevkili Atiba Hutchinson dışında) topla kat edecek oyuncu kalmadı. Bu da hücumdaki yaratıcılık sorununun bir parçası.

Gökhan Töre şu iki maçlık performansını genele yayacak olursa, o 7.5 milyon Euro’luk satın alma opsiyonunu pazarlıksız bile kullandırabilir. Aslında iyi oynuyor gözüken ama kale çevresinde etkisiz olan Beşiktaş’a gerekli ateşlemeyi yapıyor. Ayrıca, topsuz oyunda da yine Erciyesspor maçında olduğu gibi takım savunmasına fazlasıyla sadık. Ancak onun 11’de olduğu zamanlar ki artık aksi mümkün görünmüyor, kulübeden oyuna hamle şansı düşüyor. Galiba o rolü de Oğuzhan üstlenecek…

O nedenle Oğuzhan’a “kesik yemiş” gözüyle bakamıyorum. Daha kısa zamanda ama daha büyük bir görevi var. Sonradan dahil olduğu zaman fizik olarak çok diri şekilde tüm oyun zekasını, kusursuz yeteneklerini sahaya yansıtabiliyor. Erciyesspor karşısındaki asisten sonra bugün de attığı gol… Sadece karşısındaki adamı oyundan düşürmek için, kale ve topla olan mesafesini hiç kaybetmenden attığı ince çalım ve çok sert, temiz bir şut… Son dakikalarda Beşiktaşlıya korku-gerilim-fantastik türünde bir an yaşatan Muhammed Demirci ve Oğuzhan… “Sizi enişteme söyliicem oğlum!” hayıflanması vardır ya. Bu sene Beşiktaş için dar zamanda çağrılan enişteler, onlar olacak galiba.

Aslında o stada yürürken, yarına kadar “hayalet bir maç” olacağını biliyordu Beşiktaşlı. Yine de oraya yığılan 60 bin kişi için bunun önemi yoktu, maksat uzun zaman sonra yeniden umut saçan Beşiktaş’ı görmekti. Güzeldi, yaşandı, daha yorgunluğunu atmadan bitti sabah sabah flaş şeklinde verilen bir haberle. Ve Beşiktaş daha çok kez o kalabalığı yanında götürecekmiş gibi gözüküyor. Bu maceraya atılacaklara tavsiyelerim: Mümkünse metro yolculuğu için oksijen tüpü. En önemlisi, bolbol izdiham yaşanacağından üzerinizde cüzdan taşımamanız. Hatta eski 3210’larınızı arabanın arka lastiğinin altından alıp, onunla maça gitmeniz. Zira ben iki haftalık telefonu çarptırdım. Ama bu güzelim takımın hak etmesine rağmen Avrupa’da top oynama hakkını cebinden alanlara kızgınlığım daha büyük.

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com

Ferdi, Gökhan, Escude, Hugo ve Katılmıyorum


Maçın üzerinden bir gün geçti ve ben hala Oğuzhan’ın aslında dördüncü gol öncesinde şut attığını düşünüyorum. Zaten Almeida da top kaleciden sekse de tamamlasam dürtüsüyle koşusunu yapmıştı. Bilmiyorum, bir anda maç ileri sardı falan herhalde… Muhteşemdi. Oğuzhan denince aklıma hala sağdan atıp, soldan geçip, Holosko’ya attırdığı gol gelirdi. Galiba o resim değişecek…

Ancak maçın asıl sürprizi Gökhan Töre’dendi. Yeteneklerine kıyasla, geçen hafta ilk resmi golünü atmış olması çok saçmaydı aslında. Zira bu kadar rahat önünü boşaltan, adam eksilten bir oyuncunun bu tip Robben gollerini arttırması gerekiyordu; ikide iki oldu… Ama işin Gökhan Töre tarafında asıl güzel olan şey topsuz oyundaki taktik disipliniydi. Hatta o yüzden sakatlanışı…
Hilbert’in yokluğunda “takımını ileri taşıyan oyuncu” rolünü Atiba almış, gidiyor. Son maçta da birçok kez hem ikili oyunlarla hem de kendisi bizzat top sürerek o geçilmesi gereken mesafeleri kat etti. Ve onun varlığıyla, sahadaki işinin ciğerinde yaşayacak kadar oksijen bırakacak şekilde koşmak olan Veli, oyunun içine daha sık girmeye başladı. Hatta olumlu pas ortalamaları da artı… 39 kez pas opsiyonu olmuş, 38’de topu almış. Toplam 46 pasta %91.3’ü olumlu… 

Beşiktaş’ın pek iyi oynadığı söylenemez ama daha doğru oynamaya başladığını söyleyebiliriz. Kötü olsa bile kontrolü kaybetmiyor. O nedenle bu maçı da bir şekilde lehine çevirdi. Geçtiğimiz sezon daha basın toplantısında oyuncusunu ateşe atmayı adet edinen bir hocadan sonra, bariz hatası olan Escude’yi aynen 11’e yazan bir hocaya geçiş yapmak başlı başına güzel… Gelecekte, o ‘topu ileri taşıma’ işinin sadece merkeze düşmemesi ve yine sadece merkezden değil, kenardan da daha etkili olabilmek için solbeke kaliteli bir yabancı transferi çok şeyi değiştirebilir. 

Gökhan Töre 11’de olduğunda, kenarda maçın şeklini değiştirecek pek fazla oyuncu yoktu; Oğuzhan ve Muhammed dışında. Bilic de bizzat onlara başvurdu. Daha erken, ama Bilic’in oyuna müdahale ve sürekli maçı yaşama özelliği gayet iyi gözüküyor. Ki Oğuzhan'ın David Copperfield pası attığı pozisyonun başlangıcında, Muhammed'in ikili mücadelede ayakta kalarak topu Beşiktaş'ta tutuşu söz konsuydu. Velhasıl, Beşiktaş’tan dört gol izledik ama en güzeli maç sonrası atılanıydı: Katılmıyorum...

Pancu'suz Sarajevo Maçı


Bundan tam 11 yıl öncesiydi. Beşiktaş, 100. Yılında görünürde iyi bir kadro kurmuştu ama o kadroya “iyi” dedirten oyuncuların birçoğu sakattı veya hazır değildi: Sergen, İlhan Mansız, Pascal Nouma…

Ancak bir adam, henüz adının bile doğru söylenmediği “Pançu mu? Pançu bizim oralarda ayyaş demek, bana Panku diyin” diyen Romen bir çocuk, Beşiktaş’ın o sezon takım olarak “mükemmele geçiş” sürecinde çok kilit bir rol oynamıştı. Daha sonra bugünün futbolunda değerleri 30 milyondan başlayan “hücuma kırılan orta saha” rolünü alacak olsa da, ilk haftalarda santrfor rolüyle giden birçok maçın kahramanı… Daniel Pancu…

Beşiktaş’ın, bugünlerde yine “o günlerini” hatırlatan bazı sinyaller vermekte. Özellikle Trabzonspor karşısındaki ne yaptığını bilen, gerekli zamanda hücum hamlesini yapıp, aslında ilk dakikadan beri yakın durduğu galibiyeti alıp gidebilecek bir takım vardı. Aslında bugün de ilk yarım saatlik bölümdeki Beşiktaş, kaldığı yerden devam ediyor gibiydi. Ancak daha sonra vites boşa alındı, ciddi konsantrasyon kaybı yaşandı ve daha ikinci yarının başında, epey de uyduruk penaltıyla yenen gol, Trömsö’yü hiç değilse güven açısından maça döndürdü.

Önder Özen, “Pedro Franco bugün topla muhteşem ama topsuz oyunda, savunmada kötü; ama 1.5 yıl içinde atletik departman sayesinde Lugano yapıp, La Liga’ya satacağız” demişti. Ancak Escude bu şekilde paspas, kilim vb reklamlarda boy gösterecek olursa, o 1.5 yılı beklemeye pek fazla gerek yok. Sol beke daha bir topu bilen ve daha özünden bir “sol bek” transferi yapılır da stoper bölgesine Franco eklenirse, Beşiktaş’ın “oyun kontrolü bende kalsın” planı bugüne nazaran daha etkili işleyebilir.

Penaltı ve bireysel hata… Aslında işin savunma tarafında çok problem yok, hele de Atiba Hutchinson’ın böylesine bir adam çıkmasıyla. Beşiktaş’ta şimdilik ciddi gözüken sorun, hücumdaki yaratıcılık, tehditkar olamamazlık sorunu… 100. Yılın Beşiktaş’ında da o sorun mevcuttu ilk haftalarda, ama Pancu’su da vardı… Yine bu maça çok benzer şekilde işleyen, takımdaki kopukluk yüzünden koparılamayan maçta, iki atakta iki gol atan Sarajevo’ya ekmeğini taştan çıkararak direğin dibine “sol ayağıyla” füzeyi çıkaran Pancu… Sonraki turlarda Dinamo Kiev maçında yenen gol sonrası reaksiyon, Slavia Prag maçında da kilit açıcı golü atan Pancu…

Pancu olmak zordur aslında, ki mevcut kadroda o modelde; işler pek iyi gitmezken bir şekilde gol, aksiyon yaratacak oyuncu pek fazla yok. Biraz Olcay Şahan… Ama adaylar da yok değil: Oğuzhan ve özellikle hazırlık kampında o izlenimi veren Muhammed Demirci, hatta düzelirse Sezer Öztürk. Kabul etmek gerekirki, 10 numara pozisyonundaki Manuel Fernandes’te o büyü eksik… Forvet arkasında oynatıldığı zaman bile, bir "Pablo Martin Batalla" tehdidini yaratamıyor. Onun fark yaratacağı bölge, orta sahanın biraz daha arkası. Kaldı ki kadro dışına gönderilip, tekrar alındığı Carvalhal’li dönemde o rolü muhteşem oynamıştı. O Fernandes için 20 milyon Euro’luk teklif bile düşünülür, ama forvet arkasındaki Fernandes bir 10 numaradan çok “bir an önce 10 milyona çevrilesi adam” durumuna düşüyor.

Pancu’nun Beşiktaş’ı, o Sarajevo’yu dışarıda 5’ledi. Hafta içi yaşanan “Maçtan sonra disko, otelde kumar var, UEFA’da gitti, aferin çocuklar!” tezahüratlar biraz boşuna azot yakmıştı. O nedenle bugün de öyle bir infiale gerek yok, İstanbul’da 3-4 olur. Tabi CAS izin verirse…

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com

Resmi Hazırlık Maçı

Michael Eneramo'nun maç kadrosuna dahil olmasıyla, bu akşamki maç daha da anlam kazandı. Zira onun sağ forvette denenme ihtimali bir hayli yüksek. Pektemek'in sakatlığı, Dentinho'nun boşa benzin yakması ve takımından ayrı futbol oynaması, Gökhan Töre'nin daha çok B planı silahı olması gibi sebeplerle şuan en denemeye açık olan bölgedir zaten sağ forvet...Ki şayet Holebas ya da Büttner gelecek olursa, oraya yazılacak ismin Türk olması şart oluyor. Sefa Yılmaz demeyeceğim, korkmayın... Zaten gayet ilgilenmiş Beşiktaş, ancak Kayserispor çok yukarıda bir rakam istemiş.
Eneramo santrfor oynadığı zamanlarda tempoluydu, savunma istatistikleri bakımından ligin en iyilerinden biri. Fiziğine rağmen önüne atılan toplarda da hareketleniyor. Görmekte fayda var... Zaten Tromso maçları, bir bakımza resmi hazırlık maçı olacak. O nedenle Muhammed Demirci'nin de hazırlık maçlarında yaşadığı çıkışı artık resmiyete dökmek lazım... Keza "oyun kurucu stoper" kıvamındaki Pedro Franco için de ideal maç.

Bir insan defansif orta saha oyuncusunu izlerken zevk alır mı? Söz konusu Atiba Hutchinson'sa alabilir... Trabzonspor maçında 21 top kazanmış: 10'u savunma bölgesi, 8'i orta saha, 3'ü hücum... Ne kadar gezgin oynadığının ve gezerken de ne kadar etki sağladığının kanıtı. Gezmek derken... Trömsö'nün nasıl bir yer olduğuna baktım da, Beşiktaş için en büyük tehlike Ak Gezenler olabilir. Game of Thrones dizisini izlemeyenler için az önce saçmalamış gibi oldum. Güzel dizi ama izlemeyin. Lannister ailesiyle tanışmaya gerek yok.

Uzun zaman sonra Avrupa'da Beşiktaş. En son golü Simao attı, o kadar uzun... Ama yine de çok heyecan duyamıyor insan, zira kiralık bir Avrupa macerası olabilir CAS kararına göre. Beşiktaş geçen sene Avrupa'da yoktu, bu sene de hala öyle bir ihtimal var. Ve iki neden de Beşiktaş'ın sportif başarısızlığı değil, keşke öyle olsaydı...

Almeida'nın golü var. Santrfora "golü var" demek de stoper muamelesi yapmak gibi oldu ama neyse.

Golden Uzakta Üç Santrfor

 Bugünlerde Barcelona’nın başında 7 golle siftah yapan Gerardo Martino, 2010 Dünya Kupası’nda Paraguay’ı çalıştırmaktaydı. Takımı turnuvanın en sıkı takımlarından biriydi. Öyle ki çeyrek finale kadar yükselmiş ve şampiyon İspanya’ya 83’de yedikleri golle elenmişlerdi. Hatta maç 0-0 giderken Oscar Cardozo’nun kaçırdığı penaltı gol olsa, İspanya’nın geri dönüşü çok da mümkün olmayacaktı.

O Paraguay’ın eksik olduğu tek şey, hücumda rakiplerini tehdit edememesiydi. Hatta sahaya bazı maçlar üç santrforla çıkmalarına rağmen, görüntüde gole çok yakın dursalar da aslında bir o kadar uzaklardı… Oscar Cardozo, Lucas Barrios ve Dortmund günlerinden sonra dünya gezintisine çıkan, şu an hangi ülkede top oynadığından muhtemelen annesinin bile farkında olmayan Valdez… Bol santrforla oynamanın, “hücumcu takım” demek olmadığının en güzel kanıtıydı o Paraguay. Sahadaki tek santrforun dahi anlamlı olabilmesi için, evvela o topu rakip kaleye taşıyacak adamların olması gerekirdi. O Paraguay, Dünya Kupası 2002’deki genç yeteneği Nelson Cuevas’ı bile çok aramıştı.

Fenerbahçe - Arsenal maçı ışığında, 4-3-3'de oyuncu tercihleri üzerine...

Futbol Burada'dan: Golden Uzakta Üç Santrfor

Ayrıca yine ilginizi çekeceğini düşündüğüm, Önder Özen'in "örnek alacağız" dediği Milan'ın atletik departmanı üzerine bir araştırma yazısı;

Futbol Burada'dan: Milan Lab Ne İşe Yarar?

Akıl Transferi

Her yeni teknik direktör, yerel seçimleri andırır cinsten vaatlerle gelir ve genelde biraz popülizme kaçılır. İki forvetle, ne ikisi üç beş forvetle oynayacağız, kanatlardan akacağız, orta sahada mücadele etmekten meteor çukuru oluşacak vesaire…

Sahadaki Atiba sayısı…
Slaven Bilic’in daha Split’teki görüşmeden ısmarladığı ve “çok yönlü” diye tanımladığı Atiba, sahiden de çok yönlüydü ama aynı anda çok yönlülüktü bu… Sahada üç mevkide oynuyormuş gibi görüntü çizdi. Olcay’ın attığı golde “seker, meker tamamlarım” edasındaki Marchisio koşuşu da var, kendi ceza sahası içersinde pozisyonunu kaybeden Sivok’un yerini alıp stoperleşmesi de… Elbette Atiba’nın bu özelliğinin öne çıkışı, yine Beşiktaş’ın “yakın oyunu” sebebiyledir. Bu halde, sadece Veli’yi Necip’i koşturmadan savunma da yapılır, sadece Fernandes’in sekiz kişi arasından çıkmasını beklemeden hücum da…

Olcay’ın “neden tahtaya silinmez kalemle her zaman için 11’e yazılmalı” sorusuna cevaben attı golü ve ısrarla sürükleyip, kopardığı asisti bir yana... Günün “ilk 14 adamı” yani, kenarda maçı koparma zamanını bekleyen  B planı silahı Gökhan Töre, tam da Robben’lik bir gol attı. Hatta Robben, bi’ iki dakika maça uğradı, çıktı… O yetenekte, topla o derece rahatlıkta bir adamın nasıl resmi maçtaki ilk golünü bugün atmış diye de düşünmeden geçemiyor insan. Yine aynı insan Dentinho tercihine hayret ediyor. Epey koştu etti ama takımın dışında futbol oynuyor ki bu takımın en belirgin özelliği "birlikte" oynamak olacak... Holosko'nun yokluğunda oraya bir Sefa Yılmaz transferi gelmeyecek olsa bile kenardaki orta sahalardan Oğuzhan ya da Muhammed’i kullanmak, daha mantıklı olabilir.

Orta saha hakimiyeti ve forma
Maçın Trabzonspor tarafında ise Aykut Demir’in kontenjan ve Süper Lig futbolu esaslarını göz önüne alırsak, ne denli önemli bir transfer oluşu dışında pek gülümseyen bir şey yoktu. Normal şartlarda kırmızı kartla kenara gelmesi gereken büyük düşüşteki Colman, sıkışan maçlarda vasfı kaybolan Alanzinho, hazır olmayan Malouda… Orta saha büyük oranda daha diri kalan Beşiktaş’a teslim edilmişti. Bu da, “oluruna bırakılan gol” ibresini daha çok Beşiktaş’a yaklaştırdı. Olcan’ın da sıkı hücum takımlarında sol bek oynaması yadırganmaz ama ileride top taşıyacak adam eksikliği varken, biraz manasız oldu sanki. Malouda’dan da ofsayt pozisyonunda “yakalarsam affetmem” mesajını almadık değil. Ona, takımına ve hocasına zaman gerek.
Son olarak, “yahu forma çıksa kazanır!” diye bir tabir vardır ya…

Beşiktaş’ın siyah forması hakikaten içinde futbolcu olmadan maç kazanabilir. Bir Ziraat Türkiye Kupası maçında denemek lazım… Dentinho tamam, geriye kalanları da boşalttık mı... Neyse, çok yüklenmeyelim. Ama 7 numaraya ayıp oluyor, bari 97 falan alsaydı… Gece 4’de sefere çıksa yine full çekecek olan Güneşli-Beyazıt İETT hattı numarasını ölümsüzleştirirdi en azından.

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com

Maç Öncesi: Beşiktaş – Trabzonspor


Şifo Mehmet’in jübile yaptığı Milan maçı… Söz konusu Milan’sa, Beşiktaşlı için duygusal bir gösteri maçının ötesinde bir akşam. O yüzden yine Fevzi’nin hatalı çıkışıyla Shevchenko’nun yine bir İstanbul kalesini boş geçmemesi, Şampiyonlar Ligi’nde yenen gol travması yaşatıyordu. Ama beklentinin ötesinde iyi oynuyordu Beşiktaş. Özellikle de ilk yarıda "bırakmaydı, iyiydi" dedirten Şifo Mehmet...

Derken, geçmişe bakıldığında pek hatırlanası olmayan 10 numaralardan, ama esasında o sezon Sergen’in 100. Yıl döneminden dahi daha fazla asist yapacak olan Zübeyir Baya, beraberlik golünü atmıştı… Ve son dakikalar yaklaşırken yayın oralardan kazanılan frikik... Aslında pek sevmediğim bir şeydi, kaleye yakın olmasına rağmen paslaşarak vuruşun yapılması. Biri dokunacak, biri durduracak, biri vuracak falan… Halbuki Gianfranco Zola misali, yolla baraj üstünden gitsin. Ama o gün sevecektim bu aksiyonu, çünkü Nihat o topu yerden köşeye yapıştıracaktı (buradan izleyebilirsiniz)… Belki de bir Beşiktaşlı olarak anırarak sevindiğim tek özel maçtı o.

Ancak şöyle bir tehlikesi vardı. Bir hafta sonra İnönü’de oynanacak Trabzonspor maçı için “5 atar geçeriz” deyimi hortlamıştı kendiliğinden. Öyle durumlarda içime hep kötü bir his doğardı, hala daha doğar. Çünkü o haftanın sonunda Aurelio ile birlikte Trabzon’a gelen da Silva, golünü atmış ve Beşiktaş yine bir sezona mağlubiyetle başlamıştı.

Bu sezonun açılış maçı Trabzon’la olunca, aklımda o anı depreşti hemen. Bu akşam o anıların daha farklı versiyonla güncellenmesi dileğiyle… Fazlaca uzun bir girizgah oldu, farkındayım. Ama daha ortada net veriler yokken takımlar özelinde maç önü yazısı yazmak zor. Yine de biraz eğilelim…

Trabzonspor’u Dinamo Minsk deplasmanında izlemiştim. Evvela Minsk şehrinden başlamak lazım… Belarus denince aklıma sadece Maxim Romaschenko gelirdi ama o güzel şehri görünce… Yok yahu, tabi ki televizyondan seyrettim. Olcan, Volkan ve Henrique, çok etkili direkt hücumlar gerçekleştiriyor. Özellikle Olcan – Kurtuluş eşleşmesinden şüpheliyim ama Olcan’ın sol bek oynama ihtimali de var… Henrique’de epey bir toparlanmış görünüyor, aldığı toplarla mutlaka sürprizli bir iş çıkarıyor, hep oyunun içinde.. Muhtemelen –ki öyle olması gerek- Malouda da o üçlüyü organize eden 10 numara olacak. O işi Adrian’dan da Alanzinho’dan da fazlasıyla iyi yapar, aslen sol kanat ya da soliç olmasına rağmen. Beşiktaş’ın bu maçta, Oğuzhan’ı ilk 14’de düşünüp Veli ile başlaması gerek; hatta o düşüncedeki “topa ve oyuna hakim Beşiktaş” gerçek anlamda sahaya yansıyana kadar bu yol çizilmeli sanki. 
 Ancak söz konusu hücum 4’lüsü, takım savunmaya geçtiği anda önde kalabiliyor. O aradaki boşlukta Fernandes, Hutchinson hatta bana göre sahte 7 pozisyonunda oynamasını beklediğim Muhammed, epey etkili olabilir. Evet, bence sağ tarafta “boş alanda rabona yapan, pas attıktan sonra ‘oraya bakmadan attım’ triplerine giren” Dentinho veya Gökhan Töre yerine Muhammed yazılmalı, hele de geçirdiği kamp performansından sonra. Hücumda da Halil Sezai kliplerine bir an önce kazandırılması gereken Almeida, bu maçta aksini iddia ederse fena olmaz. Ve geçen sezon olduğu gibi, bu maçta da gol atma ihtimali en yüksek adam: Olcay Şahan.
Haydi hayırlısı.

Beşiktaş 2013/2014


Yeniden başlamak… En çok da futbolda güzeldir, hatta bu oyunu vazgeçilmez kılan başlıca sebep… Her şey aynı kalmaz çünkü futbolda. İşler ne kadar iyi gidiyorsa gitsin, bir sonraki sezonda mutlaka “acaba” duygusunu hissettirir. Keza ne kadar kötü giderse gitsin, yine bir sonraki sezona taşınacak umutlar vardır. Beşiktaş, son dönemde genellikle kötü bitirip, sonrasına umut taşıyanlardan… Ancak bu kez o umutlara omuz verenler, kolay kolay yükün altında kalmayacağa benzerler: Önder Özen ve Slaven Bilic.

Farklı bir yola koyuldu Beşiktaş, bu bile gelecek sezona başlı başına heyecan katıyordu. Önder Özen gibi, mesleği futbol adamlığı olan bir insanın futbol yönetimini tamamen üstlenmesi, Beşiktaş’ın sahici anlamda profesyonellerce yönetilecek olma ihtimali… Sonu çiçekli bahçeye varacak taşlı bir yol… Elbette yine yönetim, menajer tavsiyesi transferleri gibi taşlara takılıp, sendelenecek ama işin sonunda memlekette yaşanmamış bir futbol doğrusuna ulaşılacak bir yol…

Teknik Direktör: Slaven Bilic

Haber ile ilgili metin girin!.

Her ne kadar “gitarımla değil, işimle gündeme gelmek istiyorum” dese de, evvela müzisyenliğine, dünya görüşüne, karizmasına hayran olunası bir teknik adamdır Bilic. Bir Önder Özen seçimi olmasına rağmen, yine Önder Özen’in ifadeleriyle kendisiyle sert tartışmalara girebilecek, ama dışarıda onu sorduklarında, sportif direktörünü olabilecek en mantıklı ve ikna edici cümlelerle savunacak bir teknik adam... Beşiktaş’ın birçok bakımdan ruh ikizi! Görünürde mütevazı ancak içinde bolca tutku, heyecan ve elbette hırs barındırmakta…

İşin saha tarafında da önce takımını, kadrosunu öğrenen; ona göre en uygun sistemi belirleyen, esnek yapıda ve çalışkan bir hoca görüyoruz. Hırvatistan’da bunu gördük, ancak o potansiyelini henüz bir kulüp takımına yansıtamamış olması, belki de tek belirgin eksisi. Moskova’daki günleri, Önder Özen’e göre olumlu bir süreç. “Kaybederken, daha çok öğrenirsin” diyordu “neden başarısız olmuş teknik adamı aldınız” sorusuna… Çünkü kendisine göre Bilic’in başarma potansiyeli vardı, sadece yeşermek uygun toprakları bekliyordu.

Transferler

Söz konusu takım Beşiktaş’sa, oyuna kenardan yapılan müdahale genellikle kısır geçen maçlarda, kapalı savunmayı açmak için gerçekleşir. Böyle durumlarda elinizde ya delici bir oyuncu, ya arka direklere “bela” koşuları atan yardımcı bir forvet ya da iyi bir şutör olmalıdır… Sırasıyla, Gökhan Töre Ömer Şişmanoğlu ve Sezer Öztürk . 6+0+4 kontenjanı nedeniyle, Beşiktaş’ın yerlileşme zorunluluğu olan kulübesini oldukça kuvvetlendirdi diyebiliriz. Hatta yine yeni transfer gözüyle bakılacak ve bu kategorilerden “delici ve şutör” kısmına rahatlıkla yazabileceğimiz bir isim daha var: Muhammed Demirci.

Beşiktaş, son yıllara nazaran en derin, rotasyon ihtimali rahat bir kadro oluşturdu. Ancak şu satırları yazdığımızda liglere sadece 5 gün kalmışken, geçen seneye nazaran ilk 11’de net bir fark yaratacak oyuncu kazandırıldığını söylemek güç. Eğer Bilic, eldeki malzemeden farklı bir tat çıkartmazsa; yine işler duran toplara, -kalacak olursa- Almeida’nın pivot rolüne ve Olcay’ın sürpriz gol koşularına kalabilir…

Ancak iki transfer var ki Beşiktaş’ı ortaya oyun felsefesi anlamında, geçen seneye nazaran çok büyük bir farka götürebilir. Kendisine baskı yapan forvete feyk atıp, bayram alışverişine yollayan stoper Pedro Franco ve teknik, üstelik o tekniğini etkin şekilde kullanmayı çok iyi bilen defansif orta saha Atiba Hutchinson… Onlarla Beşiktaş sürekli dikine, tempolu değil, gerekli zamanda yatay eksende takılıp, topa sahip olacak olursa; o geçen seneki son 20 dakikalarda yorgunluktan, kanın beyne gitmemesinden verilen puanlar pek yaşanmayacaktır…

Kilit Transfer: Atiba Hutchinson

Haber ile ilgili metin girin!.

Tolga Zengin, hem kontenjanın ferahlatılması hem de geçen sezona nazaran Beşiktaş'ı daha iyi bir kaleciye kavuşulması bakımından; transfer döneminin en parlak hareketi oldu. Ancak Beşiktaş'ın asıl fark yaratma ihtimali olan bölge, defansif orta sahaydı... Savunmayla, orta saha arasını sıkı tutan takımların bugünün futbolunda ne denli fark yarattığını, Javi Martinez sonrası Bayern Münih’iyle görebiliriz. O nedenledir ki Önder Özen ve Slaven Bilic, aralarındaki en sert tartışma  –muhtemelen- bu bölgeye yapılacak oyuncu konusunda gerçekleşti. Önder Özen, tipten peşinin 8 kırmızı kart alacak ancak faul yapmayı bilmesiyle, sertliğiyle, mücadelesiyle ortayı savunma anlamında dolduracak bir orta saha arzuluyordu belki de… Ancak Bilic’in tercihi, kadife ayaklılardan Atiba oldu. Topu yiyen yerine, topu kullanan defansif orta saha… Zor, ama uzun vadede daha “büyük takım işi” bir tercih. İlk görüntülere bakılırsa, tutacak da…

Çıkış Yapabilecek Oyuncu: Muhammed Demirci

Haber ile ilgili metin girin!.

Yıllardır artık Beşiktaş formasıyla “harika çocuk” günlerinde vaat ettiği futbolu sergilemesi beklenen Muhammed, dilinden iyi anlayacak bir hocayla buluşmuş gibi gözüküyor. Slaven Bilic’in ona Türk Luca Modric gözüyle bakması, kendisi için büyük bir fırsat. Hazırlık maçlarında şutlarıyla kaleyi en çok tehdit eden oyuncular arasındaydı. Hocasının “artık büyük oyuncu olma vakti geldi” açıklamasıyla da kesinleşti: Muhammed için o sezon, bu sezon olabilirdi! Nedenlerini buraya tıklayarak ulaşabileceğiniz yazıda genişçe ele almıştık…

Takımın Artıları

Beşiktaş, geçtiğimiz sezon ligin en renkli hücum takımlarından biriydi. Oğuzhan ve Fernandes’in orta sahadaki yetenek uyumu, merkezde tehlikeli ve bir o kadar da lezzetli hücum çıkışlarını sağlıyordu. O ikilinin arkasına bir de Atiba’nın eklenmesi ve rotasyonda Muhammed, Sezer gibi oyuncuların da sıklıkla kullanılacak oluşu; Beşiktaş’ı topu yerden kaldırmayan, rakibinin üstüne bilinçli hücumlar gerçekleştiren bir takıma çevirebilir.
Gökhan Töre’yle birlikte, merkeze sıkışıldığı anlarda oyunu kenarlara taşıyacak ek bir silaha ve Olcay dışında, Ömer Şişmanoğlu gibi arka direk koşularıyla skora katkı yapan bir kenar forvete daha kavuşulması; Beşiktaş’ı kale önünde daha etkin kılabilir. Aslında yine o kale önlerinde, kendini ofsayttan kurtarması için taksi çağırması gereken Almeida yerine kısacası daha “yırtıcı”,  oyunun içinde kalan bir santrfora sahip olunsa; o golü bulmak için dolaylı yollara çok fazla başvurmak gerekmeyebilir…

Anahtar Oyuncu: Oğuzhan Özyakup

Uzatma dakikalarıydı, Beşiktaş her zamanki gibi yorgun düşmüş, klasik bir son dakika golü çok olası… Ve sol taç çizgisi dolaylarında topu alan Oğuzhan’ın, diğer taç çizgisindeki boş oyuncuya yekten pası ve rakibin kırılan “gol” inancı. Neden Fernandes değil de Oğuzhan sorusu gelecek olursa diye… Sadece ligin sonlarında oynanmış maçta yaşanan o sahneyi hatırlatmak bile yeterlidir aslında. Yetenek dediğin, doğru zamanda basit gözükeni yapmaktır çoğu zaman. Oğuzhan, her ne kadar parlak bir hazırlık dönemi geçirmemiş olsa da; geçen sezon olduğu gibi Beşiktaş’ın rakip ceza sahasına “kestirmeden” gitme yolu olacaktır.

Takımın Eksileri

Beşiktaş, geçen sezon ligin en renkli hücum takımlarından biriydi. Ancak, sahanın öteki kalesinde yüzyılın en can sıkıcı Beşiktaş’ı vardı belki de. İddaa sayfalarında Beşiktaş maçlarının karşılıklı gol oranları tabiri caizse “simitçi kuponlarını süslüyor”, üç golün atıldığı maçlarda bile galibiyet emniyet altına alınamıyordu. Bunun nedeni kimilerine göre çözülemeyen sol bek sorunuydu, kimilerine göre gelene buyur diyen kaleci… Ama büyük resimde, arıza da daha büyüktü aslında. Beşiktaş, hücumda sağladığı birlikte hareket etme uyumunu, işin savunma tarafında hiç beceremiyor, takım bütünlüğü top rakibe geçtiği anda kayboluyordu. Savunmadaki tüm oyuncuların bireysel olarak da pekiyi sezon çıkarttığı söylenemezdi. Zira arada bir yenen “Akıllı TV golleri”, sadece kötü savunma yapmakla açıklanamazdı.

Yukarıda artı olarak saydığımız bazı şeyler, aynı zamanda eksi olarak da geri dönüyor aslında. Hutchinson, Oğuzhan, Fernandes orta sahası Pedro Franco’lu savunma, top Beşiktaş’tayken şiir gibiyken, top rakibe geçtiğinde gazetelerin “sizden gelenler” köşesindeki şiirler gibi bir takıma dönebilir… O yüzden ışın sırrı o topu en asgari şekilde rakibe vermek ve verildiğinde de, geriye kaçmak yerine o topun kaybedildiği yere baskı kurmaktır. Topla oynarken Barcelona, Dortmund olmayabilirsin; o durumda yine Beşiktaş kal… Ama top rakipteyken o önde baskıyı kurmak için, Barcelona, Dortmund olmaya gerek yok. Zira o, çalışma ürünüdür. Beşiktaş’ın teknik heyetinde de o ürünü ortaya çıkaracak antrenörler, yeni yapılanmada mevcut. O yüzden Beşiktaşlı, bana göre bu oluşumda önümüzdeki yılın ötesinde düşünüp, umudunu saklı tutmalı.

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com

Hakiki Casper: Ante Rebic


Hırvatistan toprakları, dünya üzerinde forvet üretimi için en elverişli bölgelerden biridir. Topu sol ayağına aldığı vakit, formasını giydiği takımın borsa değerini arttıran Davor Suker başta olmak üzere, 1996 yazında “düşeydi iyiydi” sözleriyle anacağımız Vlaovic, Juventus’un bugünlerinde de lazım gelen temiz golcüsü Alen Boksic, son dönemlerden de Petric, Olic, Mandzukic...
 Bu gerçeği gözeterek U20 Dünya Kupası’nda Hırvatistan hücum hattına daha bir alıcı gözle bakmadan olmazdı. Hoş, hali hazırda Serie A’da boy gösteren bir golcüleri de mevcuttu: Livaja. Ancak o günlerde adını daha az duyduğumuz ancak bu yaz sonrasında çok daha sık duyacağımız bir isim vardı… Yetenekleri, gün gelecek Split sınırlarını aşacaktı. Bu çok belliydi… Evet, Ante Rebic…

Beşiktaşlı Holosko’nun gizli bir lakabı vardır, bilirsiniz: Casper. Her kampın neşe kaynağı olacak kadar arkadaş canlısıdır ama onun asıl Casper’lığı, rakibinin içinden geçerek çalım atmaya çalışmasından gelmekte. Bunu henüz başaramadı ancak, bu işte iyi olan biri varmış meğer. Rebic, topu hiç ayağından açmadan, karşısındaki rakibin o kadar yakınından geçiyor ki bazen, kaleye olan açısı hiç değişmiyor;  sadece önündeki adamlardan biri eksiliyor…

 Zaten çalım denen şey, kalenin veya ceza sahasının etrafında yapıldığı zaman anlam kazanır. Ante Rebic’in U20 Dünya Kupası’nda yaptığı şey buydu, sonrasında videolarından anlaşılıyordu ki ülkesinde de bireysel hücum eylemlerini daha sık gerçekleştiriyormuş. İşin asıl can alıcı tarafı ise olayın sonunda doğru tuşa basarak etkili şutlar çıkarabilmesi…  Keza yine memleketimizde sergilediği bir plasesi vardı ki, turnuvanın en temiz gol vuruşuydu. Ancak yeteneklerine rağmen her zaman topla zorlamalara girmiyor. 'Toptan hiç kimse hızlı olamaz' prensibiyle, sıklıkla ikili oyunlara da girip o akıcılığını daha ölümcül şekilde kullanıyor. Yine U20 turnuvasında attığı ilk golde olduğu gibi...

1.84 boyunda, güçlü, çabuk, teknik ve golcü… Hem santrfor hem de kenar forvet bölgelerinde rahatlıkla kullanılabilir. Kullandıkça değerini arttırıp, her transferinde eski takımına yüklüce para kazandırabilir. İlk 'Rebic düşeşi'ni Beşiktaş atabilirdi, zira geçtiğimiz ay adı da sıkça anılmaya başlamıştı...

Siyah 7’li: Sefa Yılmaz

Beşiktaş, şimdilik geçen seneye nazaran ilk 11'inde belirgin bir fark yaratmışa benzemiyor. Belki biraz Franco dışında... Zira hazırlık maçlarından birinde, normalde "hiç riske girmedi..." sesleriyle taca vurulmasına gözümüzün alıştığı bir pozisyon yaşanmış, ancak Franco baskı altındayken topun üstünden atlayarak diğer tarafa yönelmiş ve o topu oyunda tutmuştu. Ufak ama heyecan verici bir detay. Bir stoper için tesadüf olabilecek bir şey değil.
Her neyse... Beşiktaş için hala o belirgin farkı yaratma şansı var, iki transfere bakıyor. Holosko'nun boşluğunu o yapıda ve mümkünse yerli bir oyuncu ile doldurmak, o yabancı hakkını sol bekte kullanmak... Sol bek arayışları zaten başlamıştı. Ama o arayışı anlamlı kılacak bir transfer haberi daha yayılmaya başladı: Sefa Yılmaz... Söylenenlere göre Fikret Orman direkt olarak Kayserispor başkanıyla bu konuyu dile getirmiş. Hatta arada 1 milyon Euro'luk fark kalmış, vesaire.

Sefa Yılmaz hakkında daha önceden bir yazı vardı, ancak Beşiktaş için neden gerekli olduğu konusu farklı mesele. Her muhteşem oyuncunun, muhteşem transfer anlamını taşımayacağı gibi; bazı muhteşem olmayan oyuncular, muhteşem transfer olabilirler. Bana göre Sefa, Beşiktaş için o konumda. Onunla Beşiktaş daha eli yüzü düzgün takım olabilecektir sanki. Nedenlerini, kendisinin neden siyah 7'li olduğunu detaylıca açıklayalım...

Haber ile ilgili metin girin!.
Geçtiğimiz sezon başında Simao ve Quaresma’yı dışarıda bırakıp, farklı olarak sadece Olcay Şahan’ı eklemiş hatta Pektemek’ten neredeyse hiç faydalanamamış olan Beşiktaş hücum hattı, kâğıt üzerinde daha zayıflamış gibi görünüyordu.  Ancak o feda ürünü Beşiktaş forvet üçlüsü, kale önünde çok daha fazla efektif olmuş, bunu şampiyon Galatasaray’dan sadece üç gol az atarak ligin en golcü ikinci takımı sıfatıyla sayılara da dökmüştü.

Çünkü Beşiktaş’ın sağ ve sol tarafında, taç çizgisi dolaylarında bekleyen ve sadece top ayaklarına geldiği vakit oyuna giren kanatları yerine;  topsuz koşuları çok daha sık yapan, Almeida tipi santrforların ıssız adaya düştüklerinde dahi yanında götürmek isteyecekleri iki oyuncu vardı: Olcay ve Holosko… Belki olağanüstü yetenekli değildilerdi, ama Almeida’yı paralel geçen toplarda genellikle olması gereken yerdeydiler.
Söz konusu “olması gereken yerde olan kenar forvetlerse” liste başına Thomas Müller yazılır. Zira kendisi, arka direkteki yerini birkaç gün önceden rezervasyonla ayırmakta… Aslında sadece o değil, son dönemde Alman alt yapısı görmüş hücum oyuncularında mutlaka biraz Müller’liğe, Marco Reus’luğa rastlanır, en azından mental anlamda… Santrfor özelliklerini unutmayan kanat oyuncular… Kayserispor’un sağındaki Sefa Yılmaz da, onlardan biri.


Aslında Sefa’nın oyunculuk kökeni, Wolfsburg’da Magath’la karşılaşana kadar 10 numara pozisyonudur… Askerliğini, Yüksekova Dağ Komando Tugayı’nda yaptığından şüphelenilen Magath’ın antrenman programlarını bilirsiniz… Bir gün Sefa Yılmaz’a da “çok yeteneklisin de ne bu sıskalık?” der ve başına ayrıca bir antrenör verir, birkaç ay sadece fizik idmanları yaptırır. Sefa, bugünlerdeki ‘yeteneğini, güçlü fiziğiyle harmanlayan modern 7 numara’ kimliğini o günkü zor günlerine borçlu ve bunu itiraf da ediyor…

Sefa, hem adam eksiltme becerisi olan hem de gol bölgesi koşularıyla, rakip kale etrafında fazlaca etkili olan bir kenar forvet. Bunun en büyük kanıtı, geçen sezon Kayserispor’un hücum istatistiklerinde, sistemin en ucundaki Bobo’ya oldukça yakın sayıda gol girişiminde (Bobo 190, Sefa 131) bulunması. Bunlardan ancak 7’sini gole çevirmesi, gol vuruşlarında biraz sıkıntılı olduğunu da gösteriyor. Çok iyi bir şutör, ama temiz gol vuruşu yapılabilecek anlarda da yine şuta davranınca, bu konudaki yüzdesi epey düşüyor haliyle.

Ancak Sefa Yılmaz’ın asıl güzel tarafı, en az hücumda olduğu kadar takım savunmasında da etkin oluşu. Holosko’nun daha çok sağlık koşuşuna kaçan, geriye gelse de doğru pozisyon almadığı için anlamsızlaşan savunma katkılarından değildir bu. Sefa, topsuz oyunda oldukça iyi pozisyon alıyor ve rakibine baskı yaptığında genellikle ikili mücadeleleri kazanıyor. Bunun da kanıtı, yine istatistiklerde yatmakta… Ligin savunma tarafı en güçlü gözüken sağ forvet Dirk Kuyt, geçen sezon 58 kez rakip atağı durdurmuş. Sefa Yılmaz’ın bu konudaki sayısı: 71… 

Aslında uzun zamandır milli takımın da eksikliğini çektiği bir 7 numara tarifidir Sefa Yılmaz. Öyle ki, son iki milli takımın aday kadrosuna da çağrılıyor. Özellikleri, birçok takım için siyah 5,6,8,9,10’lu bir perin arasına konmuş “siyah 7’li” kıvamında... En çok da Beşiktaş nazarında... Çünkü Beşiktaş için Sefa Yılmaz demek, Holosko’nun açığını ondan daha üst bir modelle doldurmak, üstelik bunun için yabancı kontenjanını harcamamak ve o kontenjanı sol bekte değerlendirmek demek… Eğer Beşiktaş bu sezon “üçe, beşe bakma al!” (ama 6, 7'ye bak) transferi yapacaksa, galiba bu isim Sefa Yılmaz olmalı.

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com

Atiba 'Dhalsim' Hutchinson






İsmail Köybaşı’yı mumun da ötesinde cep telefonu ışığıyla arayan sol bek bölgesi, uyumdan ve sertlikten uzak görüntü çizen tandem, yerleşik savunmaya geçildiğinde bütün olarak afallama ve savunma önündeki boşluğun Ernst, Aurelio gibi isimler sonrası aynı kalitede doldurulmaması… Beşiktaş’ın geçtiğimiz sezondan farklı ve daha güçlü bir takım olması için evvela bu, birden fazla nedeni olan gol yeme sorununu çözmesi gerekiyordu. Özellikle de savunma önüne yapılacak net bir ihtiyaç transferi kaçınılmazdı.

Bu isim bana göre tecrübesi ve istikrarı sabit, mümkünse at hırsızı tipli bir top hırsızı olmalıydı… Hem savaşkan rolüyle Oğuzhan – Fernandes gibi bir orta sahanın topsuz oyun yükünü çekecek, hem de sert oyunu mizacıyla rakip orta sahalar için tehdit oluşturacak bir isim… Kısacası, bir dönem adı da geçen Walter Gargano, Gary Medel modeli…

Atiba Hutchinson’ın bu tarife uyduğu pek söylenemez. Ancak tarifin ötesinde bazı farklı özellikleri mevcut… Garip bir vücut anatomisi var, özellikle de yeni doğmuş tayı andıran uzun bacakları. Haliyle topu ayağına aldığı vakit telaştan bomba imha ekibini arayacakmış gibi bir hale bürünüyor. “Şimdi düşecek” diyorsun, ama rakip ceza sahasına kadar inebiliyor. Çünkü o uzun bacaklarını avantaja çevirecek teknik kapasiteye sahip. Rakibi karşısındayken topu sadece çekmesi bile, kendisinden bir metre uzaklaşma anlamına gelebiliyor. Ayrıca, oynadığı bölge neresi olursa olsu hücuma çıkışlarda, adam eksiltmede oldukça cesur…
İşin savunma tarafına gelecek olursak; belki fiziğiyle, sertliğiyle rakibi yıldıran bir oyuncu değil ama zekâsıyla sıkça top kazanacaktır. Tam zamanında topla rakip arasına girmeleri, yine o Street Fighter’ın sinir bozan karakteri Dhalsim’in yaptığı gibi, hiç umulmadık anda ayağını uzatarak kaptığı toplar… Heybetiyle o bölgeye egemen olacak bir defansif orta saha olmasa da bu özellikleriyle savunmada da o kadar etkisiz kalmayacak bir oyuncu gibi görünüyor.

Elbette Slaven Bilic’in burada nasıl bir oyun formatı, planı düşündüğü de önemli. O, belki de savunma önünde savaşan değil de, topla yumuşaklığıyla takımın oyuna hükmetmesinde yardımcı olacak; hareketli oyun yapısında sırıtmayacak, maçın daha çok içinde gözükecek bir isim arıyordur. O zaman Atiba Hutchinson’ın anlamı daha fazla artmakla birlikte, öyle bir yapıda Beşiktaş için tek bir savunma modeli kalır: Topun kaybedildiği yerde pres… Aksi halde rakibi kendi yarı sahasında bekleyen Beşiktaş için Atiba’nın da, stoper Franco’nun da çok anlamlı olmayacağı aşikar.

Kopengah, PSV gibi oyuncu seçimlerinde titiz davranan takımlarda uzun süredir istikrarlı şekilde rol alması dikkat çekici. Sağ bek, defansif orta saha, merkez orta saha hatta kanatlarda oynayabilecek kadar çok yönlü kullanıma açık bir oyuncu olması, Atiba’nın bir diğer artısı gibi gözükse de, uzun zamandır orta saha yerine sağ bekte oynuyor oluşu bir eksi olarak da görülebilir. Kendisinin ne etkide bir transfer olduğu, artık zamanla belli olacak. Beşiktaş, belki savaşkan orta saha modelini istatistikleriyle sabitlemiş gözünün önündeki Holmen’e nazaran bile eksik parçalı bir hamle yapmıştır… Belki de bu Dhalsim seçimiyle hiç hesapta olmayan anahtar bir oyuncu yakalamış ve önlibero tercihinde perfect çekmiştir… Çıksın, izleyelim.

Mustafa Demirtaş / FutbolBurada.com